Zehir ve panzehir
Mustafa Altıoklar gibi kimi Türk olduğunu söyleyenler ‘Bir Türk olarak Kürtlerin konumunda ben olsaydım dağa çıkardım’ gibisinden fantezi veya zevzeklik yapıyorlar. Lakin işin hiç şakaya gelir tarafı yok. Zira bu sözlerin bedelini bir biçimde masumlar ödüyor. Bu hususta yapıcı olmak gerekir. Canı dağa çıkmak isteyenler çıkabilir lakin ekranlarda kışkırtıcılık yaparak ucuz yöntemlerle dağın gücünü pekiştirmek isteyenler elbette ki hacimlerinin dışında örgüte katkıda bulunuyorlar. Böyle dağın gönüllü destekçileri varken elbette ki işimiz zor. Denildiği gibi, böyle dost varken düşmana gerek yok. PKK meselesi bir turnusol kağıdı. Yapıcı olanlarla olmayanları birbirinden ayırıyor. Zehir ve panzehiri tefrik ediyor. Doğrudan veya dolaylı olarak PKK’ya destek çıkan çok sayıda ses var. Hem nalına hem mıhına vuran ve gri alanı temsil ve teşkil eden liberal kesimler de var. Bu kesimler arasında özellikle de Cengiz Çandar ve Hasan Cemal gibiler öne çıkıyorlar. Hasan Cemal, PKK’yı istihfaf eden bir biçimde onların Baader Meinhof gibi bir örgüt olmadığını savunuyor. Sanki hayır cemiyeti! İşte 11 Eylül’ün akil adamlarından Hasan Cemal işte bu noktada isabet buyuruyor. Gerçekten de PKK, Baader Meinhof değil. Baader Meinhof örgütü her türlü boyaya giren pragmatik bir örgüt değil. Nokta eylemler yapan ve geçmişe kalan bir örgüt. Lakin PKK ideolojisini ve her şeyini pazarlayan bir örgüt. Bir eli dinde diğer eli Marks’ta. Ve Baader Meinhof’dan farklı olarak kitlelere hitap eden ve kitlelere mal olmuş bir hareket. Maalesef bu böyle. Böyle olması onu Baader Mainhof’tan daha faziletli kılmaz. Belki daha korkunç ve daha tehlikeli hale getirir. Bu gelinen noktada devletin de kabahati olduğunu reddetmiyoruz. Lakin her yanlışa silahlı mukabele edilecek olursa dünyada ne düzen ne de huzur kalır.
¥
Gri alanda duran liberallerin yapıcı olmaları mümkün değil. Sadece PKK onların zemininden güç devşiriyor. Dolayısıyla bu ülkenin tutkal ve çimentosu arasında maalesef liberalleri göremiyoruz. Ulusalcıları, ayrılıkçıları ve liberalleri bir kenara koyduğumuzda geriye yapıcı tek unsur kalıyor. İslami kesimler. Bunlar arasında tam istikamet üzerinde olanlar ise azın azı pozisyonunda. PKK ve yandaşlarının bu ülkenin tadını tuzunu kaçıran bir zehir hükmünde olduklarını biliyoruz. Peki bu zehrin panzehirini kim veya kimler temsil ediyor? Kıvırmadan ve yalpalamadan İslami kesimlerin ve özellikle de Risale-i Nur eksenli çabaların panzehiri temsil ettiğini görüyoruz. Zira onlar ortak ve geçişli alanı temsil ediyorlar. 1 Ekim (2011) Ankara-Kızılcahamam’da Risale Akademi tarafından organize edilen ‘Münazarat Ekseninde Milliyet Fikri ve Demokrasi’ Konferansında PKK ve benzeri yapılanmaların zehir olduğunu anlattıktan sonra Risale-i Nur’un panzehir hükmünde olduğuna değindim. Aynu’l Calut öncesi Mısır Mehmet Akif’in deyimiyle İslam’ın son ordusudur ve Moğollar Mısır kapısına dayanmışlardır. Eyyübilerin son sultanı da sabi ve çocuktur. Vasileri tarafından idare edilmektedir. Sultanu’l ulema İzzettin bin Abdusselam tarihin akışını değiştirir ve iktidarı ödünç olarak mutabakatla Muzaffer Kutz’a devreder. Moğollar, Tatarlar olarak anılmaktadır ve yanlarında da Türk ve Müslüman milletlerden çeriler ve askerler vardır. Mısır Ordusu da Muzaffer Kutz ve Baybars’ın şahsında Türk’tür. Bundan dolayı bazı Mısırlı şairler bu manzara karşısında şunları söylemekten kendilerini alamamışlardır: Hüm kavmun dauhum ve devauhum minhum. Yani onlar öyle bir kavimdir ki, zehirleri de panzehirleri de kendilerindendir. Bunu bugün Kürtçülük meselesine de uyarlayabiliriz. PKK ve bileşkesi kesinlikle zehri temsil ederken Risale-i Nur ise panzehiri temsil etmektedir. Dolayısıyla Kürtlerin de zehirleri ve panzehirleri kendilerindendir. Zira Risale-i Nur muhabbet mesleğidir ve husumete vakti yoktur. Asayişin bekçisidir. Yöntem olarak müspet hareketi esas almıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.