Meclis’te AK Parti, Yargı’da CHP... Mi acaba?
Atalarımız, “alimden zalim, zalimden alim doğar” deyip de; bir insanın tavır ve kararlarından dolayı “ana-baba”yı suçlamanın doğru olmayacağını ifade etseler de, aynı atalarımız; “Kenarına bak bezini al, anasına bak kızını al” diyerek de, insanların hâl ve davranışlarında “gen”lerin büyük rol oynadığını söylemişlerdir!..
öyle değil midir;
İnsanların “söylem” ve “eylem”lerinde, “aidiyet”lerinin hiç mi rolü yoktur?.. öncelikle anne-babadadn geçen “gen”lerin, sonra “yetiştiği çevre”nin, “okuduğu okul”un, “arkadaşları”nın ve en nihayetinde “çalıştığı kurum”un!..
Bütün bunlar; “insanı şekillendiren” unsurlar değil midir?.. Evet; anne-baba, yetiştiği çevre, teneffüs ettiği hava ve nihayet “çalıştığı” veya “çatısı altında bulunduğu kurum!”
Bunların hepsi, insanın “taraf”ını belirler!.
Onun için demez miyiz;
“İnsan 7’sinde neyse, 70’inde de odur!”
“Can çıkmayınca huy çıkmaz!”
“Dağın dağa kavuştuğunu duyarsanız inanın da, insanın huyunun değiştiğini duyarsanız inanmayın!”
Demek oluyor ki;
İnsanoğlunun eylem ve söylemleri, sadece “bugün”le sınırlanamaz!.. O eylem ve söylemlerin temelinde “dün” yani “geçmiş” vardır!..
O “geçmiş” kapsamında da;
“Anne-baba”dan tutun da, “çevre”ye, “teneffüs edilen hava”ya ve çatısı altında bulunulan “kurum”a kadar her şey vardır!..
BüTüN BUNLAR TESADüF Mü?
Şahsen ben;
“Anayasa Mahkemesi üyeleri”nin; gerek “367 ucubesi”nde, gerek Anayasa’nın 10. ve 42. maddesinde yapılan değişikliği “yok hükmünde” saymalarında, “anne-baba”larından tutun da, “doğdukları köy”ün, teneffüs ettikleri “hava”nın, okudukları “kitap”ların, edindikleri “arkadaş”ların ve nihayetinde “kendilerini bu göreve atayanlar”ın büyük rol oynadığı kanaatindeyim!..
Hele bakın, şu “karar”lardaki “tesadüf”(!)lere!..
“367 ucubesi”ne karar veren üyelerin sayısı 9, reddeden üyelerin sayısı 2...
“Anayasa değişikliği”ni yok sayan üyelerin sayısı 9, onaylayanların sayısı, yine 2...
Bunlar “tesadüf”(!) mü?..
Her iki kararda da “Meclis’in hilâfı”na karar veren üyelerden 8’inin A.N.Sezer, 1’inin de Demirel tarafından atanmış olması bir “tesadüf”(!) müdür?..
üyelerin “dünya görüşleri”nin ve “ideolojik aidiyet”lerinin şekillenmesinde, “aileleri”nin veya “doğdukları köyler”in hiç mi rolü yoktur?..
O köylerden, “CHP’ye yüzde 90-95 oy çıkması” bir tesadüf(!) müdür?..
Hani, zaman zaman şaşkınlığa düşer ve “Aaaa, niye böyle oldu?” diye sorarız ya, işte bu “niye böyle oldu”ların cevabı, “aidiyet”lerdedir!..
“Anne”den “baba”ya!..
Doğulan “köy”den yetişilen “çevre”ye!..
“Arkadaş”lardan “atayan”lara!..
Söyleyin Allah aşkına;
“7 yıl, 3 ay, 12 gün” görevde kalan Sezer, görevde kaldığı süre içinde, “CHP’nin çankaya Şubesi” gibi çalışmanın dışında “bu ülke için” ne yaptı?..
Eline “kürek” alıp “temel” mi attı, yoksa eline “makas” alıp, bir “açılış kurdelâsı” mı kesti?..
Hayır, hiçbirini yapmadı!..
Yaptığı iki şey;
Teröristlerin yararlandığı “ideolojik af”lar ve CHP’yi mutlu eden “ideolojik atama”lar!..
Hele söyleyin;
Böyle bir “gece”nin,
Hayr umulur mu “sabah”ından?!?..
TAYYİP ERDOĞAN’IN GRUP KONUŞMASI
Başbakan Tayyip Erdoğan, dün AK Parti Meclis Grubu’nda konuşurken, ben bunları düşünüyordum.
Erdoğan, özetle diyordu ki;
- “Hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı kalmak, bu ilkeyi yaşatmak ve korumak, herkesten önce yargı mensuplarının görevidir. Hukuk, hepimizin güvencesi olmak durumundadır.”
- “Hukuk devletlerinde anayasa herkesi bağlar. En evvel de yargı kurumlarını bağlar. Bütün kişi ve kurumlar, hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı olmak durumundadır.”
- “Doğrudan milletten aldıkları temsil yetkisiyle görev yapan yasama ve yürütme organları, kamuoyunda en ağır eleştirilere tabi tutulurken, yargı organlarının, kararlarından dolayı eleştiri dışı tutulması beklenemez.”
- “Hiç kimsenin Türkiye’nin kalkınmasına, büyümesine kastetme hakkı yoktur.”
- “Anayasa’nın 153. maddesinde belirtildiği gibi, aslında iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz. Bunu, Tayyip Erdoğan söylemiyor, Anayasa söylüyor.”
- “Anayasa’nın 148. maddesinde açıkça yapılamayacağı yazılı olduğu halde, hangi gerekçeyle bir anayasa değişikliğinin esastan görüşülerek karara bağlandığı hususu mutlaka açıklığa kavuşturulmalıdır.”
- “Hiçbir kurum kendisini anayasanın üzerinde göremez, hiçbir kurum kendisine diğer kuvvetlerin üzerinde bir güç vehmedemez.”
- “Demokratik hukuk sistemimizde, kaynağını anayasadan ya da yasalardan almayan hiçbir yetki millet adına kullanılamaz.”
MADDE 153’ü İKİ DEFA İHLâL!
Bu eleştirilerin adresi, doğrudan Anayasa Mahkemesi üyeleri ve onların aldıkları kararlardı...
Erdoğan, “Anayasa’nın 153. Maddesi”ni hatırlatarak, bir anlamda Anayasa Mahkemesi’nin son kararının “yok hükmünde” olduğunu söylüyordu.
öyle ya;
Anayasa’nın 153. maddesine göre; madem ki, “iptal kararları, gerekçesi yazılmadan açıklanamaz”dı ve madem ki mahkeme buna uymadan karar açıklamış ve “Anayasa’yı ihlâl” etmiştir, o halde ilk önce “Anayasa Mahkemesi üyelerini, Anayasa’yı ihlâlden yargılamak” gerekmez mi?
çünkü, “153. Madde” sadece “gerekçenin yazılmasını” şart koşmuyor, aynı zamanda şunu da söylüyor:
“Anayasa Mahkemesi, bir kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken; kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez!”
Gayet açık ve net;
Anayasa Mahkemesi üyeleri; “153. maddeyi iki yönden ihlâl” etmişler!..
Birincisi;
“İptal kararını, gerekçesini yazmadan açıkladıkları” için!..
İkincisi; “iptal” kararını verirken “kanun koyucu” gibi, yani “Meclis” gibi hareket ettikleri için!..
Bir de Anayasa’nın “şekil yönünden inceleme”yi şart koşan 148. maddesi var ki, üyeler bu şartı da yerine getirmeyip, “Anayasa’yı ihlâl” etmişler, yani “suç” işlemişlerdir!..
Tüm bunlardan sonra; önce, açıklanan karar “yok hükmünde” sayılmalı ve üyeler yargılanmalıdır!..
Tabii, eğer “hukuk devleti” isek!!!
CHP’NİN İNAT VE ISRARI NİYE?
Erdoğan, konuşması esnasında “kararı destekledikleri” için CHP’yi de eleştiriyor ve diyordu ki:
“Yasama organı yanlış yaptığında yargıdan döner. Olmadı, önüne sandık geldiği gün, milletten döner. Yürütme yanlış yaptığında yine yargıdan döner. Olmadı, günü geldiğinde bizzat milletin kendisinden döner.
Peki yargı erki yanlış yaptığında nereden döner? Bu soruların kamuoyunda tartışıldığını görüyoruz.
Bu durumun baş müsebbibi de bana göre CHP’dir, CHP’nin muhalefet zihniyetidir.
Kimsenin, ama hiç kimsenin, yargı kurumunu böyle bir tartışmanın tarafı ve muhatabı haline getirmeye hakkı yoktur.
CHP’nin, yasama ile yargı erkleri arasında inatla, ısrarla yetki çatışması çıkarma gayretleri, bizi bu noktaya getirmiştir.”
Tayyip Bey’in bu sözlerinden sonra, lütfen yazının başından beri ortaya koyduğum “aidiyet fotoğrafı”nın parçalarını birleştirmeye çalışın!..
“Fotoğrafın bütünü”nde göreceksiniz ki;
“Aidiyet”lerin içinde “CHP” de vardır!..
HAMZAçEBİ: CHP NE DERSE, O!
Hayır, “mahkeme üyelerinden çoğunun doğdukları köylerde CHP’nin yüzde 90-95 oyla birinci parti olduğu”ndan hareketle böyle bir bağ kuruyor değilim!..
“Aidiyet”lerin içine CHP’yi de dahil etmemin bir sebebi de, AK Parti Milletvekili Alaattin Büyükkaya ile CHP Milletvekili Akif Hamzaçebi arasında geçen bir diyalog!..
Bir ay kadar önce... Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinin iptalini isteyen CHP’nin başvurusunda Akif Hamzaçebi’nin de imzası vardır!..
Değişiklik görüşülürken; Büyükkaya ile Hamzaçebi arasında şöyle bir diyalog geçer:
Hamzaçebi - 10. ve 42. maddelerde yaptığınız bu değişiklik Anayasa’ya aykırı!..
Büyükkaya - Nasıl bu kadar emin konuşuyorsunuz? Siz, Anayasa Mahkemesi misiniz ki, mahkemenin düzenlemeyi iptal edeceğini söylüyorsunuz?
Hamzaçebi - Evet, biz biliriz!.. Biz, Anayasa’ya aykırı diyorsak, aykırıdır!..
Büyükkaya - Nasıl bu kadar emin konuşuyorsunuz?
Hamzaçebi - Biz ne dersek, o olur!..
Bilmem, daha fazla söze hacet var mı?..
Gördüğünüz gibi;
Bütün “aidiyet” parçaları birleşiyor ve ortaya bir “ideoloji” çıkıyor!..
O ideolojinin de “sembol” partisi CHP!..
Bütün bunlardan sonra;
“Meclis’te AK Parti ve MHP,
Yargı’da ve Bürokrasi’de CHP egemenliği!”
Diyebilir miyiz acaba?..
CHP’nin büyük bir “inat” ve “ısrar” ile “yetki çatışması” çıkarma gayretleri daha başka nasıl izah edilir ki?!?..
Varsa başka sebep, siz söyleyin!..
------------
Bir Bilen... Bir Bölen!
Ankara’da, “kapalı kapılar” arkasında yeni “film”ler çevrildiğinden, bu filmlerden birinin “28 Şubat sürecinde çevrilen filmin ikinci versiyonu” olduğundan söz ediliyor!..
İddialara göre; “Bir Bilen” olarak tanınan, ancak şu anda “Bir Bölen” olarak görev yapan bir zat, “CHP artı MHP, artı AK Parti’den koparılacaklar” ile bir “Azınlık Hükümeti” kurdurmayı hesaplıyormuş!..
Bu olaya; “aç tavuk”ların, rüyalarında kendilerini “darı ambarı”nda görmesi gibi bir şey deyip geçmek mümkündü.
Yani; bir rüya, bir kâbus!.. Ancak, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli; dün bu “senaryo”ları deşifre edici sözler sarfetti ve dedi ki;
“Bizim endişe ve telaşımız, AKP’nin parçalanması ve Başbakan Erdoğan’ın kurban edilmesi değil, demokratik rejimin geleceğinin kurtarılmasıdır!.. Milliyetçi hareket, hiçbir siyasi partinin enkazı üzerinde kendi geleceğini belirlemez!”
Bu söz eğer “doğru” ise ve Bahçeli gerçekten “dürüst” davranacaksa, bu film yatar!..
“Bir Bölen” de, bu gidişle “Bir ölen” olur!..