Nevzuhur Bir Hastalık: Post-Baas Sendromu
Bir gün gelip de Müslümanların Suriye Baas’ıyla imtihan olacağı kimin aklına gelirdi? Aramızdan Müslümanların geleceğini baba-oğul Esedlerin başında bulunduğu 50 yıllık Baas cuntasına sarılmakta görenlerin çıkabileceğini düşünür müydük hiç? Ama hayat böyle bir imtihan sahası ve kimin ne zaman neyle sınanacağı belli olmuyor.
Suriye’de şehirler tanklarla kuşatılmış, top ateşleri altında yıkılıyor. Daha dün 50’den fazla insanın işkenceden teşhis edilemeyen cesedi morglara taşındı. Ölüm, işkence, tecavüz, kayıp, sürgün, yıkım gibi her türlü zulümle maruf bir rejimin yıkılmasının ardından ne gelir soruları bazı Müslüman zihinleri de felç etmiş durumda.
İslami camiada “Post Baas Sendromu” diye akıl almaz bir hastalık yaygınlaşıyor. Baas’ın yıkılmasına ne kadar bir zaman kaldı bilemiyoruz fakat Baas yıkılmadan önce burada bazı Müslümanların hayalleri, ümitleri garip bir yıkım havasına girmiş durumda. Abartılmış bir ‘kötü gelecek korkusu’ üzerinden yarım asırlık bir cinayet, işkence ve yolsuzluk şebekesine ısrarla sarılan böylesi bir zihin yapısının normal işleyişe sahip olduğunu söyleyemeyiz.
Kimse çıkıp da açıkça Baas’a sahip çıkamıyor elbet! İşlediği cinayetleri de açıkça savunan yok. Her şey “ama, fakat, uzun vade, strateji” gibi kelimelerle ehven hale geliyor, meşruiyete kavuşuyor. Öteden beri sağ-muhafazakâr çevrelerin klasik komplocu tezlerini eleştirenlerin son yıllarda şimdilerde sol-sosyalist ve Kemalist çevrelerden devşirilen komplo teorileriyle yol almaya çalışma gayretinde olması çok tuhaf. Siyasal ve toplumsal alanda meydana çıkan hemen her gelişmeyi Yahudi, mason, dönme faktörlerine bağlayarak izah etmeye çalışan mantalitenin geçmişte bizi ne gibi derin açmazlara sürüklediği apaçık ortada. Fakat buna rağmen şimdilerde her gelişmeyi emperyalist planlara, neo-liberal saldırılara, küresel tuzaklara indirgeyen fasit şablonun müşterileri arasında Müslümanların oranı garip ama azımsanamayacak kadar fazla.
Sadece İslami cemaat ve hareketlere değil neredeyse kendilerine dahi güven duymaktan imtina eden bir ruh hali musallat olmuş bazı Müslümanlara. Zulme başkaldırmayı, despot iktidarlara direnmeyi, zorba rejimleri alt etmeyi Müslümanlara yakıştıramayan bu ruh halinin rahatlıkla enformatik bir cehalete saplandığını söyleyebiliriz. Enformatik manipülasyonlara açık olanların, kanıyla, canıyla bedel ödeyen Suriyeli kardeşlerimizi de manipülasyona hatta güdülmeye müsait görmelerinde elbet şaşılacak bir şey yok.
Hizipçi, mezhepçi takıntılar ise Suriye meselesine bakışta ortaya çıkan hastalığı en çok azdıran amil. İran ve Hizbullah’ın açıkça direniş cephesi adına Baas’ı destekleyen, buna karşın İhvan-ı Müslimin ağırlıklı muhalefeti ABD ve İsrail’in oyununa gelmekle suçlayan tavrı çok belirleyici oldu. Suriye’ye İran ve Hizbullah’ın stratejik hesapları bağlamında yaklaşanların Baas katliamlarına mazeret bulması pek zor olmadı. İşe Suriye muhalefetini itibarsızlaştırarak başlamak bu gibi durumlarda en çok tercih edilen yoldu.
Kimi zaman Suriye muhalefetine bilinmeyen diyarlardan ithal edilmiş tuhaf varlıklar muamelesi yapıldı. Başı kim, sonu kim bilinmiyormuş. Kimi zaman da muhalif platforma dâhil olan liberal-batıcı tipler öne çıkarılarak BOP’un işbirlikçisi, neo-liberal saldırıların taşeronu muamelesi yapıldı. Neden? Çünkü İran ve Hizbullah Suriye’de bir rejim değişikliğine kesinlikle karşı çıkıyor. Kendi bekalarını, geleceklerini adeta Baas’ın varlığına bağlamışlar. Bu Baas bağımlılığının İran ve Hizbullah için ne kadar hayati olduğunu tam olarak bilemeyiz ama Suriye halkı için tereddütsüz öldürücüdür.
Zalim ve katil bir rejime üstelik de Müslümanların dökülen kanları pahasına bel bağlamak, destek olmak stratejik açıdan, uluslararası dengeler açısından çok şey ifade ediyor olabilir. Ancak İslam’ın bize öğretip kazandırmak istediği adalet ve merhamet pratiği açısından bu hesapların doğruluk, iyilik ve güzellikle hiçbir alakası kurulamaz.
Bizim için itikadi ve ahlaki ilkeler stratejik çıkarlardan önce gelir, gelmelidir. İran ve Hizbullah’ın ‘basiretsiz’ politikalarına eklemlenerek “Batı’nın dolmuşuna binmeye kimin gönlü varsa Baas’ın gidişine onlar yol yapar.” palavrasına kanıp Baas cuntasının cinayetlerine ortak olamayız. Suriye Baas’ına karşı savaşan Müslümanların kanları ve canları, Saddam’ın Baas’ıyla savaşan İran İslam Cumhuriyeti’nden daha az değerli değildir.
Suriyeli kardeşlerimizin kanları Siyonist İsrail işgaline karşı savaşan Hizbullah savaşçılarının mübarek kanlarından neden ve nasıl daha değersiz sayılabilir ki? İşte bunun için İran ve Suudi Arabistan’ın, ABD ve Rusya’nın stratejik rekabetine Suriyeli kardeşlerimizi kurban etmeye niyetimiz yok.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.