Genelevlerde Vesikalı Fahişe Çalıştırmak Düzenin Çok Büyük Ayıbıdır
Bugünkü düzenin/sistemin büyük ayıplarından biri, üzerinde TC başlığı bulunan "vesikalarla" birtakım kadınlara resmen fahişelik yapma izni vermesi, genelev adı verilen günah evlerindeki yasal fuhşu tanzim etmesi, koruması, bundan KDV ve gelir vergisi alması, bu günah evlerinin kapısında polis bekletmesidir.
Vesikalı fahişelik bir tür köleliktir.
Hiçbir medenî sistem/düzen böyle bir köleliğe razı olmaz, bunu yasallaştırmaz.
İslam dini böyle bir şeye izin vermez.
Gerçek İslam devletinde böyle bir kurum olmaz.
Yakın tarihimizde çok zengin Türkiye vatandaşı bir Madam vardı, genelevler imparatoriçesi idi.
Bu kadına, devlet büyüklerinin de bulunduğu resmî törenlerle vergi rekordmenliği ödülleri verilmiştir.
Bu kadının Atatürk akrostişli bir de şiiri vardır.
Ülkenin en lüks Rolls Royce otomobili bu kadının idi.
İslam dini kadının bu kadar alçaltılmasına, bu kadar köleleştirilmesine cevaz vermez, rıza göstermez.
Aykırı fikir ve görüşleriyle tanınmış bir ilahiyatçı, bugünkü ahlaksızlık, fuhuş ve rezillik tufanına karşı genelevler açılarak bunlar önlenebilir ve azaltılabilir mealinde bir çare ve çözüm bulmuş. Bu çare ve çözüm bâtıldır.
Sultan Abdülhamid'in tahttan indirilişinden sonra Jön Türklerin Medine-i Münevverenin dış mahallelelerinden birinde gizli bir günah evi açtırdıklarını duymuştum.
Yine Osmanlı zamanını hatırlayan bazı ihtiyarlar, İttihadçıların Medine'ye borulu gramofon getirdiklerini, bu habis aletlerin çirkin gürültüsünün Harem-i Şerifin içine kadar sızdığını söylemişlerdi.
Devletimiz uluslar arası kadın haklarıyla ilgili sözleşmelere imza koymuş ve kadınları fahişe olarak çalıştırmayacağı konusunda taahhütte bulunmuştur.
Bugünkü resmî vesikalı, KDV'li, gelir vergili, polis korumalı fuhuş:
Evrensel insan haklarına ve haysiyetlerine aykırıdır.
Kadın haklarına aykırıdır.
İslam'a aykırıdır.
Ahlaka aykırıdır.
Bilgeliğe aykırıdır.
Laiklik laiklik deyip duruyorlar. Böyle bir şey laikliğe uygun mudur değil midir, bu sorunun cevabını bizzat laikler versin!
"Ahlaksızlığı ve fuhşu önlemek veya azaltmak için genelevler açılabilir" diyenleri protesto ediyorum.
Böyle giderse ülkemizin büyük bir kısmı açık bir geneleve dönecektir.
Zinayı suç olmaktan çıkarttılar...
Turizm patlasın diye her kötülüğe göz yumanlar var.
Kadın haklarından bahs edip duran çağdaşlar, Kemalistler, ateistler, laikler bugünkü resmî ve yasal vesikalı, KDV'li, korumalı fuhşu kötülemezse onları iki yüzlü, yalancı, sahtekar ilan ediyorum.
İnsanın olduğu yerde günah olur ama günahlar hiçbir zaman yasallaştırılmaz, meşru hale getirilmez, yapılması için vesika verilmez., ondan KDV alınmaz.
*(İkinci yazı)
Bu Gemi Nereye Gidiyor?
Jön Türklerin baskısıyla Sultan Abdülhamid anayasayı yürürlüğe koyunca Selanik ve İstanbul bir anda tımarhaneye dönmüştü. Yaşasın hürriyet, yaşasın meşrutiyet, yaşasın müsavat ve uhuvvet sesleri göklere yükseliyordu. Bir kısım insanlar delirmiş gibiydi. Herkes bir altın çağ başladığına inanıyordu. Pıtrak gibi yeni gazeteler dergiler yayınlanıyor, sansürsüz deli dolu yazılar kaleme alınıyor, nutuklar atılıyor, konferanslar veriliyordu.
1911'de İtalya Trablusgarp vilayetimize saldırdı.
1912'de, bizim meşrutiyet sarhoşluğumuzdan ve Jön Türklerin gaflet ve hıyanetinden yararlanan Balkan devletleri saldırdı, Rumeliyi kaybettik.
1914'te devlet birinci dünya savaşına sokuldu.
1918'de teslim olduk.
1922'de son Padişah ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, Osmanlı devleti battı...
1908'den sonra İstanbul haberle, dedikodu ile iddia, isnat, yalan dolan, entrika ile kaynıyordu.
Kâmil paşa... Said Paşa... Ferit Paşa...
Ayan azası Filan Paşa... Vüzeradan Falan Paşa... Sabık Bahriye nazırı Feşmekan Paşa...
Matbuatta (basında) dehşetli polemikler yapılıyordu... İstanbul'da üç gazeteci öldürülmüştü...
Enver Paşa, Cemal Paşa, Talat Paşa...
Yaver-i Hazret-i Şehriyarî M. Kemal Paşa...
Siyaset dedikoduları içinde Fısıltı gazetesinde o günün magazin haberlerine de yer veriliyordu: Yâver M. Kemal Paşa kerime-i Hazret-i Padişahî Sabiha Sultan'a tâlib olmuş ama Sultan ona varmamış.
Müslümanlar, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Frenkler...
Günde yirmi dört saat yoğun dedikodu ve kulis...
Paşalar, vezirler, sefirler, Darülfünun müderrisleri, ayan azaları, mebuslar, ulema, kıssisler...
Heccavlar, karikatüristler.
Sayılamayacak kadar çok türedi, yeni yetme, kokuşma zengini.
Birinci dünya savaşında bulgur ve vagon spekülasyonlarıyla zenginleşenler. Kara ve kirli servetler.
Otuz bir Mart hadisesinden sonra Yıldız Sarayı'nın yağma edilmesi. Yağmaya iştirak eden paşaların listesi 1919'da yayınlanmış bir İkdam nüshasında ilan edilmiştir. Kıymetli bir pandantifi hangi paşa almış?
Sultan Abdülhamid zamanında tam 33 yıl topluma püskürtülemeyen bütün irinler, muzahrafat, pislik, kazurat seller, tufanlar gibi akmıştı.
Kazım Paşa... Salih paşa... Münir Paşa... Şu Paşa, bu Paşa, o Paşa... Paşa vü temaşa...
Birinci dünya savaşı kaybedilince üç ünlü paşamız Alman denizaltılarına binerek yurt dışına kaçmışlardı.
Devlet batmıştı.
Halk kırılmıştı.
Ülke harap olmuştu. Yunan İzmir'e çıkmıştı.
Aradan bir asır geçti. Dedikodular bitmedi. Paşaların yerini generaller aldı.
Gazetecilerin adları değişti.
Konular değişti ama dedikodular yoğun mu yoğun.
Hırsızlık, hortumlama, kokuşma yine hükümferma.
Belki eskisinden daha fazla.
Eskiden Rumeli teröristleri, Sandanskiler vardı. Şimdi Rumeli elimizde değil, doğru ve güneydoğu bölgesinde terör kasırgaları esiyor.
Şu sözde sofu Müslümana bakınız: İlmihalini bilmez, Haliç'teki Simon balıklarının kaç yüzgeci olduğunu bilir.
Karı iki saat uğraşmış nefis dolmalar sarmış. Ocağa koymuş, tv başına koşmuş, dedikoduları içer gibi dinlerken yemeği ocakta unutmuş, yanmış!
General Atılgan tutuklandı... General Saldıray sorguya çekildi...
Kamer Genç kükredi... Şu sayın esti gürledi... Bu sayın ateş püskürdü...
Tencere dibin kara!... Senin dibin benimkinden daha kara... Hah hah hah, kapkara mapkara...
Alçaklar hamiyetsizler...
Gericiler ilericiler...
İrtica tehlikesi var, otobüse kısacık şortla binip bacaklarını uzatan genç kız rahatsız edildi.
Generaller, gazeteciler, bürokratlar, milletvekilleri, politikacılar, iktidar, muhalefet...
Bir kör döğüşüdür gidiyor.
Hanefi Avcı... Haliç'te Simon balıkları... Bu balıklar pullu mu pulsuz mu? Al mı mor mu?
Hah hah hah...
1908 Meşrutiyetinden sonra gemi skandallar, fesatlar, yoğun dedikodular, çekişmeler, tepişmeler, siyasî kavgalar içinde 1918'da karaya vurmuş, dağılmıştı.
Yeni gemi şimdi yoğun dedikodular, polemikler, çekişmeler, tepişmeler, itiş kakış, karşılıkla söz düelloları, ağır ithamlar, yalanlar dolanlar, ağır suçlamalar, sen ben kavgaları, tencere dibin kara, hainler, hamiyetsizler, verip veriştirmeler içinde bir yere doğru bata çıka ilerliyor.
Bu gemi nereye gidiyor?
Selamet limanına mı, felaket kayalıklarına mı?