"Tarihle yüzleşmek" dünü bugüne taşımak değildir...
Tarihle yüzleşmek gibi bir deneyimiz yoksa, tarihte yer almış olayları tartışırken dün ile bugünü birbirine karıştırabilirsiniz.
Bu durumu çok somut olarak anlatan fıkrayı biliyorsunuzdur.
Yeniçeri yolda karşılaştığı Yahudiyi dövmeye başlamış.
Araya girip adamcağızı yeniçerinin elinden kurtaran kişi, yeniçeriye sormuş,
-Ağam, neden durup dururken adamcağıza saldırdın?
Yeniçeri öfkeyle cevap vermiş,
-Bunlar Hazreti İsa'yı çarmıha germişler...
Soru soran şaşkın,
-Ama ağam o söylediğin 1500 yıl önce oldu, demiş.
Bu cevap yeniçeriyi daha da öfkelendirmiş,
-Ama ben bunu bugün duydum, diye bağırmış.
Cehalete hayır!
"Kendi tarihimizle yüzleşmek" gibi bir deneyimimiz olmadığı için, bugün "Ermeni Tehciri", "İstiklal Mahkemeleri", "Dersim Faciası", "Varlık Vergisi", "6-7 Eylül Kırımı" ve benzeri ayıplı gerçekleri tartışırken, bunları ilk kez duymuş cahil yeniçeri gibi davranarak birbirimizi dövmeye çalışmak gibi bir hataya düşmemeliyiz.
Özellikle de 1938'de vefat etmiş olan Atatürk'ü yaşayan bir siyasetçi konumunda tutup, onu bir siyasi partinin taraftarıymış gibi övmek veya yermek anlamsızlığına asla düşmemeliyiz.
Yani diyelim ki Atatürk yaşasaydı ve bugünkü CHP'yi değerlendirseydi "İşte benim hayal ettiğim parti budur ve aradığım lider türü de Kemal Kılıçdaroğlu'dur" mu derdi?
Hiç unutmamamız gereken bir gerçek var.
Atatürk gerçeği
Hangi partiye oy verdikleri veya hangi siyasal eğilimden oldukları hiç önemli değil.
Bugün Türkiye'de yaşayan insanların ezici çoğunluğu için Atatürk kurucumuz ve kurtarıcımızdır. Ama ona karşı duyduğumuz sevgi, saygı ve minnet duyguları, birilerinin onun adını kullanarak "Kemalizm" diye bir doktriner ideoloji üretmelerini kabul etmemiz anlamına da gelmiyor.
Her olayın çok boyutu bulunduğunu hiç unutmayalım.
Örneğin "Batılılaşma"yı ele alıp "Laiklik", "Demokrasi", "Kuvvetler ayrılığı" gibi ilkeleri bu kapsamda benimserken, "Faşizm", "Irkçılık", "Totaliterizm" gibi olguların da "Batılılık"ın içeriğinde bulunduklarını bilmeliyiz.
Atatürk kurucu ve kurtarıcı önder olarak "Cumhuriyet"le özdeşleşmiş tarihi bir figürdür.
Ama aynı şekilde yaşadığı dönemin yurt ve dünya koşulların gereği, gününe göre çizgisini uyarlamak zorunda olan iktidardaki bir siyasetçiydi de. Bugün yaşasaydı ve siyasette olsaydı herhalde ne "Şapka Devrimi"ne 1920'lerin, ne de "Dersim"e 1930'ların koşulları hala hüküm sürüyormuşçasına yaklaşırdı.
Bugün dün değildir
Faşizme karşı özgürlüğün savaşında lider olan Roosevelt'in Amerika'sında, siyah derililer beyazlarla aynı otobüse binemezlerdi.
Bugün ise siyah derili Obama ABD'nin Başkanı.
Bu gerçeklerin ışığında Başbakan Erdoğan'ın "Dersim Faciası" için devlet adına özür dilemesi hem doğru hem de güzel bir davranıştır. Ama bu ne Atatürk'ü yargılamak, ne de Cumhuriyet'in temel ilkelerini yok saymak anlamına gelir. Nitekim bölücü teröre karşı Tayyip Erdoğan da, ülkenin bütünlüğünü ve güvenliğini korumak için tavizsiz bir mücadele vermiyor mu?
"Tarihimizle yüzleşmek" bir nevi toplumsal ruhi terapidir.
Ayrıca tarihimizdeki ayıpları ve yanlışları görüp, kabul ettiğimiz ve özür dilediğimiz zaman, bunları vesile ederek "Mağdur olduk, o nedenle şiddet kullanmaya hakkımız var" diyenlerin gerekçeleri de buharlaşır.
Yani Dersim polemiklerini oya çevirmeye çalışmak sadece nakıs teşebbüstür.
Tarihin gerçeklerini bilmeden onu yermek veya yüceltmek ya da dünü bugünmüş gibi tartışmak ise, olsa olsa cehaletin demokratik siyasete tecavüzü olabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.