Yeni jeopolitik ve kaybedenleri
Arap Baharıyla birlikte bölgedeki jeopolitik iklim değişiyor. Bu yeni jeopolitiğin kazanan tarafları olduğu gibi kaybeden tarafları da var.
1991 yılına dayanan 11 Eylül (2001) jeopolitiğinin kazananları ve kaybedenleri de vardı. Kaybedenleri İslam alemi ve özelinde Sünni dünya oldu. Şimdi ise devran değişti ve 2011 yılında yeni bir jeopolitik iklim doğdu. ‘Keser döner sap döner gün gelir hesap döner’ deyiminin ifade ettiği gibi. Bu kesinlikle Arap Baharının jeopolitiği. İran, Sudan ve benzeri ülkeler Arap Baharını kendilerine mal etmek için yarışsalar da mızrak çuvala sığmıyor. Arap Baharının kendi rüzgarlarının bir esintisi olduğunu iddia etmekteler. Herkes Arap Baharını kendisine mal etmeye çalışmakta. Bir tarafta ABD Arap Baharını liberal değerlerle tanıştırmak ve liberal değerlerle vaftiz etmek istemekte. Halbuki kelin merhemi olsa başına sürer hesabı ABD kendi söküğünü dikememekte. ABD’den geri kalmak istemeyen İran da hamle üzerine hamle yapıp Suriye’yi istisna ederek Arap Baharının kirveliğine soyunmakta. Lidersiz baharların lideri olmak istemekte. Lakin anonim ve la edri bir Arap şairinin ifadesiyle:
Küllün yeddei vaslan bileyla velakin leyla la tükirre bizake/ Herkes Leyla ile vuslatı iddia etmekte lakin Leyla bu vuslattan bihaberdir. Mecnun numarası yapsalar da Leyla onlara yüz vermemekte ve lütfunu esirgemekte ve gamzelerini onlardan saklamaktadır. ABD’nin çekilmesiyle birlikte bölgede büyük bir jeopolitik boşluk doğmakta. İran, Irak bağlamında bu jeopolitik fezayı doldurmak istemektedir. Lakin İran’ın hem Irak’taki siyasi boşluğu doldurma ve hem de Arap dünyasının anahtarı olan Suriye rejimini kollama politikaları onu bölgede daha da yalnızlaştırmaktadır. İran’ın çekim gücü giderek azalmaktadır.
¥
İran rejiminin kurulu Arap rejimleri nezdinde zaten sempatik veya sevimli bir yönü bulunmuyordu. Lakin İran kazançlı olduğu ve lehindeki jeopolitik iklimde Müslüman milletlerin sevgisini ve sempatisini de kaybetti. Bunun nedeni yeni İran rejiminin Arap dünyasıyla ilişkilerini zıtlık veya etkileşim değil bağımlılık üzerine tesis etmesidir. Karşılıklılık yerine bağımlılık anlayışı da düşmanlık doğurmuştur. Bu politikanın fiili yansımaları Irak ve Afganistan’da kendisini belli etmiş ve pragmatik politikalar Arapların İran rejimine yönelik sıdklarının sıyrılmasına neden olmuştur. ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ yaklaşımıyla Amerikan işgallerini kolaylaştırmışlardır. İran, Irak’ta bir skandala imza atmıştır. Hatemi’nin yardımcısı Muhammed Ali Ebtahi alenen İran’ın işgalle ilgili kolaylaştırıcı rolünü itiraf etmiştir. ABD’den Libya’ya kadar İran sürekli olarak ikircikli bir politika izlemiştir. Kaddafi’ye NATO’ya karşı diren diyen rejimin dini rehberleri öbür taraftan da Kaddafi yıkıldığında halkı tebrik etmişlerdir. Bu tersinden mafyanın öldürdükten sonra cenazesinde yürümesine benziyor. Önce Pentagon’un gözdesi olan Ahmet Çelebi ardından İran’ın sırdaşı haline gelmiştir. İran bugün bu skandalı örtbas etmek için Nuri Maliki hükümetinin kukla olmadığını ileri sürmektedir. Peki Nuri Maliki kendi politikalarını mı uygulamaktadır? Uygun bir tabire göre Ahmet Çelebi Irak’ın yeni İbni Alkemi’sidir. İran iç çekişmelerle birlikte de enerji kaybettiği gibi tutarlılık ve güven de kaybetmiştir. Devrimle birlikte sadece mezhebi damarı değil şuubi (Persçi ve Firdevsi çizgisi) damarı da üzerinden atamamıştır.
¥
Binaenaleyh 10 yıllık jeopolitik avantajlarını kaybetmektedir. Tam da bu ABD’nin Irak’tan ve bölgeden çekilmesi arifesine denk gelmiştir. ABD kimilerine göre imparatorluğunu Irak’ta kaybederken İran da tekevvün halindeki imparatorluğunu Suriye’de kaybetmektedir. Dolayısıyla jeopolitik altüst olmuştur. Dünün kazananları bugününü kaybedenleri olmuştur. Bugün Avrupa da öyle değil mi? Merkel Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşından sonraki en zor dönemini yaşadığını söylemektedir. Bu çöküntünün (dekadens) merkezinde İkinci Dünya Savaşının galipleri vardır. İkinci Cihan Harbinin mağluplarından olan Almanya ise hâlâ bu çöküntüden en az etkilenen ülkedir.
Bu bölgesel hatta küresel yeni jeopolitiğin kaybedenleri ABD, İran ve İsrail’dir. Bunların düşmanca bir diyalog dili üzerinden iletişim kurmaları ayrı bir konudur. Doğrudur veya yanlıştır ama bu da bir tarzdır. 10 yıl önce kaybeden tarafta Afganistan, Pakistan gibi ülkeler yer alıyordu. Bu jeopolitik hava durumunun veya iklimin değiştiğine dair esaslı yazı yazanlardan birisi CNN’in kıdemli yorumcularından Ben Wedeman olmuş (Why did Arab League move on Syria?By Ben Wedeman, CNN November 13, 2011) Updated 1240 GMT (2040 HKT) ve Arap rejimlerinin halkın taleplerinden ziyade İran bağlantısından dolayı Suriye rejimini cezalandırmak istediklerini yazmaktadır. Arapların temel içgüdü veya saiklerinden birisi İran eksenini çözmektir ve bunun en zayıf halkası da Suriye haline gelmiştir. Suriye bu halkayı taşıyamaz hale gelmiştir. İran da zaten genişlemesinin son sınırlarına gelmiş ve hem dahili hem de harici boyutta hazım kapasitesine takılmıştır. Yeni jeopolitikle birlikte bölgedeki güç dengeleri ve kefeleri yeniden değişmeye başlamıştır. Kazanan kefede Türkiye ve Arap dünyası vardır. İran hem Suriye rejimini hem de kendi çıkarlarını korumak için son çırpınışlarını yapıyor. İran 10 yıl önce yani 11 Eylül zemininde jeopolotik ve pratik bir tercih yapmak yerine adaletten ve komşuluktan yana olsaydı bugün tutarlılığını korumuş ve sokaktaki gücünü sürdürmüş olacaktı. Jeopolitik iklimin değişmesiyle kurulu Arap rejimleri karşısında konumu zayıfladığı gibi ideolojik tutarlılığını yitirmesiyle de sokağın nabzını kaybetmiştir. Allah herkese fırsat verir ama bu fırsatın ucu açık ve mutlak değildir. Sınırlı ve sorumlu bir fırsattır. Elbette bu gerçek İran’la da sınırlı değildir. Benzeri fırsatları heder eden herkes için muhtemel ve geçerlidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.