Bin Miligramlık Türkülerin Gücü
Türküler eşliğinde, türkülerin gücüyle yazı yazmanın vecdini yaşadınız mı hiç? Mihnetli dünyaya eyvallah etmemek ve vecdin en katışıksız mânevî gücünü yaşamak için günde bin miligramlık birkaç türkü dinlemek lâzım. Uydurma olmayan, modernlerin ve lümpenlerin elinde asaletini kaybetmeyen her “aziz türkü” bir cezbe gücü taşır.
Öyle ki, bu mânada türküleri dinlerken ulvî ve insanî olan her eylem, fikir ve duygunun faturası ne olursa olsun ödeme gücünü kendimde bulurum.
Türkülerin gücünü “kâl” ehli fark edemez. Bundandır ki, “kıylükâl” bir zevk ve vecd içinde olanlar türkülerin gücünü sağlayamazlar. “Hâl ehli” olanlar içindir türkülerin gücü. Her gönlün kıvamına uygun türkülerimiz vardır şükür.
Kimi zaman bir türkünün gücü gönül ve dimağı öylesine sarar ki, eğer “hâl” vehbî ise insanın cezbesini atom enerjisinden daha ziyade kılar. Yürek gücünü türkülerden sağlayan insanlar, mâveradan “hâl”lere kanatlandıracak hususi türkülerini yanında taşıması gerek.
Bu mânada âcizane benim türkülerim Sivas’ta başlar, Keskin’de biter. Sivas türkülerinin gücü vecdimi en çok harekete geçiren, “hâl” ve meşrebime en ziyade denk düşen türkülerdir. Bunun sebebi, Mevlevî ilahîlerinde olduğu gibi, Sivas türkülerinin na’t, münacaat, mersiye, miraçnâme ve semâhları, tasavvufî “hâl” leri, zikrin cezbeye dönüşünü ve erenlerin hakikat “yol”larını çokça nağmelendirmesidir. Dahası, Sivas türkülerinin dili, hüzünkâr meşrep ve ruhumu daha fazla kıvrandırmasından ve ardından mâveraya kanatlandırmasındandır. Bu “hâl”, diğer aziz türkülerimizi hâşâ küçük görmek anlamına gelmez.
Bu ülkede kalp ve fikir birliğini oluşturma yollarından biri de türkülerin gücüdür. Çünkü “türküler millet demektir.” Gümrük kapılarını türkülerle donatalım ki, serhat burçlarından girecek her yabancı kültür, önce türkülere toslasın. Köydeki çobandan Ankara’daki cumhurbaşkanına uzanan mânevî bir köprü tesis edilmeli ve köprünün iki tarafından türküler söylenerek yürünmeli diyorum.
Bir usta türküdarımızın, cumhurbaşkanının köşküne davet edildiğini, cumhurbaşkanın da “Gönül Dağı” türküsünü dinlemek istediğini duyduğumda, yıllar önce söylediğim bu nâçizane sözün fakiri nerelere götürdüğünü anlamanız için türkülerin birleştirici gücüne inanmanız gerek.
Türkü bu kadar güçlü olduğu içindir ki, 1934’de yasaklanmıştır. Aslında yasaklanan ve korkulan milletin türkülerle yaşattığı inançları ve yürek gücüydü. Bir yazarın ifadesiyle sözde “halkı sevip türküsünü sevmemek” nerede görülmüştür? Bu mânada Nevzat Kösoğlu yüreğimizi şahlandıran sözlerini türkü ve millet düşmanlarının kalbine ok gibi saplıyor:
“Biz türküleri sokakta mı bulduk sanıyorlar? Kaç bin yıl var ki ölülerimize ağlarken, düğünlerimizde söylerken ve savaşlarımızda nârâ atarken sesimizi terbiye ettik; hançeremizin bütün gücüyle söyleye söyleye bu hâle getirdik. Çin Seddi’nden Viyana’ya, Moskova kapılarından Yemen’e kadar o muazzam coğrafyanın genişliğinden ve derinliğinden nice zenginlikler devşirerek ruhumuzun ahengini kurduk...”
Türküler, millete aidiyet hissettiren, milletin ve vatanın varlığını kalbimize ve fikrimize düşürüveren mânevî bir güçtür. Bu bakımdandır ki, Cengiz Aytmatov’un “Beyaz Gemi” romanındaki Mümin dede torununa, türkülerin gücüne inanan bin hanın efsanesini anlatırken, Allah şahittir ki, vecd ile “ah, benim türkülerle güçlenen yüreğim!” demiştim.
Mümin dedeyi dinleyelim: “Geçmiş zamanların birinde bir han, bir hanı esir almış. ‘İstersen kölem olup uzun zaman yaşarsın, istemezsen en büyük arzunu yerine getirir ve sonra seni öldürürüm’ demiş. Esir olan han, ‘köle olmak istemiyorum, beni öldür daha iyi. Öldürmeden önce vatanımdan herhangi bir çobanı buraya getirtmeni istiyorum’ demiş. Öbürü, ‘ne yapacaksın o çobanı?’ demiş. ‘Ölmeden önce ondan bir türkü dinlemek istiyorum’ demiş.”
Şimdi de, efsaneyi dinleyince türkülerin iksirli gücü damarlarına yürüyen toruna kulak verelim: “Dedem diyor ki, işte böyle, vatanlarının bir türküsü için canlarını feda eden insanlar varmış. Böyle insanları görmeyi ne kadar isterdim. Herhalde onlar büyük şehirlerde yaşıyorlar. Türküyü dinlerken dedem kulağıma fısıldar: İlahi! Ne büyük insanlarmış eski insanlar! Ne türküler yakmışlar, ya Rabbim! Bilmem neden, o anda dedeme çok acıyor, onu öyle seviyorum ki ağlamak geliyor içimden.”
Ölmeden önce kendini güçlü kılacak son dua gibi, en temel yürek gücünü bir çobanın söyleyeceği türküde bulan esir hanın duygu ve hâllerini âcizane iyi anlıyorum.
EKYAZI:
MEHMET YAŞAR GURBETE GİDİYOR
Şehr-i Maraş’ın kültür cephesine Allah vergisi sesi ve şiir okuyuşuyla hizmet eden, Gönül FM Radyo’da yaptığı edebî ve tasavvufî programlarıyla gönülleri aydınlatan Mehmet Yaşar, Semerkand TV’de program yapmak üzere İstanbul’a dahili gurbete çıkıyor.
KSÜ’den mezun olan Mehmet Yaşar, Türkiye Yazarlar Birliği Şube Başkanı öğretim görevlisi İsmail Göktürk’ün talebe-i güzidelerinin deste başıydı, bir kültür adamıydı. İslâm tasavvufunu tâlim eden sahici Türklüğün ilk membaı olması itibariyle ona, “Semerkand Türklerindendir” derdim.
13 Ekim 2011 tarihinde Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde, hocası İsmail Göktürk ile talebe-i güzidelerden Bekir Büyükkurt, Oflu Süleyman Kılıçbay ve Ahmet Eralp’la son kez yaptığı program, hocalar ve talebelerden oluşan kalabalık dinleyicilere derûnî duygular yaşattı.
Kendi ifadesiyle “Şehr-i Maraş’tan jübilemi yapıp gurbete gideceğim” diyerek, KSÜ talebelerinden bağlama çalan, yani türküdar olan Tolga Tolun’la birlikte yaptığı “Türküler Eşliğinde Şiir Dinletisi” programı, onun sunduğu son programdı. Ali Akbaş’tan Osman Sarı’ya, Hasan Ejderha’dan Mehmet Narlı’ya, Sezai Karakoç’tan Necip Fazıl’a, özge şairlerin şiirlerini türküler eşliğinde okuyarak, şiirin gücünü bir kat daha güçlendirdi.
Allah, böyle nesle rızık, yol ve baht açıklığı verir inşallah.
Güle güle git ey “Semerkand Türk’ü!”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.