Ben de neler düşünmüşüm...
Polisiye meraklısıysanız dünkü “Katil suç mahalline dönünce...” başlıklı Kulis sizi şaşırtmamıştır. Cinayetlerde dedektifler ilk iş olarak sarı şeritle suç mahallini çevreledikten sonra dikkatlerini etrafa çevirir; katil kalabalık arasında olabilir diye...
İşte gördünüz; bizimkiler de gazetelerine yeniden nefes vermek üzere harekete geçtiklerinde, akıllarına ilk gelen vaktiyle işledikleri cinayet olmuş...
Sıcağı sıcağına neler yazdıklarını dün sundum.
Belki merak edersiniz diye, 27 Nisan (2007) günü Genelkurmay internet sitesine konulan ‘e-muhtıra’ sonrasında kendi yazdıklarımdan bir demeti de sunacağım. Bu sütunun amacının merakları gidermek ve alengirli ortamlarda uyanan kendi kuşkularımı sizlerle paylaşmak olduğunu aklınızdan çıkarmamanız uyarısıyla...
Muhtıranın amacının cumhurbaşkanı seçimi sürecine müdahale olduğu belli. Nitekim, Anayasa Mahkemesi, CHP’nin müracaatıyla açtığı Sabih Kanadoğlu’na ait “367 milletvekili bizzat Meclis’te bulunmadan cumhurbaşkanı seçimi yapılamaz” tezini müdahaleden sonra kabul etti.
Hukuki açıdan iler tutar bir tarafı bulunmadığı halde...
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için askerin hamleleri muhtıra öncesinde başlamıştı aslında; DYP lideri Mehmet Ağar ile ANAP lideri Erkan Mumcu 367’ye ulaşılamasın diye partili milletvekilerinin Meclis’e girmesine izin vermemişlerdi. Her iki lidere üniformalı bir kişinin telefon açarak, “Siz bilirsiniz, ama...” diye başlayan cümlelerle bunu telkin ettiği duyulmuştu.
Telefon eden ile muhtırayı üstlenen ve sonra Dolmabahçe’de Başbakan Tayyip Erdoğan’la görüşen aynı rütbeli kişiydi. Ağar ile Mumcu inkâr etse bile bu neredeyse herkesin bildiği bir sır...
Daha ilk gün şu kuşkumu okurlara aktardım: Bu iş bir erken seçime gider ve sonunda ANAP ile DYP Meclis-dışı kalır. Tıpkı 2002 seçimi öncesinde seçim tarihini erkene aldıran MHP’nin Meclis-dışı kalması gibi...
Sorum şuydu: Asker bunu bile bile nasıl olur da böyle bir müdahalede bulunur? “Bu işin arkasında başka bir iş var” mantığıyla Adam Smith’in ‘görünmez el’ teorisini hatırlattım: “Bugün de böyle bir ‘oyun’ kokusu alıyorum ben... Bir el, sağı-solu tahrik ederek siyasetin dengelerini değiştirme çabasında; ancak istediği olursa, kullandığı güçler değil de yok etmeyi düşündüğü hissini verdiği (Ak Parti) müthiş kazanacak...”
Bu ilk tepkim... Ertesi gün tezimi o sırada Milliyet’i Washington’da temsil eden Yasemin Çongar’ın bir Amerikalı yetkiliyle görüşmesinden hareketle biraz daha geliştirdim. Muhtırayı tasvip etmeyen Çongar adamın ağzından eleştirel bir lâf almak için hayli çaba gösteriyor, ama karşısındaki “Nuh” diyor, “Peygamber” demeye yanaşmıyordu. Lâik demokrasiden tarafmışlar, ama top Anayasa Mahkemesi’ndeymiş...
Mülâkat bu minval üzere devam ediyor, Amerikalı’nın gazeteciye yönelttiği “Erken seçim en erken ne zaman olabilir?” sorusuyla ilginç bir biçimde bitiyordu.
Konuya yabancı olmayan bir dostumun şu sözünü o vesileyle kayıtlara geçirmişim: “DYP ve ANAP’ın yalpalaması yüzünden sağ seçmenin neredeyse bütünü Ak Parti’ye kayar; yüzde 50’ye bile varabilir oyu...”
Erkene alınan seçimde yüzde 47 oy aldı Ak Parti...
Sarsıntıdaki ‘Amiral gemisi’ batmasın diye şimdilerde dördü birarada dümene geçen ‘meşhur yazarlar’ o sıralar ordunun muhtırası üzerinden Ak Parti’yi yaralama kampanyasına kürekle ateş taşıyorlardı. Bense demokrasiye asker eliyle müdahalenin muhtemel sonucuyla ilgili şu soruyu sormuşum, Nisan 2007’de: “Görünmeyen el bu defa Ak Partisiz bir hükümet için mi, yoksa yüzde 50 oyla liderini Çankaya’ya çıkarabilecek güce kavuşmuş bir Ak Parti için mi müdahale ediyor dersiniz? Ha, ne dersiniz?”
Kayıktan yazan beni dinleyecek değillerdi ya, ‘Amiral gemisi’nin peşine takıldılar...
Liderini Çankaya’ya 2014 yılında çıkardığında Ak Parti, eski öngörümü bir kez daha tekrarlarsam sakın kızmayın, emi...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.