Deruni Hicret
İslam âlemi için çok katmanlı anlamlar içeren Muharrem ayındayız, idrak eden bütün Müslümanlara mübarek olsun.
Biz Müslümanların yeni yıla giriş takvimi büyük Hicret’i esas alır. Hicret, özet anlamıyla terk etmek, göç etmek demektir. Müşriklerin zulmü Müslümanların nefes almasına ve İslâm’ın yayılışına engel teşkil eden derecelere ulaşınca Resul-i Ekrem Efendimiz, İlahî yönlendirme ile Mekke’den çıkmaya karar vermişti. Gece gizlice şehrinden çıkarken, “Ey Mekke, sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı ve bana en sevimli olan yerisin. Eğer çıkmak zorunda bırakılmasaydım senden ayrılmazdım” diye buyuruyordu. Allah’ın en sevimli gösterdiğini, yine Allah katında daha hayırlı olan için terk ediyordu.
Mekke’den Medine’ye göç esnasında yaşanan olaylar bizlere, sağlam iman sahiplerinin davranış biçimlerini de örnekler. Hazreti Ali’nin müşrikleri yanıltmak için Peygamber Efendimizin yatağına yatışı, Hz. Ebubekir’in yol arkadaşlığı ve Sevr Mağarası, başlı başına kıyasla imanımızın derecesini tartıya vuracağımız örneklerdir. Bu anlamıyla hicret, Hakk’a yakın olmak için Hakk’ın dışındakini terktir.
İnsanoğlu gerçekte yeryüzüne indiğinden beri hicrettedir. Hazreti Mevlâna’nın, sazlığından koparılan neyin diliyle ifade ettiği gibi, yeryüzü yolculuğumuz, kendi hakikatinden kopan insanın aslını arayışını hikâye eder. Elest Meclisindeki kavilleşmeden sonra Dünya denilen gölgeler âlemine dağılan insan gördüklerini hakikat sanarak takılıp kalmış ve aslını hatırdan çıkarmıştır. Ama ruh aslını unutmamıştır, bu yüzden de hafızamızı zorlar. Bu yüzden geçici olanla oyalanırken hep bir tarafımız eksik kalır.
Yaşlanan dünyaya tezat zamanın seyrinin hızlandığı dönemleri yaşıyoruz. Dışarıdaki seslerin uğultusundan içimizdeki sesi duyamaz olduk. Hızla akıp giden görüntülerin ne anlama geldiğini durup düşünmeye vakit yok. Bütün yaşantılar ortaya saçılıyor, mahremiyetin güzelliğini yitirdik. Dünyaya hakim olmaya hırslanmış sistem fıtratla bağı koparılmış nesnelerle zihnimize ve algılarımıza ambargo koyuyor ve bizi uyuşturuyor. Kendi gerçeğimizle mesafemiz önüne geçilmez şekilde giderek açılıyor.
Bütün bunlardan hepimiz dertleniyoruz. Ama tuhaftır, bu çarkın dişlilerinin kendi derimize de saplandığını hissedemiyoruz. Bu uyuşukluktan nasıl kurtulacağımızın çarelerini düşünemiyoruz. Mübarek insanların hikâyelerini günümüzle irtibatını kuramadan dinliyoruz, dinlerken haz da duyuyoruz. Ama sanki onların kendi dönemlerine ait yaşanıp bitmiş meseleler olarak görüyoruz. O hikâyelerden nostaljik bir iç çekimi kıvamında etkileniyoruz.
Hicret, insanoğlunun her döneminde varlığın anlamını, dirilişi, sonsuza yürüyüşünü simgeler. Aslından uzaklaştıran şartlara teslim olmamasının yollarını açar. Hicret kaçış değil varıştır. Gurbetten yurda uzanıştır. Dünyevi olanı Rahmani olana dönüştürmektir.
Günümüzde, dışarıdaki hayat, mânâ olarak ihtiyaca cevap veremiyor. Ezelden ebede akışın ahengini duymak için iç dünyamıza hicret etmek zorundayız. Muharrem ayının hepimiz için bu kutlu yolculuğa vesile olmasını niyaz ediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.