Tekkedeki Cumhurbaşkanı!
Ohri’de, 17. yüzyıldan sürüp gelen Halvetî tekkesi... 1993 yılında bu tekkenin hatırlı bir misafiri vardı.
Cumhuriyetin 70. yıldönümünde Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Balkanlarda yeni kurulmuş bir devlet olan Makedonya’yı resmi olarak ziyaret ediyordu. Göl kıyısında, eski Osmanlı eserlerini muhafaza eden bu kasabada Turgut Özal kendinden önceki cumhurbaşkanlarının asla yapmayacağı/yapamayacağı bir şey yaptı ve halveti tekkesini ziyaret etti. Özal tekkeye yalnız gitmedi. Heyete dahil olan paşayı da götürdü...
Turgut Özal Türkiye’de bunu yapabilir miydi? Yapmak istese de, Türkiye’de tekkeler kapatıldığı için, böyle bir ziyaret mümkün olmazdı.
Aslında Turgut Özal tekke ziyaret ederek bir “anayasa suçu” işlemişti! Onun böyle suçlar işlemeye temayülünü biliyoruz: Özel televizyon yayıncılığına geçilirken, “anayasa bir defa ihlal edilse ne olur!” diyen oydu.
Tekkeler 1925’te kapatılmıştı ama, inkılap kanunları yürürlükte idi, üstüne üstlük, anayasaya konulan bir maddeye göre inkılap kanunlarının anayasaya aykırılığı yönünde bir iddiada bulunulamıyordu.
Peki Türkiye cumhuriyetinin cumhurbaşkanı bir dış gezide neden tekke ziyareti yaptı? Bir cümle ile söylersek: Türkiye’nin âlî menfaatleri için!
Aslında Turgut Özal, bu ziyaretle Balkanları 1912’de terk etmemizden sonra da tarihin devam ettiğini gösterdi. Türkiye’de tekke ve zaviyeler bilinen gerekçelerle kapatılmıştı. Türkiye dışında ise açıktı. Hatta mevleviler, bir süre asitaneyi, yani merkez tekkeyi Haleb’e taşıdılar. Suriye’de, Mısır’da, Kıbrıs’ta mevlevi tekkeleri epeyce bir müddet açık kalmaya devam etti. Balkanlarda ise, bir zamanlar Yugoslavya sınırları içinde kalan coğrafyalarda tekkeler açıktı.
Kendiliğinden kapananlar müstesna, faal olan tekkeler, bu coğrafyada aynı zamanda Osmanlı varlığının, Türk kültürünün sürekliliğini sağlayan unsurlar arasında yer alıyordu. Turgut Özal’ın Ohri’de tekke ziyareti şu anda başka ülkenin siyasi sınırlar içinde kalmış bir Türkiye’nin ziyareti idi.
Bir Türk veya Türkiyeli Balkanlarda dolaşırken en fazla neler ona huzur verir?
Elbette, eski mimari eserleri, camiler, hanlar, hamamlar, çarşılar, evler, çeşmeler ve tekkeler...
Bilhassa tekkeler!
Faal olan camiler günün belirli saatlerinde kullanılan mekânlardır. Diğer mimari eserlere ise farklı fonksiyonlar verilmiş olabilir. Tekkeler ise, kurumlaşmış yapılarıyla her saat görülebilir.
Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması ile ilgili kanunu artık tartışabilmeliyiz. Onun gerekçesi olarak gösterilen, “hayatta en hakiki mürşit (müsbet) ilimdir” sözünü de aynı çerçevede düşünmeliyiz.
İlim, müsbet ilim insanlar için elbette yol göstericidir. Bunun hayatın bütün safhaları için sözkonusu olabilmesi mümkün müdür?
Müsbet ilim bize birçok konuda yardımcı oluyor. İşimizi kolaylaştırıyor. Fakat, varoluş ve hayat ötesi hakkında bize söyleyebileceği bir şey var mıdır? Müsbet ilimin verileri kendiliğinden bizi doğru, dürüst, ahlâklı kılacak bir muhteva taşır mı?
20. yüzyılımızın büyük düşünürü Nureddin Topçu fizikten ahlâka cesaretle yükselmemiz gerektiğini söylüyor.
Fizikten ahlâka yükselirken yol göstericimiz ne olacaktır?
Hacca vardım der isen/Kanda vardın hacca sen
Kılavuzsuz kuş uçmaz/Bunca dağu dereden..
Balkanlar ve tekkeler, zaviyeler... Bu öyle birkaç satırla anlatılabilecek bir bahis değil.
Anadolu’dan daha fazla Balkanlar’da tarikatlar, tekkeler fetihlerde, İslâmın yayılması ve yerleşmesinde rol oynamıştır.
Bir yeri ele geçirmekten kat kat zor olanı, orada yaşayan insani bir yapı kurmaktır. Osmanlı bunu fethettiği yerlerde başarmışsa, bunda tekke ve zaviyelerin birinci derecede rolü olmuştur.
Prizren’de, Sinan Paşa camiinin önünden yürüyüp “Akdere” üzerindeki tarihi köprüyü geçtikten biraz sonra kendimizi Saraçhane Halveti tekkesinin avlusunda bulduk. Ufkunun her iki yönünde minareler olan kaç yüzyıllık geçmişin hülasası bir mekân.
Tanpınar’ın deyişiyle “yekpare geniş bir anın parçalanmız akışında” idik...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.