Gezsen Anadolu’yu..
Şiir, şimdi unutulmuş bir şairin, M. Faruk Gürtunca’nındır:
Sen ne güzel bulursun
Gezsen Anadolu’yu.
1970’lerde “folk müzik” denilen tarzda bestelenmiş ve yaygınlaşmıştır. Üçüncü ve dördüncü mısralarda şair Anadolu’yu gezmekle dertlerden kurtulacağımızı söyler. Ve şöyle devam eder:
Billur ırmakları var,
Buzdan kaynakları var,
Ne hoş toprakları var,
Gezsen Anadolu’yu.
Aynı dönemde Reşat Nuri millî eğitim müfettişi olarak Anadolu’yu geziyordu ve Anadolu Notları’nda anlattığına göre, Faruk Gürtunca kadar iyimser olamıyordu. Anadolu yoksuldu ve yoksundu, mahrumdu. Neden yoksundu? Yoldan, sudan, enerjiden (elektrik), sağlık elemanından, öğretmenden...
Bu iki bakış birbirinin tamamen zıddı. Gerçekçi olan ikincisi. Birincisi ise gerçekçi değil, ama anlamsız değil ve başka bir gerçekliği ifade ediyor. O yüzden, ismi unutulmuş bir şairin şiiri olarak günümüze geliyor.
Anadolu güzellikleriyle, insanıyla, biz olmasıyla güzeldir, tebcil edilmeye lâyıktır. Gerçekten billur ırmakları vardır, buzdan kaynakları vardır ve hoş toprakları vardır... Bu şiir bizde bir aidiyet heyecanı uyandırır. Anadolu’yu sevmek, Türkiye’yi sevmek sadece bugünü değil, geçmişiyle toprağını ve insanını sevmektir. Aidiyetinin, varlığının farkında olmaktır.
Peki Reşat Nuri’yi ne yapacağız? O bu hislerle dolu değil midir? Bir ülkeyi sevmenin diğer tarafında o durur. Anadolu güzeldir, insanımızın güzel hasletleri vardır, fakat bugünün şartları, yaşayışı bu güzellikleri, hasletleri yaşatır durumda mıdır? Bu güzellik, bu imkânlar ve bu insan daha ötesini, mükemmelini gerektirmez mi?
Daha doğrusu, bu güzellik ve bu yücelik içinde yoksul ve yoksun olmak, bin türlü mahrumiyet kabul edilebilir mi?
Anadolu ahvalini, bizim yazarlarımız da anlattı, bizi tanımak isteyen yazarlar da. Evliya Çelebi’nin tasvirlerinde Anadolu zamanının bütün gerçekliği ile ve fantezisiyle vardır. Cumhuriyet bir vatan edebiyatı meydana çıkardı, çoğu masa başı eserler yazıldı. Anadolu’yu, Türkiye’yi Tanpınar kadar içinden kavrayan, tarihi, birikimi bugüne, yarına yön verecek şekilde bütünleyen örnek yoktur. Tanpınar bir çığır açtı. Bugün şehir tanımlamaları ne zaman medeniyet boyutu kazanırsa, Tanpınar akla gelir. İsmail Habip Sevük’ün Yurttan Yazılar’ı 1930’lu, 40’lı yılların gezilerek kaleme alınmış metinleridir. İsmail Habip, hem durum tespiti yapar, hem de hasar tesbiti. Bugün İsmail Habib’in dolaştığı coğrafyayı dolaşıp aynı bilgileri aktarmak ve aynı hislerle yüklü olmak mümkün mü?
Bugünün Türkiyesi’ni yazmak... Aslında herkes bugünün Türkiyesi’ni yazıyor. Zamanımızda yazılıp çizilen her şeyden bunu çıkarabiliriz. Ama münhasıran bugünün Türkiyesini yazmak, dünün Türkiyesi’nin, Anadolusu’nun edebiyatını, literatürünü bilerek yazmak, önemli bir iş. Nereye geldik, nereden geldik? Bu asla kaba tertip bir fizikî, maddî gelişme meddahlığı olmamalıdır. İçe, ruha, derinlere nüfuz eden bir bakış işin esasıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.