Şike nereye gidiyor?

Şike nereye gidiyor?

Neredeyse toplumsal bir özelliğimiz haline gelen, "Önce yapalım sonra düşünürüz..." yani "İstim arkadan gelsin" mantığı artık kurumlara da yansımış durumda.
Yargı gibi hassas bir alanda bile bu yaklaşımın etkisini görmek mümkün.
Anlaşılan düşünme faaliyetini pek sevmiyoruz ve bu yüzden sürekli erteliyoruz.
Alın şike operasyonunu...
Temmuz başında "sporda temiz eller" başlıyor diye umutlandığımız "şike operasyonu" tam böyle bir mantıkla ele alındığı için işin içinden çıkılamaz hale geldi.
Hatırlayın, Savcılığın başlattığı operasyon önce ağırlıkla Fenerbahçe'yi hedefledi.
Oysa futbolla şike ilişkisini sadece F.Bahçe'yle sınırlamak mümkün değildi.
Tepkiler de gelince çark edildi ama ne ilginçtir ki "şike yasası" Nisan 2011'de çıktığı için geriye dönük işletilemezdi.
Bunun yerine federasyon devreye sokuldu. Kanun geriye işlemezdi ama Federasyon geriye giderdi.
Futbol Federasyonu Başkanı Mehmet Ali Aydınlar şöyle diyordu:
"Biz şike yasasıyla bağlı değiliz gerekirse 20 yıl da geriye gidebiliriz." Bu düşünceyle F.Bahçe'nin yanına Trabzonspor, Beşiktaş gibi diğer takımlar da monte edildi.Futbolda "şike" meselesi alenileşmiş ve hemen herkes bir biçimde bu işe bulaşmıştı. Herkes operasyona dahil edileceği için de kimse itiraz edemeyecekti.Ancak böyle hiçbir takım küme düşmeyecekti. Anlaşılan bütün o gelgitlerin, çelişkili açıklamaların nedeni "sonradan düşünmek"ti.
Kısaca daha önceden düşünülmeyen "küme düşme" gibi sert yaptırımın bir şekilde yumuşatılması gerekiyordu. Ancak, maç başladıktan sonra kural değiştirilemezdi. Yani şike operasyonu başladıktan sonra disiplin mevzuatı değiştirilemezdi. Önceden düşünülmeyen ve maç(şike) başladıktan sonra düşünülmeye başlanan mevzuatın değiştirilmesi bir çözüm olabilirdi ama bu çözümün de birilerini kurtarmaya yönelik bir düşünce olması "adalet" duygusunu rencide edebilirdi.
Nitekim Galatasaray'ın bu yönde eleştirileri oldu ama şike yasasından sonra G.Saray'a ait bir delil bulunamadığından 2006 sezonunda yani 5 yıl öncesinde delil arandı. Burada ilginç olan Savcılığın Nisan 2011 öncesine hukuken gidememesine rağmen, G.Saray'ın 2006'ya ait defterlerine inceleme başlatmasıydı.
Anlaşılan delil bulununcaya kadar zamanla sınırlı olmaksızın G.Saray'ın üzerine gidilecektir. Adalet duygusunun yok olmaması için G.Saray örneğinde olduğu gibi; herkesi şikeye dahil etmenin yanında "futbolda temizlik" gibi adil bir slogan da kullanılacak.
Bu güzel duyguda ne kadar samimi olunduğu yukarıdaki süreçten anlaşılıyor. Bu yaklaşımların bize özgü olduğunu en çarpıcı biçimde UEFA kararı gösterdi. Çünkü bizimkiler UEFA'yı hiç hesaba katmamış ki bu noktaya gelindi. UEFA bunun bedelini ödetti. İlk darbeyi F.Bahçe'ye, kulübü Şampiyonlar Ligi'ne almamakla vurdu ve bu darbeyi de Futbol Federasyonu'na yaptırdı.Bu, sonradan düşünmenin bedeliydi.
Avukat Erdal Kılbaşoğlu yapılması gerekenleri şöyle anlattı: "Mahkemeler tutuklama kararlarını kuvvetli delillerin varlığı halinde verir. Ama tutuklama bir tedbirdir, bu nedenle suçun varlığı bakımından kesinlik taşımaz. Dolayısıyla kanımca Federasyon; tutuklama kararı şike nedeniyle verilmiş ise bu karardan sonra bahsi geçen takımlar hakkında yargı kararına paralel olarak, yargı süreci sonuçlanıncaya kadar 'olayın mahiyetine uygun tedbir kararı verip, nihai kararı yargı sürecinden sonrasına' bırakmalıydı. Bu tedbir, 'şampiyonluğun tescil edilmemesi' şeklinde veya başkaca bir tedbir olabilirdi."
Eğer bazı şeyler "önceden düşünülse"ydi Avukat Kılbaşoğlu'nun önerdiği çözüme ulaşılırdı. Çünkü Türkiye'de yargı süreciyle paralel giden disiplin soruşturmalarında, örneğin memur suçlarında genelde tedbir kararı verildiğini ve sonradan mahkemenin nihai kararı sonucunda kesin kararın verildiğini bilmekteyiz.
Dolayısıyla daha önce herkese eşit şekilde uygulanan bu hukuki çözüm iç ve dış kamuoyunun da tepkisini çekmez, UEFA'ya direnilmesi daha kolay olurdu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi