“Hasta Anneler Ülkesi” nin Şairi-1
Bâzan bir şiir ve nesir tek başına bir mevzuu kitap çapında ihata eder ve gayesine sonuna kadar sektirmeden yürür. Mevzuun ana fikrini ve duygusunu en neşideli, en hüzünlü ve en kesif kelime veya mısralarla ifade eder, okuyanın yüreğini ve dimağını çepeçevre sarar. Böyle bir metni okuyan, mevzuun bütün mâna, duygu ve hadiselerini kare kare yaşamanın hazzına erer.
Şair ve hikâye yazarı Hasan Ejderha’nın “Hasta Anneler Ülkesi” başlıklı şiiri bu hususiyetleri bütünüyle taşıyan bir şiirdir. Adıyla, mevzuuyla, mısralarıyla ilk kez yazılmış bir şiir. Şair, daha önce ifade edilmemiş, birbiriyle bütünlük içinde tutuk yapmadan, akıcılığını sekteye uğratmadan fikrin ve duygunun âhenkli bir şekilde tecessüm ettiği hüzünlü bir şiir meydana getirmiş.
Şiir, hasta bir anneye yazılmış. Şair oğul annesiyle geçen çocukluğundan bu yana hâtıralarını, duyuşlarını, hayata bakışını annesinin varlığıyla bütünleştirerek vecdle anlatıyor. Şiir ustaları okuyunca takdir edeceklerdir ki “Hasta Anneler Ülkesi” şiiri son zamanlarda yazılmış en yeni şiirlerden biri olup, şiirdeki çağrışımlar ilk defa Hasan Ejderha’nın elemli mısralarıyla ifade edilmiş. Şiirin gücü, ölümün yoklaması muhtemel olan ânları yaşayan hasta annenin varlığı ve yokluğu, şair oğulun yüreğinden fışkıran merhamet, sevgi ve hüzün yüklü mısra kalıplarına dökülüşündedir:
“Hasta anneler ülkesinde yetimdir yüreğim / Üşüyeceğim anne baksana yüzüme / Ellerim ve yüreğim ve aklım üşüyecek / Düşleyecek ne varsa düşledim / Şimdi hasta anneler ülkesinde bir prensim / Dersim, annemin gözlerini ezber etmek / Okumak ne varsa orada.”
Hz. Veysel Karâni’nin kavuştuğu bütün ihsan ve manevî dereceler hasta annesine yaptığı iyilik sebebiyledir. Şair oğul, âdeta Hz. Veysel Karani gibi bütün hayatını bakıma muhtaç hasta annesinin üstüne kuruyor. Hasta anne, şair oğulun hayata tutunduğu kuşatıcı bir kadındır. O bakımdandır ki şair, hasta annesi için bütün fedakârlıklara hazır bir mü’min davranışı içindedir. Hasta annesine bakmak, şair için her türlü dünya lezzetinden ve kendi hususi hayatından önemlidir:
“Ankara’da bir hastane avlusunda / Biriktirdiğim göz yaşlarıma karıştırmak okuduklarımı / Dilekçemi sunmak, uyuşan dizlerimden çekilen kanla / Canla başla biriktirdiğim umutlarıma bir yenisini katmak / Haykırmak içimin derinliklerine sonra / Annemin elinden öptüğüm duaların üstüne / Tüm bunların umutlarımı, göz yaşlarımı koymak / Doymak, anne bakışlarının en derinine.”
Şair, “Hasta Anneler Ülkesi” başlığıyla çoğul bir çağrışım yaptırarak, ülkesinin bütün hasta annelerini veya dünyanın her yerini kastetmiş olabilir. Duygularını keyfiyet ve kemmiyet olarak yalnızca kendi hasta annesi ile sınırlandırmak isteseydi şiirinin adını “Hasta Annemin Hayatı” yahut “Hasta Annemin Düşündürdükleri” şeklinde de koyabilirdi. Şiirin adını şöyle anlamamak gerek: Sanki bir ülke var ki, o ülkede yaşayan bütün anneler hasta veya muhtemel bir ölümü bekliyorlar. Böyle bir anlama tarzı düz bir mantıkla okuyan için geçerlidir. Oysa edebî sanatlarda ifade ve çağrışım sınırı geniştir.
Şiirde sıkça kullanılan “Ülke” kelimesi vatan, memleket anlamına gelse de, şaire göre hasta annelerin yaşadığı bir mekân ve zamanla aynîleşmiştir. Annelerin hasta olarak yaşadığı hüznün veya ölümün mukadder olduğu bir zamandır. “Hasta Anneler Ülkesi” başlığı dar mânada bir hastanedir. Fakat şairin, yüreğini kanatırcasına kastettiği geniş mâna olarak bütün hasta annelerin elem ve hüzün zamanını yaşadığı bir ülkenin tamamıdır. Varlıklarından, sevgi ve merhametlerinden ayrılamadığımız annelerin hasta olarak kaldığı, bir mânada ağır dünya ezasına tâbi tutulduğu acı çektiren bir mekândır. Şair, şiirin adıyla bütün anne ve çocukların sevgi üzerine kurulmuş birlikteliklerine de mesaj veriyor:
“Zayıf ferine aldırmadan gözlerinin,bebekliğimi görmek orada / Bir tebessümle büyüyüp, aldığım şefkati iade etmek cömertçe / Mertçe yaptığım sokak kavgaları dönüşü ve bir bisikletten düşüşü / Dizimdeki yara ile anneme sunduğum acıların / İleri ki yaşlarda çektiğim sancıların, anne şefkatiyle tedavisinin / Bedelini öder gibi, sunmalıyım kat kat şefkati / Bayatî bir şarkıdan alınmış bir mısraı ya da hüzzam bir faslı / Dinler gibi geçmeli çocukluğum gözlerimin önünden.”
Şair oğul, hasta annesinin başucunda derin ıstıraplı duygular yaşamaktadır. Yüreği olan her insanı hüzünlere gark’edecek mısralarla bu duygularını ortaya koyuyor. Hasta annesinin, bilmediği kaderi karşısında Kur’an-ı Kerim’in “Sizi hastalıkla, belâ ile imtihan ederiz” âyetlerine ters düşmeden, fakat yer yer çocuk zamanlarını hatırladığı son derece akıcı ve tasvirli duygularla isyanları da vardır:
“Hasta anneler ülkesinde ölmekten korkarım / Her yer soğuk donarım / Lakin yüreği sıcak, ıpılık bakar gözleri annemin / Ninemin saçlarını mı almış ne, apak / Korkarak bakışımdan, ben bile ürkerim, saçlarına annemin / Ninemin gidişi gibi ele sallamakta beyazlığı / ‘Saçları ak olunca nine olur anneler / Nine olunca ölür anneler’ diye bir söz duymuştum / Hayır! Ben uydurmuştum, yok böyle bir söz / Öyleyse içimdeki köz, neden yanar habire.”
Şairin bütün yürek gücü annesinden neşet eder. Hasta annesiyle yaşadığı çocukluk ve geniş hâtıralar dönemini çarpıcı, anlamlı ve daha önce söylenmemiş mısralarla dile getiriyor. Hayatındaki mutlulukları, sevinçleri, üzüntüleri, yaşadığı çevreyi, akrabaları annesi üzerinden tasvir ediyor. Her şeyi çok sevdiği annesinin eteğine tutunmuş, onun sıcaklığına sığınmış ve hiç büyümeyen bir çocuk duygusuyla anlatıyor:
“Sedire uzanmış babam neden kaygılı ve üzgün / Dünyanın bütün anneleri hasta gelir bana / Dayana dayana biriktirdiğim acılar ve sancılar / Birlikte saldırır bütün azalarıma / Neden acı çekilince bitmez, dayandıkça birikir / Zikir çeker dervişler gibi kaplar ruhumu cezbe / İzbe bir köşesinden odanın ağlarım göklere ve yere / Annelere adanmış şiirler söylemeliyim ve bebeklerine hasret annelerine.”
Şair oğulda mâzi bütünüyle annesinin kuşatıcı varlığıyla aynîlik kazanmıştır. Mâzi, anne ve onun etrafında gelişen bir hayattır. Köyde, kırda, bağda, bahçede ve tarlada annesi, kucağında yaşanılan bir sinegâhtır. Annenin dili, eli ve gönlü hayatın her ânında bir çekim merkezi durumundadır. Şair, bir gurbet hastanesinde hasta annesinin başındayken sık sık annesiyle birlikte geçirdiği mâziyi hatırlar. Çok anlamlı ve ilk kez söylenilen destansı mısralarla dile getirir annesi üzerinden görüp yaşadıklarını. Zaman zaman annesinin hasta olmadan önceki neşideli yıllarına gönderme yapar, coşkulu günleri arar ve hayata çocukça bir duyguyla sitem eder:
“Hasta anneler ülkesinde kalmaktan korkarım / Yakarım yarım kalmış bir şiiri annemin hatırına / Annemin hasta kartına notlar alan hemşireyi / Kaç mısra ile yazabilirim ki?/ İki satır reçeteyi on günde yazan doktoru ya da / Rüyada bile olsa koşsaydım annemle, ayaklarını görürdüm / İşte o zaman annem de hürdü, ben de hürdüm / Şimdi gördüğüm, varla yok arası ayakları annemin.”
Şüphesiz şairin annesine bağlılığında, Batı’nın “anneye dönüş” psikolojisiyle aslâ bir benzerliği yoktur. Annesine olan sevgisinde ve onun muhtemel yokluğunda hissettiği düşünceler İslâm akidelerine ters değildir, bilâkis inançlarına bağlıdır. Şiirinde, anneleri ölen çocukların duygularını yansıtırken, varlığına bağlanılan bir insanın ölümü karşısında “hiçlik”, “çırpınış” ve “çâresizlik” duygusu yoktur. Duygularını mısralaştırırken ayağını yere sağlam basıyor ve inanç merkezini aslâ kaybetmiyor. Annelerin ölümü ve ayrılığı karşısında iki ucu açık bir sonsuzluk anlayışı vardır. Yani çocukların, anneleriyle ahirette buluşacağına dair sevinçleri mısraların zımnında yatmaktadır. Şair, anneleri ölen çocukları bu inançla teselli ediyor:
“Amin diyerek sonunda, öğrendiğim duaların hepsi anneme şimdi / Bir Hüseynî şarkı gibi / Ağıtlar yakar annenin biri / Çalışmaz ayağı ölü ayakları gibi, oysa yüreği dipdiri / Annem yatar başucumda, bakarım / Annemin yüreğiyle anneme ağıtlar yakarım.”
“Hasta Anneler Ülkesi”nde doktor, hemşire, hasta bakıcı olabilirsiniz. Âmenna! Fakat “Hasta Anneler Ülkesi”nin şairi olabilir misiniz? Buna muamelenizle, merhamet ve fedakârlığınızla, mü’min insanlığınızla ve dahi yüreğinizden fışkıran kelimelerinizle hazır mısınız? “Hasta Anneler Ülkesi”nin doktoru, hemşiresi, hasta bakıcısı olmak meslekî ve insanî bir vazifedir. Fakat “Hasta Anneler Ülkesi”nin şairi olmak yüreği yanında özge bir oğul olmak ve ulu bir dervişin vasıflarını yüklenmektir. Bütün hasta annelerin acılarını sahiplenmek, onların hüzünlü kalbinin üstüne kırk ikindi yağmurları gibi gözyaşlarıyla yağmaktır:
“Hasta anneler ülkesinde çocuk olmaktan korkarım / Oyuncaklarımı ne ki annem olmadan / Annem olmadan artık çocuk olamam ben / Ney gibi inleyen sesi annemin / Ah anne...Hep üzerimde olsun isterim ellerin / Türkülerin en acıtan yerinde / Sen gelirsin aklıma / Duaların kaplamalı varlığımı / Kanımı dondurmalı ikazla bakınca gözlerin / Sözlerini takıp kulaklarıma yollar aşmalıyım.”
“Hasta Anneler Ülkesi”nde şair, insiyakî olarak sadece evlâtlık vazifesini yapan sıradan bir oğul değildir. Annesinin şahsında ülkesinin bütün annelerine ağlayan, onların hasta hayatlarını paylaşan, ıstıraplarını yüreğinde hisseden recüliyet sahibi erdemli biridir:
“Hasta anneler ülkesinden gelmekten korkarım / Yanımda olmadan annem, çıkamam hiçbir yola / Her şeye hasta annemin gözlerinden bakarım / Korkularım cam kırığı, bir aşure tası kadar bereketli / Umutlarıma koşmalıyım, haykırmalıyım sonra habbe habbe / Tesbihi araşınlayan parmaklarım akmalı zaman / Ezana yakın bağdaş kurarak bekleyen babamın saçları / Karışmalı ruhumun derinliklerine abdest ıslaklığıyla / Yayla yollarında bıraktığım çobanlığım / Ya da amele çocukluğuma dönmeliyim belki / Ak çadırların kararan direkleri tarlalara dönüşürken / Çocukluğumdan dönüşen adam bu mu, ürkek kaygılı / Hasta anneler ülkesinin sakini, bu adam ben miyim /
Şair, hasta olan ve ölen annelerin çocuklarının duygularını da Türk şiirinde ilk defa temiz bir Türkçe’yle hakikaten anlamlı ve yerli bir bakışla tasvir ediyor. Mevzuun tasvirlerinde, duygu ve düşüncelerinde aslâ fantezi ve ham hayâl ifadeler yok. Bütünüyle yaşadıklarımız ve hissettiklerimizdir. İçimizde, komşumuzda, mahallemizde sıkça duyup yaşadığımız hüzünlü hayat gerçekleridir:
“Nergiz toplamak için yürüdüğüm dağlar / Bir sümbül için tırmandığım kayalardan ne kaldı / Ah çocuk olsam, sapasağlam olsa annem yanımda / Yürüsem kırlara baharda, şimdi kitaplarda / Görmek ağırıma gidiyor tüm bunları, bu güzellikleri / Hasatı kalkmış harman yeri kadar yalnız kaldı yüreğim / Bir de kitaplarım, öykülerim, şiirlerim / Elimde kalansa, hasta anneler ülkesindeki prensliğim.”
Şiir, hasta anneye yazılmış bir mersiye değildir. Abdülhak Hamid’in “Makber”indeki boğucu, yaradanına sitem eden, mevta sevgiliyi idolleştiren ve bir ucu kapalı trajik simsiyah bir dünya yoktur. Hasta annesinin muhtemel durumları karşısında daima bağlı olduğu inançlarıyla hareket eder, bu inanç etrafında oluşan hayatın hiçbir unsurundan vazgeçmez. Aydınlık bir dünyanın varlığının kendisini kuşatacağına inancının kaybetmez:
“Na’şına salâlar biriktirir gök, ve toprak ve hasret ve çamur / Hamur pişmiş, on bir ay kadar yakın sultana ve cana / Hangi yana doğrulup da baksa babam sefil / Efil efil ezanlar eser minarelerden sabamakamı ve güneş / Diriliş ilk ışıklarla yatak içinde leğene dökülür abdest suları / Annem kadar bir hüzün yüreğime akar kollarından annemin / Benim yüzüm haykırır titreyen sesine, sükûtun tersine bir ağıt / Kağıt kalem kadar soylu bir dimağ bölünen sesleri arar / Yarar toprağı merhem, muhtaç bana şimdi toprak soğudu /Ağıdı kadardır yüreği, anneyse okuyan beni.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.