Gök ekini biçmiş gibi
Fatih camiinde iki cenaze namazı kıldım. Her ikisi de unutulmayacak ibretlik dersler verdi. Birincisi sadece İstanbul ve Türkiye'nin değil bütün dünyanın bildiği cenaze namazıydı. Başbakanın annesi Tenzile Erdoğan merhumenin cenazesi.
Bu cenaze bize iki hususu hatırlattı. Birisi ölümün gerçekliği diğeri ise kıskanılacak bir anne sevgisi. Dünyayı titreten bir başbakanın dudaklarının titrediğini, sonra gözlerinden yaşlar aktığını görmek dost düşman herkesi derinden etkiledi. Hele sıradan hafızlara bile taş çıkartacak şekilde 'infitar' suresini tilavet etmesi hafızalarımızda unutulmayacak izler bıraktı. Böyle bir başbakana sahip olduğumuz için İslam dünyasının bize gıptayla baktığından eminim. Allah tenzile anneye rahmetiyle muamele buyursun ve başbakanımızı istikametten ayırmasın.
Başbakanımızın acısı tazeliğini korurken Pazar günü yakınlarını ve tanıyanlarını hüzne boğan bir acı haber daha geldi. Düzce'de meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybedenlerden biri de Mustafa Çalık'tı.
Mustafa henüz 16 yaşındayken,1990 Kasımında haftalık olarak yayınlamaya başladığım Yörünge'nin ofis boyu idi. Gözleri ışıl ışıl parlayan heyecanlı, masum ve mahcup bir Anadolu çocuğuydu. Dergide herkesin eli ayağı oydu, girişkendi, hiçbir şeye erinmezdi yüksünmezdi. İstisnasız herkes Mustafa'yı severdi.
Mustafa birkaç ay sonra yanlış hatırlamıyorsam yarıda kalan tahsilini tamamlamak için memleketi Ünye'ye döndü. Orada Yörünge'nin temsilciliğini de üstlendi. 7-8 adet sattığımız Yörünge Mustafa ile Ünye'de 100'e yakın okuyucuya kavuşmuştu. Mustafa zaman zaman da haber gönderen bir temsilciydi.
Birkaç sene sonra Mustafa İstanbul'a döndü ve bu sefer Yörünge'de muhabir olarak göreve başladı. Hevesliydi, heyecanlıydı, önceden olduğu gibi o zaman da dergide çalışan herkesin muhabbetini kazanmış pırıl pırıl bir gençti Mustafa. O bizim acar muhabirimizdi.
1994-1997 yılları arasında özellikle Avrupa'daki okurlarımızın ısrarlı talepleri üzerine Sena adında bir aile dergisi yayınlamıştık. Çalışanlarının tamamı hanımlardan oluşuyordu ve Yörünge'nin dördüncü katını Sena'ya tahsis etmiştik. Bir dönem eşimin de yazı işlerini deruhte ettiği Sena'ya genç kızlar da gidip geliyordu. Küçük kızım Hafsa'nın da bir grup arkadaşı Sena'ya takılıyordu.
Mustafa Sena'da kısa bir süre çalışan Şeyda Betül ile tanışmış ve hayatlarını birleştirme kararı almıştı. Mustafa varlıklı biri değildi ama kaderi ilahi ona şefkatli bir aile göndermişti. Ben aile çocuklar küçük diye itiraz ederler zannediyordum; çok iyi hatırlıyorum kayın validesi Macide hanım demişti ki, "Gençler birbirini beğenmiş onların arasına girmemek lazım."
Girmediler aksine onu ailelerinin bir ferdi gibi aralarına aldılar. (Mustafa sevilmeyecek bir genç değildi ki Macide hanımın damadını evladı olarak bağrına bastığını evvelki gün kabrinin başında defin bitinceye kadar hüzünle beklerken bir kez daha gördüm. Kabirden ayrılırken Macide hanımla karşı karşıya geldim ama başın sağolsun demeye dilim varmadı.)
Çoğunluğu Yörünge'deki arkadaşlarından oluşan bir topluluk ile Fethi Paşa Korusu'da yüzüklerini taktık.
Mustafa girişken dedim ya bir ara 'Japonya'ya gideceğim.' diye tutturdu. Herkes Avrupa'ya Amerika'ya gitmeye heveslenir o Japonya dedi. Sonra nasıl etti bilemiyorum Mustafa Japonya'da dediler.
Bir gün alt kattan garip garip sesler duymaya başladım biraz sonra anlaşıldı. Mustafa Japonya'dan dönmüş yanında da bazı Japonlar getirmiş onlara dergiyi gezdiriyordu. Duyduğum garip sesler ise Japonların konuşmasıymış. Mustafa Japonca da öğrenmiş tercüme yapıyordu. Dergimize Mustafa sayesinde Japonlarla da tanışmıştı.
Yanlış hatırlamıyorsam doksanlı yılların sonundaydı veya daha sonraydı. 28 Şubat sürecinin etkileri devam ediyordu. Hakkımızda davalar açılmıştı. Mustafa telefonla beni aradı. "Hocam benim Yörünge'de çalıştığıma dair bir faks gönderir misin?" diye ricada bulundu. Meğer Mustafa askerdeymiş, bir orduevine kura çekmiş ama sonra 'sakıncalı' olduğu anlaşıldığından başka bir yere veriyorlarmış. Sakıncası neymiş diye sorduğumuzda Jandarma istihbaratının kalitesini ortaya koyan bir gerçekle karşılaştık.
Mustafa Ünye'de temsilcilik yaparken aynı zamanda haber gönderiyordu. Bir gün Ünye'de Marksistler devrimcileri anma günü düzenlemişler Mustafa da o törenleri bir gazeteci olarak takip etmiş (haberi Yörünge'de yayınlandı), mezarlıkta olay çıkmış, mezarlık dönüşünde jandarma mezarlığa gider herkesi fişlemiş Mustafa'yı da 'devrimci' diye fişlemişler. Mustafa Marksist bir devrimci olmadığını ispat için benden Yörünge'de çalıştığına dair belge istiyordu.
Mustafa'ya, "Sen devrimci olarak kal. Şimdi bizde çalıştığına dair bir belge gönderirsem bu kez irticacı diye fişlerler, zaten hakkımızda devam eden davalar var." demiştim o da kabul etmişti. (O davalardan Rahşan affıyla kurtulduk!)
Ondan sonrasını hatırlamıyorum. Birkaç sene evvel bir fuarda karşılaştık Mustafa ile. Kartını verdi. Mustafa artık bir iş adamı olmuştu. Kayınpederi Şaban bey ile ortak iş yapıyorlardı. Geçen sene işyerinde de ziyaret ettim. (Kayınpederi Şaban bey de damadını evladı gibi seviyordu. Cenazede ayakta duramayacak kadar yıkılmış, taziyeleri ancak tekerlekli sandalyede kabul ediyordu.)
Pazar günü bütün dünya hâlâ Tenzile hanımın cenazesinin etkisi altındayken küçük kızım Hafsa ağlayarak Mustafa'nın kara haberini verdi. Ağlıyordu çünkü Mustafa'nın eşi Şeyda kızımın yakın arkadaşlarından biriydi.
Mustafa'nın kendisi kadar değerli bacanağı Abdulkadir Özkan'ı aradım. Maalesef acı haber doğruydu. İyi bir Müslüman iyi bir insandı. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Allah yakınlarına sabır versin.
Evvelki gün toprağa verdiğimiz, Mustafa gece gündüz gözümün önünden gitmiyor. Genç ölümleri böyle oluyor. Yunus'un dediği gibi
Bu dünyada bir nesneye
Yanar içim, göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.