Kılıçdaroğlu, “İsrail’in Türkiye temsilcisi” mi?
Yayın Kurulu üyelerimizden Hasan Hüseyin Maden’in, İstanbul yakınlarında küçük bir “bahçe”si var... Zaman zaman oraya gider, stres dağıtır.
Bahçede bir kümes yapmış, orada “tavuk” da besliyor...
Ne var ki;
Kümese bir “tilki” dadanmış, her gün veya gün aşırı bir tavuğu götürüyor... Hangi tedbiri alırsa alsın, nafile... Tilki, bir yolunu buluyor.
Günlerden bir gün;
“Bir baktım” diyor, “Tavuklarda hiçbir ses yok... Gayet güzel dolaşıyorlar ortalıkta!..
Aaa, tilki de orada!..
Tavuklar, tilkinin burnunun ucuna kadar sokulmasına rağmen, ne bağırtı var, ne cayırtı!..
Adeta tilki ile tavuklar kardeş olmuş, bir arada yaşıyorlar.”
“Hayret ettim” diyor Hasan Maden...
“Allah, Allah; Tavuklar tilkinin burnunun ucuna kadar sokuluyor ama saldırmıyor... Bunda bir iş olmalı...
Gittim, etrafı kolaçan ettim...
Bir de ne göreyim;
Az ileride tilkinin yuvası var!..
Yuvasında da yavrular!..
Demek ki, yavrularının hayatını riske atmamak için saldırmıyor.
Ehh, bizim tavukların da hayatı garantide olduğuna göre, artık rahat edebilirim.”
Gerçekten de, uzun süre devam etmiş bu durum... Tilki, kümesin yanında ama, tavuklara saldırmıyor!.. Bırakın saldırmayı, tüylerine bile dokunmuyor!..
“Bir gün” diyor, Maden;
Kümesten bir “cayırtı” koptu ki, gittim baktım; tilki, bir tavuğu boğmuş!..
Gittim, “tilkinin yuvası”na!..
Baktım, “yavru”lar yok!..
Demek ki;
Yavrularını “kaçacak” hâle getirdikten sonra, yeniden saldırmaya başlamış!.. Bütün saldırmazlığı, bütün usluluğu, “yavrularını büyütünceye kadar”mış!..
Uzun lâfın kısası;
Tilki, “tilkiliğini” göstermiş!..
Yani, aslına dönmüş!..
İSRAİL DE TİLKİ GİBİ!
Bu olayı niye anlattım?.. Bu olay; günün mânâ ve ehemmiyetini çok güzel anlatıyor.
Malûm;
31 Mayıs 2010’da, Gazze’ye “insanî yardım” götüren Mavi Marmara gemisine saldırıp “9 Türk’ü katleden” İsrail, o günden bu yana “özür dileme ve tazminat ödeme” konusunda git-gel yaşıyordu.
“İsrail kabinesi”nde, “görüş ayrılığı” yaşanıyordu... Bir taraf; “Özür dileyelim, tazminat ödeyelim ve bu meseleyi kapatalım” derken, Avigdor Lieberman gibi “Rus kökenli Yahudiler”in başını çektiği bir grup; “Hayır!.. Ne özür dileyelim, ne tazminat ödeyelim” diyerek, direniyordu!..
Uzatmayalım...
Bu durum, “BM Raporu’nun açıklanması”na kadar sürdü... O zamana kadar, İsrail’de; “Biz de hata yaptık” görüşü ağırlıktaydı...
Ama, ne zaman ki;
“İsrail lobisinin yönlendirmesi” sonucu “İsrail lehinde” bir rapor yayınlandı, işte o zaman İsrail “diklenmeye” başladı.
HANGİ DENİZ HUKUKU?
Öyle ya; BM Raporu’nda, İsrail’in Gazze etrafında sürdürdüğü “abluka”, meşru bir hak olarak görülüyordu... “Mavi Marmara’ya silâhlı müdahale” de, İsrail’in doğal hakkıydı!..
Çünkü İsrail;
“1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi”ne göre hareket etmişti... Bir devlet, “kendi karasularında bir ihlâl” olduğunda müdahale edebilirdi!..
Lütfen dikkat; BM diyordu bunu!..
Oysa; “1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 3. maddesi”ne göre, bir devletin karasuları, “12 mil”le sınırlıydı... 12 milin dışı, “uluslararası su” sayılıyordu...
Bir farkla;
Yabancı bayraklı bir gemi; eğer “haydutluk” yapıyorsa, “uyuşturucu” taşıyorsa ya da “açık denizde izinsiz yayın” yapıyorsa, işte o zaman “müdahale yetkisi”ni kullanabilirdi!..
Ama, lütfen dikkat;
O yetki de, “24 mil”le sınırlı!.. Yani, bir devlet, ancak “olağanüstü durum”larda, 12 mil’in dışında, yani “24 mil’lik bir alan”da müdahale edebilir!..
Peki, sorarım size;
İsrail, sadece “insanî yardım” taşıyan Mavi Marmara’ya “kaç mil”de müdahale etti?..
“Tam 72 mil açıkta!”
Söyleyin Allah aşkına;
“12 veya 24 mil” nerede,
“72 mil” nerede?..
Hal böyleyken; İsrail’in “Gazze ablukası”nı ve “Mavi Marmara’ya müdahalesi”ni “meşru bir hak” olarak gören “BM Raporu”na, ne demeli şimdi?..
Rapor, “İsrail’in elinden çıkmış” gibi!..
“Gibi”si fazla!..
Çünkü, böyle bir raporu, ancak ve ancak “İsrailliler” yazarlardı ki; rapora bakınca, “kimin yazdığı” zaten anlaşılıyor!..
İşte, “İsrail’in kaleminden çıkmış BM Raporu”nun açıklanması üzerine, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, arkasını sağlam duvara dayamanın, yani “kıçını garantiye alma”nın rahatlığı içinde, başladı efelenmeye!..
“Sessiz” ve “sakin” tavrı gitmiş, yerine “şahin” kesilen bir Netanyahu gelmişti!..
“Özür dilememize gerek yok” diyordu... “BM Raporu ortada” diyordu; “Biz haklıyız” diyordu!..
Aynen, “yavrularını kaçacak seviyeye getirmiş tilki” gibi!..
Ne zaman ki, BM Raporu’yla “ülke”sini garantiye aldı, başladı küstahlaşmaya, başladı saldırmaya!..
Arkasında “BM” vardı ya; artık “yalan” da söyleyebilirdi... Söyledi de!..
Bu tür “iftira”lara karşı, içinde “bir tek çakı bıçağı” bile bulunmayan Mavi Marmara’da, “silâh” taşındığı yalanını bile söyledi!..
Aynen, Hasan Hüseyin Maden’in bahçesine dadanan “tilki” gibi!..
Malûm, “tilki”ler, “kurnazlık”larıyla meşhur hayvanlardır!..
Ehh, “Yahudi”ler de, “kurnazlık”ta “tilki”lerden pek geri kalmazlar!..
Tilkiler, nasıl ki; yavrularını ve kendilerini “garanti”ye alıncaya kadar “masum pozları”na bürünür, Netanyahu da, düne kadar “süt dökmüş kedi” gibiydi!..
Ama rapor açıklanınca; kendini “garanti”de gördü ve başladı “saldırgan bir dil” kullanmaya!..
Vay “tilki” vay!..
Vay “Yahudi” vay!..
İSRAİL’İN DERDİ, CHP’Yİ GERDİ!
Benim, bu olayda asıl anlayamadığım taraf, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da, “İsrail ağzı” kullanmaya başlamış olması oldu...
Ne yalan söyleyeyim; Kılıçdaroğlu’nun da, “Netanyahu paraleli”nde sözler sarfedeceğine rüyamda görsem inanmazdım!..
Kılıçdaroğlu, dün demiş ki;
“Şimdi önlem almaya çalışıyoruz. Yarın Gazze ablukasıyla ilgili olarak İsrail çıkacak diyecek ki, ‘BM, benim lehime karar verdi.’ Verdi mi verdi.
Sonucu kim yarattı? Mavi Marmara... Demek ki, en baştan düşüneceksiniz.”
İyi de;
“İsrail’in derdi, CHP’yi niye gerdi” onu anlayamadım!..
Şu hâle bakın;
Netanyahu da bütün suçu Mavi Marmara’ya atıyor, Kılıçdaroğlu da!..
Neymiş; “Mavi Marmara olmasaymış, bütün bu işler olmaz”mış!..
KENYA’DA NE İŞİN VARDI?
İyi de, be adam;
Mavi Marmara, “Gazze’ye insanî yardım” götürmekten başka ne yaptı?.. Ne yani; “İsrail rahatsız olur” diye, Gazze’ye “insanî yardım” götürülmemeli miydi?..
Sormak lâzım Bay Kılıçdaroğlu’na;
O halde, sen niye gittin Kenya’ya?.. Sen niye “insanî yardım” götürdün oradaki “aç” insanlara?..
Sen değil miydin;
“Somali’de Batı’nın çirkin yüzünü gördük” diyen?.. Sen değil miydin, “Somali’yi sömüren Batı’nın, şimdi onları açlığa terk ettiğini” söyleyen?..
Söyle be Kılıçdaroğlu; “Kenya’ya niye gittin?.. Senin Kenya’da ne işin vardı?”
İşte, sen Kenya’ya niye gittiysen, Mavi Marmara da, Gazze’ye onun için gitti!..
Ama, sen şimdi kalkmış; bütün suçu Mavi Marmara’ya yüklüyorsun!..
Bu, ne yaman çelişkidir?..
Ama, sen de haklısın;
“Ergenekon avukatlığı”ndan sonra “İsrail avukatlığı”na soyunan “yoldaş ve candaş” yazarlar, “Hükümeti suçlamaya” başlayınca, sen de “fırsat bu fırsat” deyip, başladın atıp-tutmaya!..
Sırtını “yoldaş ve candaş”lara dayayıp, kendini “garanti”ye aldın ya; saldır, saldırabildiğin kadar!..
Aynen, bahçedeki “tilki” gibi!..
Aynen Netanyahu gibi!..
Yazık... Çok yazık!..
Dedim ya;
“Netanyahu’nun Türkiye şubesi” olacağına rüyamda görsem inanmazdım!..
Netenyahu’yu anlarım da;
Sen neden yahu?!?..
Haa, yeri gelmişken sorayım;
Somali diye, 80 kilometre uzaktaki Kenya’ya gittin... Dün de, “sınır” diye gittiğin yer “Konya” olmasın sakın?!?..
Öyle ya;
Netanyahu “mil”leri karıştırdı, sen de “kilometre”leri karıştırmış olabilirsin!..
Nasıl olsa, “aynı kafada”sınız!..
Yahudi’nin canı mı, malı mı?
Malum; “Yahudiler” için şöyle söylenir:
“Yahudi’nin canını al, malını alma!”
Öyle değil midir?
“Yahudi” için “para” ve “mal” herşeyden önemlidir...
İşte Bekir Hazar, bunu ifade eden çok güzel bir fıkra anlatmış...
Şöyle: Zengin bir Arap rahatsızlanmış.
Ameliyat olması lazım. Acele kan gerekiyor.
Ancak Arap’ın kanı da ender bulunan cinsten.
Tüm dünyayı taramışlar sadece bir İsrailli’de çıkmış benzer kan. İsrailli vermiş kanını, Arap kurtulmuş.
Hastaneden çıkar çıkmaz da;
İsrailli’ye 5 milyon dolar ve bir limuzin hediye etmiş.
Aradan zaman geçmiş.
Arap yine rahatsızlanmış.
Yine kan lazım olmuş, yine İsrailli seve seve vermiş.
Arap hastaneden çıktıktan sonra tek kuruş göndermemiş.
Sadece “Şükran” demiş.
İsrailli bozulmuş.
“Neden ikincisinde cimri çıktın?”
Arap’tan şu cevap gelmiş:
“Artık benim de damarlarımda sizin kanınız dolaşıyor ya habibi.”