Başbakan Erdoğan’la seyahat öncesi Almanya
Allah nasip ederse; bugün Başbakan Tayyip Erdoğan’la birlikte, önce Almanya’ya, sonra Fransa’ya gideceğiz...
Erdoğan, Almanya’ya; “Almanya Başbakanı Angela Merkel’in daveti” üzerine gidiyor... Başbakan, bu ziyaret esnasında; Türkiye-Almanya İşgücü Anlaşması’nın 31 Ekim 1961 tarihinde imzalanmasıyla başlayan “Almanya İşgücü Göçünün 50. Yılı” münasebetiyle düzenlenecek etkinliklere katılacak...
Almanya’dan sonra da; Fransa’ya geçip, Cannes’ta yapılacak “G-20 Liderler Zirvesi”nde Türkiye’yi temsil edecek.
Biz “gazete yöneticileri” de, Erdoğan’ın bu seyahatini izleyecek ve oralardan haberler geçeceğiz.
İLHAN BİLGÜ İLE SOHBET
Biliyorsunuz; hemen her zaman, “gezi”lerle ilgili bir “ön bilgi” verir, “gözlem”lerimi “gezi sonrası” anlatırım.
Ama, bugün farklı bir yol izleyeceğim... Yani “Almanya” ile ilgili “kendi gözlemlerimi” değil, “bir gazetecinin gözlemlerini” aktaracağım.
O gazetecinin adı, İlhan Bilgü.
Önce İlhan Bilgü’yü tanıtayım sizlere...
Övünmek gibi olmasın, İlhan Bilgü, benim “çırağım” olur.
1963 Ordu/Kumru doğumlu olan İlhan Bilgü, ortaokuldan sonra Ordu İmam-Hatip Lisesi’nde okudu...
Daha sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi olacak olan Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirdi. Bu dönemde Millî Gazete’de gazeteciliğe başladı.
1985-1986 yıllarında Afganistan, Ortaasya ve Hind alt kıtasındaki gelişmeleri izlemek üzere Pakistan’da bulundu.
Bir süre, İslamabad’daki Institute of Policy Studies adlı kurumda stajyer olarak çalıştı. 1990 yılından beri Almanya’da yaşayan İlhan Bilgü burada bir süre Millî Gazete Temsilciliği yaptı...
Daha sonra, İslam Toplumu Millî Görüş Gençlik Teşkilatı’nda görev yaptı. Aynı teşkilatın Basın-Yayın çalışmalarını yürüttü. Teşkilatın Tanıtma Başkanlığı bünyesindeki görevlerinin yanı sıra, halen 16 yıldan beri yayınlanmakta olan Perspektif dergisinin yayın sorumluğunu yürütüyor.
Geçtiğimiz günlerde Almanya’ya giden yazarımız Mehmet Koçak; Almanya’daki “gurbetçiler”in yanı sıra, İlhan Bilgü ile de görüşmüş...
Mehmet Koçak, İlhan’a;
“Almanya’daki Müslümanların karşılaştıkları zorluklar, yabancı düşmanlığı ile entegrasyon adı altında yürütülen asimilasyon politikaları, ayrıca Almanya’da bir kısım medya ve siyasilerin Müslümanları hedef gösteren ve İslam dinini karalayan kampanyalarının yanında, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşı takınılan tavrın sebeplerini” sormuş...
Dedik ya, İlhan, 1990’dan beri, yani 21 yıldır Almanya’da yaşıyor... Dolayısıyla; hem Almanya’yı çok iyi biliyor, hem de “Almanya’daki Türkler”in durumunu...
AB ÜYELİĞİNE NİÇİN KARŞILAR?
Meselâ, Mehmet Koçak sormuş;
“Başbakan Merkel, Türkiye’nin AB üyeliğine niçin karşı çıkıyor?..
Merkel’in bu girişimleri Almanya’nın devlet politikası ile örtüşüyor mu?”
Mehmet Koçak’ın bu sorusuna, İlhan Bilgü, gayet net bir cevap vermiş...
“Merkel’in yaptığı” demiş;
“İç politikada oluşan popülist eğilimlere verilen bir cevaptır.”
Sonra da eklemiş:
“Merkel’in tavrı; siyasal ve ekonomik gerçeklerden ziyade, kültürel bir yaklaşımdır. Yani, Tükiye’nin Müslüman bir ülke olması, bunun ana sebebidir. Avrupa Birliği üyelik kriterlerine baktığımızda, Merkel’in Türkiye’nin AB üyeliğini reddetmesini haklı çıkaracak bir sebep bulamazsınız.
Dediğim gibi 1980’lerden itibaren iyice yükselişe geçen aşırı sağ eğilimler, küçük ve marjinal partilerin özellikleri olmaktan çıkmış, Merkel’in başında bulunduğu büyük kitle partilerinin de politikaları haline gelmeye başlamıştır.
Yabancı karşıtlığının, büyük oranda İslam düşmanlığına dönüştüğü bir ortamda Sayın Merkel, Almanya tarihinde özel bir anlamı da olan Kültürkampf (Kültürler çatışması) ve Leitkültür (Öncü kültür) kavramlarını ortaya atarak, popülist eğilimleri, Müslümanları rahatsız edici bir politikaya dönüştürdü. Bunun için de Türkiye’nin Müslüman kimliğini ön plana çıkardı. Tabiî ki, burada Almanya’daki Müslüman nufûsun önemli bir bölümünün Türkiye kökenli Müslümanlar olmasının da etkisi var.
Merkel’in, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı tutumu, aslında bir devlet politikası değil... İktidar ortağı Hür Demokratlar ile yaptığı koalisyon mutabakatı da, Türkiye’nin üyeliğinin teşviki yönünde. Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle de bu anlamda Türkiye’yi destekliyor. Fakat, Başbakan’ın bu isteksiz tavrı elbette etkin oluyor.”
YABANCI KARŞITLIĞI NİYE?
İlhan Bilgü’den bu cevabı alan Mehmet Koçak, Almanya’daki “İslâm ve Müslüman karşıtlığı”nın sebebini sormuş...
“Bu durum, sadece Almanya ile sınırlı değil” demiş İlhan; “Bu karşıtlığı dünyadaki gelişmelerle birlikte değerlendirmek gerekir.”
Sonra da, eklemiş:
“Ortadoğu’daki gelişmeler olsun, özellikle 11 Eylül ve daha sonrasındaki, Madrid, Londra, Bali, Kenya ve Tunus ile Fas’daki terör eylemleri olsun, sonuçta, kitlelerin kafalarında oluşan tarihî korku ve klişeleri pekiştiren gelişmeler oldu.
11 Eylül olaylarının faillerinin bir kısmının Almanya’da okumuş olmaları da bunun tuzu biberi oldu. 11 Eylül olayları öncesinde İslam karşıtlığına karşı toplumda yükselen tepkiler de böylece yavaş yavaş kayboldu.
Öyle sanıyorum ki, ülkedeki ekonomik dengesizliklerin artması ve toplumsal refahın giderek zenginler lehine bozulması karşısında kitlelerin öfkesini dindirmek için de, toplumun İslam karşıtlığı tutumuna ses çıkarılmıyor... Burada Müslümanların kendilerini anlatamama ve kimi yanlışlıklarının da altını çizmek gerektiğini düşünüyorum.”
Demek oluyor ki; Merkel, bir “Cambaza bak” taktiği uyguluyor...
Alman halkını; “ekonomik dengesizlikler”le uğraşmak yerine, onların “öfke”lerini “İslâm karşıtlığı”na yönlendiriyor ki, ustaca bir manevra!..
Peki, bu “İsâm karşıtlığı”nda “medya”nın ve “diğer partiler”in bir rolü var mı?..
Mehmet Koçak, bunu da sormuş İlhan’a... Aldığı cevap ise şöyle:
“Burada bir genelleme yapmaktan ziyade, her kişi veya kuruluşlarla ilgili olarak ayrı bir değerlendirme yapmak azım... Siyasîler oy avında; medya ise tiraj ve reyting. Oy oranları giderek azalan kitle partileri, marjinal görüşlere kanat gerebiliyor.
Medya organları da ürettikleri korku havasının meyvesini tiraj ya da reyting olarak topluyor. Aslında bu durum her ülkede böyle. Ama, daha geçenlerde Alman hükümeti İslam karşıtlığının yükselmesine karşı hükümetin neler yaptığı ve yapacağı ile ilgili olarak Federal Meclis’e sunulan bir soru önergesine cevap verirken, ırkçı ve İslam düşmanlığı içeren fikirlerin, biraz fazla eleştiri olarak değerlendirilmesi gerektiğini, dolayısıyla, herhangi bir işlem yapılmasına gerek olmadığını söyledi.
Bu da hükümetin, İslam karşıtlığını ciddiye alamadığını gösteriyor. Fakat, eleştirdiğimiz siyasîler ile medya mensupları arasında bu gelişmelere tepki veren ve gelişmeleri tehlikeli bulan bir kesimin olduğunu da söylemek lazım.”
HAVA ZEHİRLENMİŞ DURUMDA
Peki, bazı partiler ve medya organları; “yabancı düşmanlığı”nı körüklerken, Almanya’da bulunan Türkler ve diğer ülkelerin İslâmi kuruluşları ne yapıyor?..
Bir “rahatsızlık” duyuyorlar mı ve kendilerini nasıl savunuyorlar?..
İlhan, bu soruya şöyle cevap veriyor:
“Elbette ki rahatsızlık duyuyorlar.
Tartışılan konularla ilgili olarak görüşlerini fırsat buldukça kamuoyu ile paylaşıyorlar.
Ancak, hava zehirlenmiş durumda.
Bu zehirli hava ortamında beklenilen düzeyde bir sonuç almak mümkün değil. Çünkü, zehirlenen havanın panzehiri, yine ana kaynağında. Toplumsal olarak ‘öteki’ne tahammül edilmesi için topyekûn bir sosyal hareket gerekiyor. Bu hareket kendine, eğer en başta eğitim kurumlarında, medyada ve siyaset sahnesinde yer bulamazsa gelişemiyor... Onun için, ümitsiz olmamakla birlikte, bu sürecin uzun bir zaman alacağını tahmin ediyorum”.
HÜKÜMET’İN ETKİSİ
Malûm, 9 yıldır iktidarda AK Parti var...
AK Parti İktidarı’yla birlikte, “Almanya’daki Türk toplumu” ile ilişkilerde bir değişme, bir gelişme yaşandı mı?..
Koçak’ın bu sorusuna, İlhan Bilgü şöyle cevap vermiş:
“Burada değişimden kastınız nedir? diye bir karşı soru sormak lazım. Elbette bir değişik yaklaşım var. Ülkedeki demokratik ve ekonomik gelişmeler olumlu yaklaşımları artırsa da hâlâ, AK Parti’nin “İslamcı” bir gizli gündemi olduğuna inanan Almanlar var... Fakat, iş adamlarının, siyasîlerin ve turist olarak Türkiye’ye gelen halkın görüşlerinde olumlu bir gelişme de gözleniyor.
Hükümet olarak, eski hükümetlere oranla yurtdışında yaşayan Türkiye kökenlileri sahiplenmede oldukça önemli adımlar atıldı. Bu adımların daha da kapsamlı olmasını bekliyoruz. Ama bütün bu sahiplenmelerin bir diplomatik hassasiyet de gerektirdiğini bilmek lazım.”
......
Mehmet Koçak’ın İlhan Bilgü ile sohbetini, bugünlük burada keselim...
Allah nasip ederse, yarın da “entegrasyon” ve “tersine göç” konularındaki “görüş”lerini aktarırım.
Bugünlük bu kadar...
Albay ve Prof. haberleri
Hemen her zaman derim ya; asla “söylenen” veya “gösterilen”le yetinmeyin, “perde arkası”nı düşünün... Çünkü size, bir “cinayet” olayını “intihar” gibi gösterebilirler... “Militan” bir kadını da, “sosyolog” veya “anayasa profesörü” olarak yutturmaya kalkabilirler.
Bugünkü 1. sayfamızın manşetinde ve onun hemen altında “iki haber” var... Biri Ankara büromuz muhabirlerinden Fatih Akkaya’nın, Prof. Emine Büşra Ersanlı ile ilgili haberi, diğeri; Murat Alan’ın “Albay Kazım Çillioğlu’nun intiharı”(!) ile ilgili haberi...
“Bir anayasa profesörünün KCK ile ne ilgisi olabilir?.. Onu niye gözaltına aldınız?” diye yaygara koparanlara, Fatih’in haberi cevap veriyor... Meğer, “Profesör” denilen bu kadının girmediği delik, yemediği nane kalmamış!.. Bir “ahtapot” gibi, her yere el atmış!..
Kısacası, her taşın altından o çıkıyor...
Ama BDP’liler ve şakşakçıları, o kadını “profesör” diye yutturuyor!..
“Albay Kazım Çillioğlu’nun intiharı”(!) olayına gelince...
Murat, bu olayın peşine düşmüş...
Bugünkü haberinde, olayın “örtbas” edilmesi için kimlerin devreye girdiğini ve neler yaptıklarını anlatıyor...
Öyle sanıyorum ki; ileriki haberlerinde, bunun bir “intihar” değil, “cinayet” olduğunu gözler önüne serecek!..
İşte bu yüzdendir ki;
“Gösterilen”lere veya “söylenen”lere aldanmayın diyorum...
Çünkü bazı açıklamalar, “yönlendirme” amaçlıdır!..