Tek çare Türkiye’nin müdahalesi
Suriye rejimi artık son virajına geldi ve yıkımın eşiğine dayandı. Adeta yıkama doğru yuvarlanıyor. Türkiye’nin de bunu gördüğü anlaşılıyor. Özellikle cihet-i askerinin tampon bölgeden yana olduğu vurgulanıyor. Bunun için temel iki şart var. Bunlardan birisi Arap şemsiyesi. Zira Türkiye’nin Arapları karşısına alması ve onların rağmına iş görüyor havası vermesi yanlış. Ancak Türkiye Arapları ikna ederek iş görebilir. Araplar da bu yönde Türkiye’ye bel bağlamış gözüküyorlar.
100 yıllık tarihte ilk defa bu kadar geniş çerçevede Arap-Türk işbirliği iklimi yaşanıyor. İlk defa bu kadar iç içe geçtik. Beşşar’ın Türkiye’deki kimi taşeronları bunu görmüyorlar mı? Türkiye’nin Suriye’yi kaybettiğini ileri sürenler veya Suriye’nin tehditlerine aldıranlar Türkiye lehindeki Arap havasını hiç mi görmüyorlar? Türkiye, İran-Suriye mihverinde figüranlık yapacağına Arapların ortağı oluyor. Keza Putin’in dalga geçtiği gibi hâlâ çökerken bile nazlanan Avrupa’nın istenmeyen ortağı olacağına Arapların makbul müttefiki olur. Sedat Ergin’in 19 Kasım tarihli (2011) makalesinde Türkiye’nin yaklaşımına dair aktardıkları çok manidar.
Ve bu noktada gelinen süreci çok iyi değerlendirdiği ve analiz ettiği anlaşılıyor. Bunun temelinde Başbakan Erdoğan’ın da sıklıkla vurguladığı gibi Suriye’nin bizim hem iç hem dış meselemiz olduğu ve seyirci kalamayacak kadar hassas ve önemli olduğunu vurgulamasıdır. Tekrar Sedat Ergin’in analizine dönecek olursak şunları yazıyor:
“GERİ DÖNÜŞ YOK:
Ankara, hem muhalefet hem de rejim açısından “geri dönüşü olmayan noktanın geride bırakıldığı” görüşünde. Beşar Esad rejiminin gidici olduğuna kesin gözle bakılıyor, bütün hesaplar rejimin devrileceği olasılığı üzerine yapılıyor. “Rejimin kendini değiştirme yeteneği yok ve yıkılmaya yüz tuttu. Ne kadar çabuk yıkılırsa bizim açımızdan da o kadar iyi” sözleri bu bakışı özetliyor.”
Aynı analizde şu değerlendirmeye de yer veriliyor: “Beşar Esad, Sünnilerin önemli bir kesimini belli ödünlerle yanında tutabilen babası Hafız Esad’a kıyasla daha mezhepçi bir çizgiye kaydı ve azınlık refleksiyle mensubu olduğu Nusayri kesimlere kenetlenerek kendi tabanını da daraltıyor...” Yani Beşşar Esad ülkesinde ve bölgesinde azınlıklar ittifakına oynuyor. Tam da bu doğrultuda eş-Şarku’l Avsat yazarlarından Hüseyin Şebekçi Suriye rejiminin kendisini takdim ettiği gibi laik bir rejim değil mezhepçi bir rejimi (dini değil taifi) olduğunu ifade ediyor.
Sözgelimi, Suriye hariciyesinde 360 diplomattan yüzde 60’ı Nuseyri kökenli. Özel birliklerde ve orduda subayların yüzde 80’i keza Nuseyri kökenlidir. Dolayasıyla Suriye rejimi mezhepçilik üzerine ayrımcı bir rejimdir. İran’dakinden farkı (İran anayasasının 12 ve 13 ve benzeri maddeleri) yazılı bir kuralı olmamasıdır.
¥
Uluslararası camiada hava tamamen Suriye rejiminin aleyhine dönmüştür. İlk günlerde Müslüman Kardeşler Ürdün kolu gibi gruplar yalpalamışlar lakin hızla şaşkınlıklarını üzerlerinden atmışlar ve Suriye rejiminin aleyhine geçmişlerdir. Ahmet Davutoğlu’nun dediği gibi Suriye rejimi tamamen yalnızlaşmış ve içte de kelimenin tam manasıyla çatırdamaya başlamıştır. Orduda çözülmeler kitleler halini almıştır. Onlar seviyesinden yüzler seviyesine tırmanmıştır. Diplomasi sahasında da bir yetkilinin dediğini diğerininki tutmamaktadır.
Suriye Müslüman Kardeşler hareketi de eğer bir dış müdahale olacaksa bunun Türkiye tarafından deruhte edilmesi gerektiğini ve en sağlıklısının bu olacağını ilan etmiştir. Şebbiha sürülerinin Türk bayrağını yakmalarına karşı Halep halkı feveran etmiş ve korkusuzca Türk bayrağına sarılmış ve dalgalandırmıştır. Arap dünyasında Amerikan bayrağı dalgalandıran kitle göremezsiniz. Lakin Türk bayrağı Filistin’den Fas’a kadar her yerde dalgalandırılmaktadır. Zira yabancı bir bayrak değildir. Libya’ya müdahale de sağlıklı olan Arapların müdahalesiydi.
El Hayat Yayın Yönetmeni Cihad el Hazin bunu savunmuştu. Lakin Mısır hazırlıklı değildi. Devrim geçiren Mısır ordusu kendi iç işlerine gömülmüştü. Türkiye ise zindedir ve Suriye halkı tarafından gerçek manada kurtarıcı gibi karşılaşacaktır. Mısırlıların Bizanslılardan kurtulmak için Amr İbnu’l As’ın ordularına kucak açması gibi. Lakin bunun için Arap şemsiyesi şart. Ayrıca Alain Juppe gibilerin söylediği gibi uluslararası şemsiye veya en azından Batı şemsiyesi şarttır. Batılılar askeri müdahale için hevesli görünmemekteler. En azından aktör düzeyinde. Zira Suriye rejimini istiskal etseler de değişimi için fiiliyatta kıllarını kıpırdatmamaktalar.
Zira müdahaleden elde edecek yeterli somut çıkarları yoktur. Başbakan Erdoğan da buna temas etmiştir. İlk günlerde Libya’ya müdahale edenlerin Suriye’de 9 ay beklemelerinin başka izahı olabilir mi? İnsan kanıysa her iki tarafta da akıyor. Hem coğrafi hem de siyasi olarak Suriye’ye bir şekilde müdahale Türkiye’nin hakkıdır ve sadece ona yakışır. Bunun birçok hukuki nedeni de vardır. Bunlardan birisi uluslararası hukukun temel ilkelerinden olan şu kuraldır: İstisnai şartlar kalktığında eski statü avdet eder. Dolayasıyla böylece tarihi kesinti de ortadan kalkar.
Komşunun şüf’a hakkı gibi eğer bir müdahale olacaksa bunun Türkiye üzerinden olması Türkiye’nin çıkarlarınadır. Zira dış bir müdahale sadece Suriyelilerin çıkarlarına değil Türkiye gibi komşu ülkelerin çıkarlarına da zarar verebilecektir. Buna taşeronluk diye karşı çıkanlar Beşşar’ın taşeronlarıdır. Türkiye satışta değil ama müdahalede şüf’a hakkını kullanmalıdır. Şüf’a üzerinden öncelik Türkiye’nin hakkıdır. Ve bu hem Suriye’nin hem de Arapların çıkarınadır. Türkiye bu saatten sonra seyirci kalamaz ve elini sıkı tutmalıdır. Zira gecikme yeni bedeller ödenmesi anlamına gelmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.