İran’a nasıl bakmalı?

İran’a nasıl bakmalı?

Gündemi sadece yüksek sesle tartıştığımız başlıklardan ibaret sayınca, olup biteni doğru algılamakta zorlanıyoruz. Oysa Türkiye’nin tüm sınır komşularında müthiş bir hareketlilik yaşanıyor ve bunların her biri, doğrudan yakın geleceğe dair önemli işaretler veriyor.

Dilerseniz Suriye başta olmak üzere bölgemizdeki hemen tüm kavgaların gerçek adresi ya da hedefi olan İran’a biraz daha yakından bakalım.

Önce bazı yanılgılara işaret edelim. Çünkü bunlarda ısrar ettikçe, İran gerçeğini kavramakta zorlanıyoruz. Arap Baharı örneğinde de yaşandığı üzere, İran’ın nasıl değişeceği konusunda fikir yürütenler, bu ülkenin farklı aktörler üretme becerisini, akıl derinliğini ve savunma hattını farklı ve geniş bir coğrafyada kurabilme özelliğini ya gözardı ediyorlar yahut anlamıyorlar.

İster iddia edildiği gibi Şiiliği merkeze alan bir teo-politik üzerinden kurgulanmış olsun, isterseniz tarihsel derinlikten gelen devlet aklıyla. Tahran, geniş bir coğrafyada önemli ittifaklar ve manevra alanları üretmiş durumda. Zaten kavganın önemli bir bölümü de, Suriye örneğinde olduğu üzere bu alanları daraltmak üzerinden devam ediyor.

Öte yandan bu durumun, aynı zamanda kendisine karşı oluşturulmak istenen bloğun en büyük dayanağı olduğunu da hatırlamakta yarar var. Özellikle körfezdeki Arap rejimleri, İran’ın biriktirdiği gücü, kendi aleyhlerinde okurken, tam da bu damara, yani Şiilik merkezli politikalara işaret ediyorlar.

Türkiye’nin mezhep algısı

Öte yandan İran’ı Şiiliğin hamisi ve taşıyıcısı olarak gösteren değerlendirmelere itibar etmeyen en önemli ülke Türkiye. İşte belki de bölgenin kaderini belirleyecek fark tam da burada. Türkiye, kendi içindeki bazı heveskarları saymazsak, başından itibaren İran’a karşı yürütülen kampanyanın ya da projenin bir parçası olmamaya özen gösterdi. Tahran yönetiminin Ankara’nın işini ne kadar kolaylaştırdığı hayli tartışmalı olsa da, bu tercih, bölgenin çok daha büyük bir ateş çemberine düşmesinin önündeki en büyük engel olarak duruyor.

Türkiye, ısrarla ve kesinlikle haklı bir tercihle, İran’ı jeopolitik anlamda Şiiliğin merkezi olarak gören bir koridora girmiyor. İlişkileri komşuluk, ticaret ve olabildiğince diplomatik zeminde tutmaya gözen gösteriyor. ‘Suriye’ye girelim, arkasından abilerimiz gelip İran’ı dövecek’ korosunun tüm gayretlerine rağmen Ankara’nın İran konusunda mevcut pozisyonu böyle.

Koronun malum bezirganlarına not: Elbette Türkiye, İran’ın izlediği politikalardan haberdar ve kuşkusuz Şiiliğin bu politikalara nasıl bir renk verdiğini de çok iyi biliyor. Ancak uluslararası sistemin Şii-Sünni ayrışması üzerinden ürettiği projeye uzak duruyor, hepsi bu.

İran bir diktatörlük mü?

İran’a bakarken düşülen bir diğer yanılgı, bu ülkedeki rejimi Arap baharı parantezindeki diğer ülkelerdeki diktatörlüklerle karıştırmak.

Demokrasi, düşünce özgürlüğü ve diğer alanlarda kimin hangi standartlarla hareket ettiği bir yana, bu ülkeyi etrafımızdaki baskıcı rejimlerle aynı nitelikte görmek son derece yanıltıcı. Dolayısıyla Arap baharını ortaya çıkaran etkenler üzerinden bu ülkeye bakmak, bize doğru sonuçlar vermez.

Şu an itibariyle İran’da siyasi hava son derece hareketli. 2013 yılında yeni cumhurbaşkanının kim olacağından tutun, İran’ın kendi etrafında hızla yoğunlaşan baskıyı nasıl göğüsleyeceğine dair pek çok tartışma tüm hızıyla devam ediyor.

İran’ın kendi içinde yaşadığı muazzam hareketliliği, politik çekişmeleri ve değişim sürecini doğru okumak; ama bu değişimi yönlendirmek gibi başımıza bin türlü gaile açacak yaklaşımlardan uzak durmak, en doğru yol gibi görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi