Düzen
Siyaset felsefesinde temel veya ana durumun barış ve düzen olduğunu savunanlar kadar tam tersini yani kavga, savaş ve anarşi olduğunu savunanlar da vardır. Birinciye göre insan barışçı yaratılmıştır yani kavgasız gürültüsüz yaşamak onun için esastır ancak belli insan grupları şu veya bu sebeple huzursuzluk çıkartırlar ve barışı tehdit ederler. Marks, mesela bu grubun orta sınıf yani burjuvazi olduğunu iddia eder ki “Onların bitmez tükenmez yersiz talepleri, ihtiyaç dışı mal düşkünlükleri mavi yakalı işçileri köleleştirmiştir” der. İkinciye göre ise insanoğlu için hareket noktası düzensizliktir ve anarşiden beslenir. Yani yolun başında huyu bozuktur. Kavgacıdır, problem çıkartıcıdır. Gayretini bunu düzeltmeye harcar. Birbirine muhalif iki fikir kampının da savunucuları mevcut bugün... Farklı bir çerçevedeyse “Tabiat mı beslenme mi” diye özetlenen soru vardır. Çerçevenin insan üzerindeki tesirini sorgulayan anlayış yaratılışın insanı belirlediğini savunurken kimileri de “Fıtrat insanın kendine ne yön çizeceği konusunda belirleyici olsa da asıl onu şekillendiren çevre faktörleridir” der...
Bu tezlerden hangisinin doğru olduğunu kabul edersek edelim -ki seküler bir okumayla dini esas alan okuma sizi farklı sonuçlara götürecektir burada- sonuçta stabilite ve instabilite arasında sürekli bir çekişme vardır. Gelişmişliğini henüz tamamlayamamış, olgunlaşmamış sistemlerde düzen ve düzensizlik arasındaki çizgi son derece geçişkendir, toplum stabil bir ortamdan karmaşaya geçip düzeni bozulduğunda hiç vakit kaybetmeden kendini yeni duruma adapte eder ve hayat üç aşağı beş yukarı aynı şekilde devam eder. Yani elastikleşmiştir. Katı değildir. Ya endüstriyelleşmesini tamamlamış toplumlarda? Gelişmiş toplumlarda ise düzen esas olduğundan stabilite had safhada hayatın belirleyicisi olmuştur ki bu da insanların herhangi bir başka alternatife artık kendilerini açamadıkları anlamına gelir. En ufak bir değişiklik hayatın kararmasına yeterli sebep teşkil eder ve ortalık karışır.
Amerika’daki hayata baktığımızda ikincinin örneklemesi olduğunu görürüz. Siyasi sistem öyle bir oturaklılık sergiler ki Amerikalı zihin hayatının her alanında istikrarın devam etmesi beklentisi içindedir. Daha doğrusu beklentinin de ötesinde düzeni öylesine içselleştirmiştir ki bunun dışında bir şeyin tecrübe edilebileceğini bile tahayyül edemez. Böyle olunca da değişiklik onu rahatsız eder, değişiklik anında ne yapacağını bilemez hale gelir, eli kolu bağlanır.
11 Eylül saldırıları, örneğin, ABD’yi bir anda böyle bir noktaya getirebilmiştir. Katatoniye giren halk bir süre olayın şokunun tesiri altında kalmıştır. Beklenmedik böyle gelişmeler karşısında felce uğrayan Amerikan zihni hemen düzen arayışına girer. Doğal afetler de benzer etki oluşturur yeni dünyada. Geçen hafta başkent ve çevresinde yaşanan deprem ve onu takip eden Irene kasırgası istikrarın bozulması halinde düzene alışmış bir toplumun nasıl kaosa sürüklenebileceğini gösteren örneklerdir. Deprem beklenmedik bir şekilde vurunca bir asrı aşkın süredir böyle bir şeyi yaşamamış bir coğrafyada hayat durdu. Can kaybının olmaması bir şeyi değiştirmedi. Hayat durdu. Arkasından güneyden kuzeye doğu kıyıları vuran kasırga da hayatın bir kez daha felç olmasına neden oldu. Tabii öncesinde biriktirme furyasıyla beraber dükkanların dolup dolup taştığını gördük. “Aman ha aç kalırız, susuz kalırız” diyen halk ne bulursa toparladı, depoladı. Bir hafta boyunca hazırlıklar yapıldı, geldi gelecek derken Irene vurdu. Kendiyle obsesif kompulsif olan Amerikan toplumu kasırgayı da büyüttü de büyüttü. Şimdi yeni bir kaosa kadar sakinleşme sürecindeler...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.