Dış politika eleştirileri: İnsaf yahu...
Farklı bir iktidar olarak AK Parti hükümeti, dış politikada iki eleştirinin hedefi oluyor. Birincisi "statüko-laik kesim-vesayetçi elitler" ile ifade edilen çevrelerin eleştirisi.
Ana tema; AK Parti, Türkiye'yi şeriat devletine götürüyor, dış politikada Batı ekseninden uzaklaştırmaya çalışıyor... Kuvvetli medya desteği ile yürütülen suçlama furyasının, eleştiri amacını aşan yönünü de unutmamak lazım. Ne yapıp edip AK Parti iktidarını sonlandırmak, bunun için de bir kaos zemini hazırlamak. Devam eden darbe teşebbüsü davalarının iddianamelerinde, bu konuda bolca örnek bulmak mümkün...
Hazmedilemeyen, bir türlü kabullenilemeyen, AK Parti'nin "İslamî" kimliğidir. Başta Cumhurbaşkanı Gül olmak üzere, Meclis Başkanı'nın, Başbakan'ın, pek çok bakanın eşlerinin başlarının kapalı olması, bir jurnalleme malzemesi yapılıyor: "Bunlar Türkiye'de yaşam tarzlarını değiştirecek..." Başörtüsüne, özgürlük konusu olarak bakmaya yanaşmayan bu çevreler, örtüyü "siyasal bir simge" ilan edip, laik-dindar ayrışması için sembolik hedef haline getirdiler. Hatırlayınız; hükümetin, ne programında, ne de 10 yıla yaklaşan icraatlarında, demokratik laikliğe karşı tek örnek olmamasına rağmen AK Parti, başörtüsü yüzünden kapatılmak istendi. Başörtüsünü üniversitelerde serbest bırakmak amacıyla yapılan anayasa değişikliğine destek verdiği için kapatılmaktan bir oyla kurtuldu, ancak hazine yardımından mahrumiyet cezası aldı. Bunları neden hatırlatıyorum? Başörtüsü, sadece içeride bir hedef saptırma, gündem değiştirme malzemesi değil. Dış politikada da yıpratma bahanesi olarak ortaya sürülüyor. Hem de İslam coğrafyasında... Neymiş, bizim Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın, Dışişleri Bakanı'nın eşleri başörtülüymüş ve biz kötü örnek oluyormuşuz. Çünkü Türk cumhuriyetlerinde, Ortadoğu'da ve İslam ülkelerinin çoğunda aynı görevdeki insanların eşlerinin başı açık imiş... O liderler, halkları nezdinde zor durumda kalıyormuş... Böylece onların içişlerine müdahale etmiş oluyormuşuz... Batı'ya, "bunlar eksen değiştirmek istiyor" jurnali, Doğu'ya da "aman dikkat edin" fitnesi...
İkinci eleştiri, "dindar" bilinen bazı kesimlerden geliyor. AK Parti'nin, muhafazakâr kimliğine rağmen Batı politikalarına teslim olduğu iddia ediliyor. Ben isterdim ki, bu eleştiri sahipleri, Türkiye'nin NATO üyeliği, AB üyeliği konularında net konuşup yazsınlar. Türkiye NATO'dan çıkmalı mıdır? AB üyeliğinden vazgeçmeli midir? Bunları söyleyenler var. Bunda kızılacak bir şey yok. Bu da bir görüştür. Ancak biz o zaman şunu sorma hakkına sahibiz: Türkiye NATO'dan çıkacaksa, Batı ittifakından ayrılacaksa, sizin alternatifiniz nedir? Türkiye yeni bir pakt mı kurmalıdır? Kendi başına hareket imkânı veren bir silahlı güç merkezi mi teşkil edilmelidir? ABD'nin ve AB'nin sözünden çıkıp hangi ülkeler bu birliğe girebilir?
Türkiye'nin; Türk cumhuriyetleri, Ortadoğu ülkeleri, Afrika ve İslam coğrafyası ile daha fazla, daha yakın, daha geniş her türlü ilişkiyi kurması, geliştirmesi hem hakkı, hem ihtiyacıdır. Buna kimse hayır diyemez. Ama gerçeklere gözünü kapatıp, kabadayılık damarıyla ayrı baş çekmeye kalkması, bedelini koskoca bir milletin ödeyeceği macera olur.
Ben de Türkiye'nin, adaletsiz ve sömürgecilerin insafındaki şu dünyada, söz kesen, mühür basan, inisiyatif kullanan güçlü bir devlet olmasını istiyorum. Çok şükür o yönde yıldızımız da parlıyor. Şüphesiz, "bu hükümet hiç eleştirilmesin" demiyorum. Ama insaf elden bırakılmasın. "Komşularla sıfır sorun" istemek bir vizyonun ifadesidir. "Biz problem istemiyoruz" demektir. Bunun nesi yanlış? Siz problem istemiyorsunuz ama komşularınız size rağmen problem çıkarıyorsa, İsrail özür dilesin diye sabrın sınırlarını zorladığınız halde adam diklenmeye devam ediyorsa, "Arap Baharı" ile gelen değişim karşısında zalim diktatörler paniğe kapılıp kendi halklarına kurşun sıkıyorsa, Türkiye seyretmeli midir? Hırsızın hiç mi kabahati yok yahu?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.