Cemiyeti Akvam’dan Birleşmiş Milletler’e Said Halim PaşaR
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta Birleşmiş Milletler’de yaptığı tarihî konuşma, bugünkü dünya sistemine karşı sert (ve yerinde) eleştiriler ihtiva ediyordu ve bu yüzden “dünya sistemini silkeleyen” bir konuşma olarak nitelendirildi. Türkiye, Birleşmiş Milletler’e erken zamanda üye oldu, son yıllara kadar da, daha çok dinleyici, izleyici konumunda kaldı. İlk defa Başbakan Tayyip Erdoğan BM kürsüsünden güçlü bir belagatla Türkiye’nin farklı bir konumda olduğunu açıkca beyan etti. Başbakan Erdoğan’ın eleştirileri şu şekilde özetlenebilir: BM beklentilere cevap vermiyor, belli ülkelerin çıkarlarına hizmet ediyor ve onların vesayeti doğrultusunda çalışıyor. Bütün insanlığın hukukunu korumakta bu yüzden âciz kalıyor... Cemiyeti Akvam veya “Milletler Cemiyeti”, şimdiki Birleşmiş Milletler’in provası sayılabilir. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra galip devletler dünya sistemini kontrol etmek için Avrupa’da böyle bir teşekküle vücut vermiştir. Bu sistem iflas ettiği için veya güç merkezi 2. Dünya Savaşı ile ABD’ye geçtiğinden, bu sefer ABD’de Birleşmiş Milletler kurulmuştur. Her iki milletlerarası teşkilatın şu ortak amacı gerçekleştirmek için kurulduğunu söylemek mümkündür: Devletler arası anlaşmazlıkları barış yoluyla çözmek ve barışı süreklileştirmek... 21. yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Birleşmiş Milletler’i eleştirirken, ondan doksan yıl önce, Osmanlı’nın eski Sadrazamı Said Halim Paşa, kurulacak olan Cemiyeti Akvam’la ilgili görüşlerini sürgünde bulunduğu Malta’dan İngiliz başvekiline, ABD başkanına ve Fransız başbakanına kendi dillerinde mektuplar yazarak iletmişti. Said Halim Paşa, ancak özeti bugüne ulaşan 30 sayfalık bu mektubunda, batılı güçlerin bir an evvel parçalamak için çalıştıkları Osmanlı Devleti’nin yerini tek bir devletin doldurabileceğini söylemektedir: Osmanlı Devleti. Yalnız Osmanlılar, idaresi altına aldığı farklı ırk, din ve dillerdeki insan kitlelerini örf, hayat tarzı ve mizaçlarına saygı göstererek yönetmiş, bu toplulukların bir otorite tarafından yönetilmemesi halinde birbirini ifna etmesinin önüne geçmiştir. Osmanlı, Milletler Cemiyeti ile sadece vaadedilenlerden daha fazlasını uygulamıştır. Eşref Sencer Kuşbaşı’nın özetlediği metinde yer alan şu ifadeler bilhassa dikkat çekicidir: “Osmanlı Devleti’ni cihan çok arayacak ve onun elinden alınmış yerlerde kurulan, yetersiz ve sun’î devletler, ne idarelerine tevdi ve emanet edilmiş halka, ne de devletler manzumesine faydalı, şerefli bir hizmet ifa edemeycekler, bu topraklar üzerinde hâkimiyet ve ayrılık kavgası son bulmayacaktır.” (bkz. Buhranlarımız. Yayına haz. Ertuğrul Düzdağ) Bu sene Said Halim Paşa’nın şehid edilişinin 90. yıldönümü. (6 aralık 1921’de sürgünden sonra ikamete mecbur kaldığı Roma’da bir Ermeni komitacısı tarafından alnından vurularak şehid edilmiştir.) Said Halim Paşa, fikir adamı kimliği ile Osmanlı Devleti’nin son döneminde İslâm toplumunun farklı bir siyaset ve yönetim anlayışı ile ayağa kalkabileceğini ve dünyanın ihtiyacı olan adaleti böylece temin edeceğini söylüyordu. 3 yıl sadrazamlık yapmasına ve aynı zamanda birinci sınıf bir fikir adamı olmasına rağmen, Said Halim Paşa uzun yıllar unutulmuştur. Bugün ancak tarihle ve fikir hayatımızla yakından ilgilenenlerin önemini anlayabildiği bir şahsiyettir. Bugün Türkiye, resmî ideolojinin kalıplarının ötesinde bir noktaya ulaşmıştır. Dünya sisteminde halefi olduğu Osmanlı’nın oynadığı role benzer bir rol oynama noktasına yaklaşmıştır. Son gelişmeler de gösteriyor ki, 20. yüzyılın en önemli siyasî hadisesi, Rus Çarlığı’nın Sosyalist bir devrimle yıkılması değil, Osmanlı Devleti’nin emperyalistler eliyle yok edilmesidir. Osmanlı’yı emperyalist emelleri önünde engel olarak gören batı sistemi, onu yıkmakla kalmamış, mirası üzerinde istediği şekilde tasarrufta bulunmuş, Filistin’de sentetik bir Yahudi devleti kurarak bölge üzerindeki tahakkümünü süreklileştirmek istemiştir. Bugün bu sistemin artık kilitlendiği, işlemez halde geldiği açıkça görülüyor. Batının kurduğu yapılar, batı sistemini de rahatsız edecek bir noktaya gelmiştir. Ortadoğu’yu diktatörler eliyle kontrol eden batı sistemi, bu safralarını feda ederek farklı bir yapıya doğru evrilmeye razı olmuş görünmektedir. İşte bu noktada Türkiye’nin nâzım rolü ortaya çıkmaktadır. Fakat asıl mesele, bu coğrafyaya sentetik olarak sokulmuş olan İsrail devletinin ne olacağıdır. Said Halim Paşa, fikri eserleriyle zamanında “İslâmcı” olarak adlandırılmıştı. Dış dünyanın Türkiye başbakanını şimdi aynı sıfatla anması tarihin bir cilvesi sayılabilir mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.