Kalbinizin Dostu Dua Üstü Türkü Dinlemektir
Büyük dertlere mi kaldınız? Sevdiğinizden ayrı mı düştünüz? Evlâdınız yahut beyiniz ölümcül uzun gurbetlere mi çıktı? Size yağmur gibi gözyaşı döktüren, sabrınızı taşa döndüren bir duygu ve düşünce içindeyseniz, “Ne ağlarsın benim çeşm-i siyahım / Bu da gelir bu da geçer ağlama / Göklere erdi feryâdım âhım / Bu da gelir bu da geçer ağlama” diye başlayıp “Yusuf sabır ile vardı Mısır’a...” diye devam eden türkümüzü dinimizden ilham alan manevî bir esrar olarak kalbinize defalarca çekiniz.
Hangi edebî sanatlarda, “Ah yavru yavru”, “Ey oğul oğul”, “Anam anam”, “Uy babam” gibi sevgi ve bağlılığın en kalbî olanını bulabiliriz? Yüreğinize vuran bir derdi, bir şikâyeti, bir sevdayı, bir onulmaz yarayı haykırmak ve etrafınıza duyurmak istediğinizde sizi ancak bir bozlak kurtarır o an.
Genç olup da düğünlerde ve kafadengi arkadaşlar arasında şu türküyü söylemeyen var mıdır aranızda: “Değmen benim gamlı yaslı gönlüme / Ben bir selvi boylu yârdan ayrıldım.”
Arkasından da “Derdim çoktur hangisine yanayım / Yine tazelendi yürek yarası” türküsünü mutlaka söylemişizdir.
Bir eski zaman göçer hayatının insanı olalım bir ân. Şu türkünün anlattığı sevdayı, samimiyeti, içtenliği idrâkten mahrum bir gönül düşünülebilir mi? “Göç göç oldu göçler yollar dizildi / Uyku geldi elâ gözler süzüldü.”
Gurbete çıkmış yârinin hasretinden kıvranan birinin yüreğini hangi türkü coşturur dersiniz: “Yârim senden ayrılalı / Hayli zaman oldu gel gel / Bak gözümden akan yaşa / âb-ı revan oldu gel gel.”
Bu hâl içinde yanan birinin diline şu türküde gelebilir hemen: “ Ağlama yar ağlama / Mavi yazma bağlama...”
Hangi modern şiir ve mûsiki, “Tutam yar elinden tutam / Çıkam dağlara dağlara / Vay ağam, ey şahım, ey eyvah, eyvah ey / Olam bir yâreli bülbül / İnem bağlara bağlara” türküsü kadar az sözle bir aşkı derin ve mânalıca verebilir?
Hem Mevlâ’sına inanıp şükreden, hem de sevdasının derdine çâre bulunmayışına inleyen bir gönlün sayhaları nasıl olur dersiniz? “Mevlâm birçok dert vermiş / Beraber derman vermiş / Bu öldürücü derde / Neden ilâç vermemiş / Diley diley diley ley” diyen türkü böyle bir gönülden inşirah etmiştir.
Yâre ve dosta yazılacak mektup dilinin türkülerde değil de, modern zamanların edebiyatında bulunduğunu sananlar gaflet ve dalâlet içindedirler. İşte dosta yazılacak bir mektubun ilk satırları: “Kurban olam kalem tutan ellere / Kâtip arzuhâlim yaz yâre böyle” türküsüyle başlayıp, “Allı turnam bizim ele varırsan / Şeker söyle kaymak söyle bal söyle / Gülüm gülüm, kırıldı kolum /Tutmuyor elim, turnalar hey / Ah gülüm gülüm, yar gülüm gülüm / Eğer bizi sual eden olursa / boynu bükük, benzi soluk yâr söyle” türküsüyle devam ederek, ardından “Mektup selâm söyle benden sılaya / Söyle benim için eller ağlasın oy oy” türküsünü beyaz kağıda dökmek yetmez mi? Bundan güzel mektup olur mu ey âşıklar?
HUDEY HUDEY TÜRKÜLER
Şu mübarek türkümüz bizi Hz. Peygamber (s.a.v)’in sevgisine götürmez midir? Gönül gözümüzü O’nun nuranî güzelliğiyle kamaştırıp aklımızı başımızdan alarak sarhoş etmez midir? Maazallah dünyada hiçbir ortak millî değerimiz kalmamış olsa, farzımuhal sadece bu türkü kalmış olsa, bu millet bu türküyle de yeniden dilini, kimliğini bulup “dirilişe” geçer ve kurtulur. Bu türkünün diline, ahengine, mânasına vurulmayan ve anlamayan ya eblehtir, ya da kötü niyetlidir. Türkümüze kulak verelim:
“Siyah saçlarında hatem yüzlerin / Garip bülbül gibi zareyler beni / Hilâl ebrulerin ahu gözlerin / Tiği sevda ile canım yaralar beni / Hudey hudey hudey yaralar beni / Diley diley diley yaralar beni / Kaşların bismillah, yüzün beytullah / Seni öz nurundan yaratmış Allah / Sevmişem ben seni terk etmem billah / Aşkın hançeriyle canım vuralar beni / Dost cemalin gördüm âh u zar oldum / Aşkına düşeli sevdakâr oldum / Kalmadı mecalim bi karar oldum / Meğer tabutlara canım saralar beni.”
Efendimiz (s.a.v)’i seven herkes, O, kainatın nûru Resûl aşkına tutulmuş aşk divânesi bu mübarek türküyü günde birkaç kez dinlemeli. Şimdi de aziz türkülerin şâhı olan “Seher Vakti Çaldım Yârin Kapısın” ı yoklayalım:
“Seher vakti çaldım yârin kapısın / Baktım yârin kapıları sürmeli / Boş bulmadım otağının yapısın / Çıkageldi bir gözleri sürmeli.”
Bu mübarek türkümüzün yüzünü açmak fakirin haddi değildir. Bu aziz türkümüz üstüne Ali Yurtgezen Hocanın yaptığı şerhin tadımlık bir hülâsasını verelim ki, türkü yârânları kıvranıp dursun:
“Yâr’dan murat, yâr-ı hakikîdir ki Allah’tır(cc). ‘Kapı’ dediği âlem-i melekûtun, âlem-i gaybın, nihayetinde halvet-serây-ı vahdetin eşiğidir; harem-i visâle mahrem olmak için ruhsat almak arzusunun izhârıdır. Velâkin kapı sürmelidir. ‘Sürgülü’ dahi derler; bağlıdır, feth-i bâb müyesser olmamıştır. Sûfiyye lisanında feth-i bâb ki ‘kapı açmak’ demektir, sülûkta makamları aşmak, yahut ruh müşkillerinin halli mânâsınadır. İmdi ‘çaldım yârin kapısın’ ‘seher vakti’ ile gelince, bu, ‘sabah namazı’ olur. ‘kapıların sürmeli’ olup açılmaması, namazdan feyz alamamak, hulûs-i kalbi ve huşû’u bulamamaktır. ‘Otağının yapısı’ âlem-i mülk yahut âlem-i şühût’tur; zamiri ‘yâr’e, yani Allah’a (cc) râcîdir. ‘Boş bulamadım’ dediği, sılaya niyetlenenler için dünya gurbetinin vesîle ve vâsıtalardan hâlî kılınmadığıdır. Nitekim ‘bir gözleri sürmeli çıkagelmiş’tir. ‘Gözleri sürmeli’ mürşîd-i kâmildir. Zira mürşîd erbâb-ı nazardır; bakmasını ve görmesini bilir. ‘Sürmeli göz’, hem basîretten hem de Hazret-i Peygamber’in (s.a.s) sünnetine ittibâdan kinâyedir. Nasıl ‘sürme’ gözün görüş kuvvetini artırır ise, kalplerine tahsis kılınan bir ‘kuvve-i kudsiyye’ ile de evliya öylece eşyanın hakîkatini görür. İşbu mürşîd-i kâmilin çıkagelmesi bir lûtf-i ilâhîdir; seher vakti tâatin mükâfâtıdır. ‘Açtırdım kapıyı girdim içeri’ dediği, hod-be hod açamadığı kapının bir mürşîd-i kâmil marifetiyle açılması, seyr ü sülûkün ibtidâsıdır.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.