Amentü sahibi bir insan portresi
“Esas olan Allah’a layıkıyla kulluktur, bu şeref bize yeter” diyor bir İslâm büyüğü ve “Amentü” sahibi insan portresi olarak Hz. ömer Efendimizi anlatıyor.
Hz. ömer döneminde, bugünkü Suriye ve Filistin toprakları da Müslümanların eline geçmişti. Fetihten sonra, ordu kumandanları, Mescid-i Aksa’nın anahtarlarını isteyince, oranın ileri gelenleri;
-“Biz, Mescid-i Aksa’nın anahtarlarını alacak zatın vasıflarını çok iyi biliyoruz; bu anahtarları ondan başkasına asla veremeyiz” demişlerdi.
Daha onlar, aralarında bu konuyu müzakere ederken, Hz. ömer hazineden bir deve almış, hizmetçisini de yanına katarak yola koyulmuştu. İzzeti tevazu ile atbaşı götüren büyük halife, yanlarındaki tek deveye hizmetçisiyle beraber nöbetleşe olarak binmeyi kararlaştırmış ve bir süre yaya daha sonra da bir müddet deve üzerinde olmak üzere Kudüs önlerine kadar gelmişti.
Onun bu şekilde Mescid-i Aksa’ya yaklaştığını haber alan muzaffer komutanlar;
-“İnşallah, ürdün nehrini geçerken deveye binme sırası Hz. ömer’e gelir. Aksi halde, kendi saraylarında ihtişam ve debdebeden başka bir şey görmeyen Bizans halkı, halifeyi hizmetçisini deveye bindirmiş, kendisi de devenin yularından tutmuş bir halde görürlerse, yanlış mülahazalara girer ve onu hafife alırlar” diyerek dua etmeye durmuşlardı.
Onlar, bu şekilde dua etseler de –takdiri ilahi- tam nehri geçecekleri zaman, yürüme ve devenin yularından tutma sırası yine Hz. ömer’e gelmişti. Onu istikbal eden Müslümanlardan bazıları bu durumu biraz yadırgadıklarını ve Rumlara açılan bir kapı mahiyetindeki o topraklarda İslâm halifesinin böyle görünmesini uygun bulmadıklarını ifade etmek istemişlerdi. Nihayet içlerinden sözü dinlenen birisi;
-“Ya Emirü’l-mü’minin! Büyük bir kalabalık sizi bekliyor; bu insanların önüne bir sultana yaraşır şekilde aziz ve heybetli bir kılık-kıyafetle çıksanız!..” demeye kalkışınca, daha o sözünü bitirmeden; adalet timsali yüce halife;
“Allah bizi İslâm dini ile aziz kılmıştır; bundan başka bir şeyde izzet aramamız beyhudedir. Mademki, bizi aziz eden İslâm’dır; izzeti ve şerefi onun dışında aramayız ve istemeyiz” diyerek sesini yükseltmişti.
Bütün bu olup bitenleri bir köşeden seyreden Kudüs’ün ruhani reisleri;
-“İşte, biz, anahtarları ancak bu zata veririz; çünkü kitaplarımızda haber verilen vasıfların hepsi bu zatta mevcuttur” demiş ve anahtarları Hz. ömer’e teslim etmişlerdi.
Aslında, Hz. ömer Efendimiz gibi bir ruh insanının, başka türlü davranması da düşünülemezdi. Allah’a kul olmayı en büyük iftihar vesilesi sayan ve bunun ötesinde başka şereflere iltifat etmeyen bir insana, izzet ve tevazuu cemeden o halden başkası yakışmazdı.
Zaten o, fakirhane ve sade bir hayat tarzını ihtiyar etmiş, hayatını hep aynı çizgide götürmüş, ömür boyu zahidane yaşamış ve ruh dünyasındaki izzet ve hamiyeti temennasız bir tavır olarak dışa aksettirmişti.
Dolayısıyla, her zamanki hal üzere hareket etmek ona tabii geliyordu; kendini başkalarına beğendirme lüzumu hissetmiyor ve o gayeye matuf gayretleri sun’ilik olarak değerlendiriyordu. öyle bir sun’ilikle kendini ifade etmenin samimiyetsizlik olacağına ve karşı tarafta tereddüt hasıl edeceğine inanıyordu. Bu açıdan, Emirü’l-mü’min’in bir hususiyeti vardı.
Mekke devrinin en tehlikeli iki ömer’inden biri olan ve “Adalet” denilince hemen akla gelen ilk isim Hz. ömer, Efendiler Efendisi (s.a.v.)'e zarar vermeye giderken, aslında kendisinin bir ölü olduğunu ve dirilmeye gittiğini bilmiyordu.
Kız kardeşinin okuduğu ayetlerden etkilenerek hidayete eren ömerlerden biri, “Amentü” insanı olmuştu. Diğeri ise “Fasıkların” başı olarak devam etti. 14 asırdan beri bütün dünya Müslümanları, birini hayırla yâd ederken, diğerini şeytanla birlikte anıyor.
İnsan hürdür, isteyen “Fasıklı ömer’e” uyar. İsteyen “Adaletli ömer’e”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.