‘Ya biz ya siz’
Mesut Barzani’yi karşılayan ve ağırlayan Türkiye net bir mesaj verdi: PKK’nın Kandil ve civarından sökülmesini ya siz yaparsınız ya da biz. İsrail de, İran nükleer programı konusunda benzeri bir mantık yürütüyor. ABD’ye İran’ı ‘ya siz ya da biz durduralım’ mesajı veriyor. Bu benzetme, elbette ki benzetmelerden birisinin doğru ya da yanlışını ortaya koymaz. Lakin İsrail benzeri bir mantık yürütüyor. Hatta Hamas konusunda da İsrail, Türkiye’nin Abdullah Öcalan’a karşı yakalama tavrını model ve örnek almak gerektiğini birkaç kez gündeme getirmişti. Lakin bunu yapamamış veya buna yanaşmamıştır. Şimdi ise İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi’nin ifade ettiği gibi İsrail Başbakanı Netanyahu İran nükleer tesislerini vurmak için uluslararası bir kampanya yürütüyor (trying to rally support). Bu kampanya karşısında Batı ‘İran’ı vuralım mı vurmayalım mı?’ şeklinde iki kampa ayrılıyor. Şimdilik Netanyahu’nun kampına İngiltere Başbakanı David Cameron’un katılmış olduğu gözüküyor. İngiliz basını da ayrıca kampanyanın edebi kısmını deruhte ediyor. Sözgelimi İngiliz gazetesi The Daily Mail, İran’ın elinde 4 nükleer bomba yapacak kapasitede zenginleşmiş uranyum bulunduğunu ifade ediyor (Iran ‘has enough enriched uranium for four nuclear weapons). Bu, Japonya gibi İran’ın istenildiği anda nükleer silah yapabileceği anlamına geliyor. İran uranyum zenginleştirme oranını yüzde 3’lerden yüzde 5’lere ve onun ötesinde yüzde 20’lere çıkarmıştı. Son sıralarda Ahmedinejad, Batı’nın şüphelerini teskin için daha önce yapılmış uranyum takası teklifini yeniden gündeme getirdi. Lakin kedi fare oyunu galiba Batılıları da bıktırmış olacak. Bununla birlikte UAEK eski Başkanı Muhammed Baradey kurumda olduğu dönemde İran’ın nükleer silah yapma kapasitesine yaklaştığına dair bir veriye ulaşmadığını ileri sürüyor. Lakin Baradey kurumdan ayrılalı epey oldu ve dolayısıyla sahip olduğu veriler en azından güncel veya dakik sayılmaz.
Buna mukabil ABD, İran’la alakalı UAEK verilerinin açıklanmasını istiyor. Batı İran’a operasyon konusunda iki bloka ayrılmış durumda. Amerikalılar Körfez’e ek güçler gönderirken İran’ı sıkıştırmaya çalışıyorlar. İran da nefes almaya çalışıyor. Bu bağlamda İran Dışişleri Bakanı Salihi ve İran rejimi, Şam’dan Arap Uzlaşma Planını kabul etmesini istedi. Onun ötesinde Salihi Prens Sultan’ın cenaze namazına katıldı. İran bu adımlarla birlikte en azından aleyhindeki bölgesel havayı yumuşatmaya çalışıyor. Netanyahu’nun kampanyasına Barak Obama nasıl bakıyor? Bundan önce oğul Bush döneminde İsrail yine bu tarz kampanyalar yürüttü ama Amerikan ordusu ve siyasetçileri bu kampanyaya katılmak yerine Mullen gibiler vasıtasıyla üçüncü cephe açmak istemediklerini duyurarak İsrail’i susturmuşlardı. Lakin şimdi ABD’nin Irak ve ardından da Afganistan’dan çekilme durumu çerçevesinde üçüncü cephe ihtimali ortadan kalkmış oluyor. Yani elleri serbest. Belki de İran’ı korkutan ABD’nin kaybedecek bir şeyi kalmaması. Bundan dolayı ABD Adil Cübeyr meselesinde İran’a doğrudan mesaj verdi ve İsrail’in kampanyasına da çok olumsuz refleksler göstermiyor aksine adeta göz kırpıyor.
Netanyahu İran nükleer programına karşı uluslararası bir koalisyon hazırlamaya çalışıyor ama hâlâ kendi kabinesini ikna edebilmiş değil. İsrail kabinesi de İran’a yönelik bir operasyon konusunda ikiye ayrılmış durumda. İkna olmayan kabine üyeleri İran’ı vurmaya karşı olmaktan ziyade bunun bedelini düşünüyorlar. İran’ın intikam saldırısının çok kanlı ve ölümcül olabileceğini ihtimal dışı görmüyorlar. Dick Cheney, “Benim dönemimde: Kişisel ve siyasi anılar” (In My Time: A Personal and Political Memoir) kitabında 2007 yılında Suriye’nin nükleer programına saldırı konusunda yalnız kaldığını paylaşıyor. rak kitle imha silahları fiyaskosundan dolayı diğer kabine üyeleri çekimser kalıyor ve Cheney’i tek başına bırakıyorlar. Özellikle Condoleezza Rice ve benzerleri. Lakin ABD’nin yapmadığını İsrail yapıyor. İran konusunda Suriye modeli tekrar işleyebilir mi? Yoksa bu defa ABD de İsrail’e katılır mı? İsrail-İngiltere koalisyonuna rağmen Fransa askeri bir saldırı yerine Kuzey Kore’ye yapıldığı gibi yaptırımların daha da sıkılaştırılması seçeneğini savunuyor. Alain Juppe İran’a yönelik askeri bir saldırının bölgeyi daha da karıştıracağını ve istikrarı daha da kırılgan hale getireceğini düşünüyor. Dolayısıyla Fransa’nın tercihi yaptırım olarak görünüyor. İran’a yönelik bir askeri darbe gündeme geldiğinde Nejad sürekli Batı’da akil adamlara güvendiğini söylüyordu. Lakin bu defa Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi Batı’nın hikmetini yitirme noktasında göründüğünü ileri sürmüştür. Demek ki, İran da meselenin ciddiyetine müdrik. Kimileri de bugüne kadar İran’a yönelik mevsimlik ve gayri ciddi tehditlerin yerini ilk kez ciddi bir tehdidin aldığını söylüyor. Şimon Peres İran’a yönelik askeri bir darbe ihtimalinin giderek güçlendiğini ileri sürmekte. Savunma Bakanı Ehud Barak da ‘Bunu siz yapmazsanız bir yaparız (Ehud Barak reportedly told Washington that if the US does not bomb Iran, Israel will. within his country for an attack) demektedir. Velhasıl İsrail ve Batılılar karar vaktinde yol ayrımındalar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.