Türkçülük Hareketi Laikçi ve Sekülerdir
Ahmet Vefik Paşa’dan Ziya Gökalp’e Türkçülük akımının Türkiye’deki savunucuları, Kemalist Cumhuriyet anlayışla birçok bakımdan örtüşerek çizgisini sürdürmüştür. Dönemin aktif Türkçü düşünce ve edebiyatın savunucusu Türk Yurdu Dergisi ve Türk Ocakları gibi kuruluşlar siyasetin içinde olmasa da, fikir ve teklifleriyle “yeni Türk toplumu” projesinde Batıcı Cumhuriyetin laikçi “devrimleriyle” büyük oranda paralellik arz ettiği malûmdur.
Türkçü akımın “derin” teorisyenlerinden Yusuf Akçura: “Yükselmekte olan milliyetçi hedefler ve millet şuur sebebiyle, dinî duygular geri plânda kalmış ve İslâmcılık gibi dini merkeze alan bir ideolojinin de gerçeklikte hayat bulma şansı ortadan kalkmıştır” (Üç Tarz-ı Siyaset, s. 131).
Akçura, dinin geri plânda kalması gerektiğini söyleyerek, Türkçülüğün sadece siyasî olarak işe yararlılığını savunmuyor, içtimaî ve millet yapısı olarak Türkçülüğü Batılı-seküler bir değerlere istinat ettirerek modernleşebileceğini, böylelikle milletin yükselebileceğini ileri sürüyor. 1925 yılındaki bir konuşmasında Avrupa’daki modern devletlerin reformlarını örnek göstererek Türk münevverlerini ‘anasır-ı irtica olan ve erbab-ı zeamete istinat ruhanilere’ karşı uyarıyor:
“Anane-i Diniyeyi temsil eden hilafet, esasında laik-intibah hareketine ve ıslahatı diniyeye rıza göstermez” (Modernleşme ve Milliyetçilik, Yusuf Bayraktutan, s. 53). Adı geçen kitap, Akçura’nın ırk kavramından, dolayısıyla Türk’ten ne anladığını şöyle ifade ediyor: “Akçura, ırk ile, İslâm’ın yardımı olmaksızın kendi kendini tanımlayan etnik bir Türk bütününü ifade etmek istiyordu”(s.53).
AKÇURA: “DİNLER CEMİYET İŞLERİNİ DÜZENLEYİCİ OLMAKTAN VAZGEÇMELİDİR”
Akçura, “Üç Tarz-ı Siyaset”inde Türkçülüğün asrın fonksiyonel bir siyasî, içtimaî ve fikrî hareket olduğunu belirtir: “ Zamanımızın tarihinde görülen genel akımlar ırklardadır. Dinler, din olmak nedeniyle gittikçe siyasal önemlerini, kuvvetlerini yitiriyorlar, toplumsal olmaktan çok şahsileşiyorlar; cemiyetlerde vicdan özgürlüğü din birliğinin yerini alıyor. Dinler cemiyetlerin işlerini düzenleyici olmaktan vazgeçerek kalplerin kılavuzluğunu üzerlerine alıyorlar. Allah ile kul arasında bir vicdan bağı durumuna geliyorlar”(a.g.e. s.15).
Akçura’nın bu ifadeleri, laisizmin temel anlayışlarıyla örtüştüğü gayet açık. “Üç Tarz-ı Siyaset”teki millet târifi de Alman ve Slavların Protestan seküler milliyetçi temellerine göre yapılmıştır. Dolayısıyla Türkü, yani ırkı İslâm’dan üstte çıkararak, ırkın (Türklüğün) yardımcısı unsurlar arasında gördüğü dinin siyasette, toplum yapısındaki bütün yaptırımlardan tesirinin azaltılmasını öngörüyor.
AKÇURA, PROTESTAN MEZHEBİNİN LİDERİ LUTHER’E FİKREN HAYRANDIR
Akçura, Türkçü düşüncenin İslâm’dan üstün bir akide durumuna geldiğini ve İslâm’ın bu akideye seküler bir zeminde hizmet etmesi gerektiğini ifade eder. Alman Protestan mezhebinin lideri Luther’e, Hıristiyanlığa millî ve halkçı bir karakter kazandırdığı için hayranlığını gizleyemez. Türkçülüğü ve Türk milliyetçiliğini Luther’den aldığı referanslarla açıklamaktadır. Bu çerçevede, Akçura, İslâmiyetin millîleştirilmesini, ayrıca din dilinin, yani Kur’an- ı Kerim’in Türkçeleştirilmesini savunmakta ve Türkiye’de bunun uygulamasını istemektedir.
Baştan beri Türkçü hareketin millet anlayışında Rus Radonizmi, yani halkçılığı ile Alman Köycülüğü yatmaktadır. Bu iki yabancı sosyal sistem, laisizmin ve sekülerizmin zemininde geliştirilmiş olan sistemlerdir ki, Türk milletinin mânevî ve sosyal yapısına temelden zıttır. Rus sosyalizmindeki seküler halkçılığı Türkçü anlayışla terkip eden Türkiye’deki Türkçülerin üzerinde derin tesirleri olan Azerî Hüseyinzâde Ali’nin fikirlerini, Akçura Fransız laisizmin millîlik anlayışıyla sentez yaparak destekler.
Bütünüyle kurgusal ve teorik bir proje olan Türkçülük anlayışının bugünkü takipçileri şu suallerin cevabını verebilecekler midir? Türkiye’deki Türk milleti, bu mânada bir ırk adı mıdır? Yoksa İslâm zemininde inkişâf etmiş sosyal, kültürel ve siyasî bir anâneye sahip bir Türk milleti midir? Yaşayan Türk milleti Türkçü hareketin Türklüğüyle ne kadar uyumludur? Türkçü anlayışın teorik olarak öngördüğü ve sadece Kemalist Cumhuriyet ilkelerinde görülen Türklük aramızda yaşıyor mu?
Bugün sosyolojik olarak yaşayan Türklüğün, Türkçü anlayışın teorik kalıplarına uymadığı görülüyor. Yığınla misal ve kaynak gösterilebilir ki, Türkçü anlayışın bir asırdır ortaya koyduğu Türklük teoride kalmıştır. Türkçü anlayış, Kemalizm gibi laikçi bir zeminde İslâm’ın varlığını sadece ferdî ve kültürel bir unsura indirmiştir. Türkçü hareketin ilk başta Fransız ve Alman içtimaî değerlerinin belli bir bölümünü olduğu gibi kopya ettiği ehlinin malûmudur.
AKÇURA: “TÜRKİYE CUMHURİYETİ MİLLÎ MENFAATİNİ MÂVERAÎ İDEALLERLE TELİF ZARURETİNDEN KURTULMUŞTUR
Ahmet Ağaoğlu ve Akçura, Tatar Türkçü modelini Osmanlı Türk aydınlarına tavsiye ederek, Tatar burjuvasinin seküler ilerlemeci ideolojisini Türkçülüğün mihveri olarak göstermiştir. Yukarıda işaret edildiği gibi, Türkçü anlayış hiçbir zaman Türkiye Türklerinin tabiî bir ihtiyacı olarak toplumun damarlarından gelen yerli bir içtimâî ve kültürel hareket olamamıştır. Akçura, 1925’deki Türk Yurdu Dergisi’ndeki yazısında görüşünü daha da netleştirerek şöyle diyor: “Türkiye Cumhuriyeti (...) menafi-i millîyeyi mâveraî idealler ve sunî vasıtalarla telif gibi zaruretlerden kurtulmuş bir haldedir”( Modernleşme ve Milliyetçilik, Y. Bayraktutan, s.182).
Açıklaması şudur: Türkiye artık millî faydalarında dinî, manevî değerlerinden kurtulmayı başarmıştır. Bu ifadeler sanılır ki bir müsteşrike değil Akçura’ya ait. Türk toplum yapısına ancak bu kadar dışarıdan bakılabilir. Dahası, din müessesesini, yani İslâm’ı Hıristiyanlığın geldiği seküler bir noktada görmekte ve İslâm din adamlarını “ruhaniler” gibi târif etmektedir.
TÜRKÇÜ AYDINLAR TÜRK KADINLARININ AVRUPAÎ TARZDA ÖZGÜRLEŞTİRİLMESİNİ İSTİYORLAR
Öyle ki, Akçura, Türklüğe dışarıdan değerler monte ederek, aslıyla ilgisi olmayan bir Türkçülük anlayışını savunur. Gaspıralı İsmail Bey’in hedeflerinden biri olan “Türk kadınlarının özgürleştirilmesi” ni Akçura da Türkiye’deki Türkçülüğün temel meselelerinden biri olarak ifade eder. “Kadının toplum içindeki yerinin kötülüğü nedeniyle İslâm toplumlarının felç olmuş toplumlar” olarak gören anlayışa katıldığını belirtir:
“Kadının İslâm’dan önce Türk toplumu içinde daha ileri bir konuma sahip olduğu idi; Osmanlı toplumunda her şeyden önce yapılması gereken şey, genç kızların eğitilmesidir.(...) Türk kadınları, Orta Afrika’nın Zencileri kadar cahil bırakılmışlardır” ( a. g. e., s. 185).
Akçura’nın, Osmanlı Türklüğünde kadına verilen önemin İslâmî ölçüler içinde olduğuna dair bilgisinin olmaması mümkün değil. Son derece ön yargılı bir şekilde Osmanlı Türk kadınının sosyal statüsünü müsteşrik gözüyle ve devrin Batıcı zihniyetiyle değerlendiriyor. Yahut kendi Türkçü fikrini doğru göstermek için tarihî bilgileri çarpıtıyor demek de mümkün.
AKÇURA:”TÜRKLERDE İSLÂM’DAN ÖNCE KADIN DAHA İYİ KONUMA SAHİP”
Ona göre, “Türklerde İslam’dan önce kadın daha iyi bir konuma sahipmiş” görüşü Batılı müsteşriklerden kopya edilen tamamen yanlış ve ideolojik bir görüştür. İslâm öncesi kadının rolü medenî bakımdan “iyi” demek son derece gayrı ilmî ve uydurma bir fikirdir.
Şu tesbiti tekrar etmekte fayda vardır: Türkçü hareket, başlangıcından bugüne modernist-seküler zihniyet sahip bir fikir akımı olarak Alman ve Fransız “ulus” anlayışlarının ve Rus Halkçılığının (Radonizm) taklidine dayanır. Millet olarak bütünüyle İslâmî zemine istinat eden Türklük değerleriyle birebir uyum sağlamaz. Fikir menşei Avrupa’dır. Tartışmasız olarak seküler zihniyetle malul ve eklektiktir.
Hüsnüniyetle ve önyargısız bir şekilde ortaya koymak istediğim şudur: Osmanlı’nın dağılma sürecine girmesiyle ortaya çıkan Türkçü anlayışın başından beri yeni Türk milleti ve medeniyeti oluşturma düşüncesi, yaşayagelen Türklüğün gerçekleriyle bağdaşmadığı ve “Türk” vurgusu gibi birkaç husus hariç Cumhuriyetin “ulus” ve devlet ideolojisinde birinci derecede âmil olduğudur.
NOT:
Bize gelen bir mektuba göre, Tatvan Saadet Câmi-i İmam Hatibi Mesut Dağdağan’ın Meclis’e ve milletvekillerine yazdığı açık mektubundaki isteklerinin millî ve içtimâî gayelere uygun olduğunu tasdik ediyoruz. Bu gayretli ve fikirli İmam Hatibin mektubunun ehl-i millet mensuplarınca aşağıdaki e.adresten okunup aynı şekilde yetkililere gönderilmesi bir hakkın yerine getirilmesi anlamına gelecektir.
“Ülkemizde birçok alanda özel eğitim kuruluşları var. Özel Sürücü Kursu, Özel Lâle Kursu, Özel Müzik Okulları( bale ve opera gibi), Özel Okul-Kolej-Yurt gibi bulunmaktadır. Kur’an Kurslarının da özel okullar ve kurslar eliyle yapılmasının ve buna dair kanunun çıkarılmasının faydaları…” şeklinde izah ve ikna edici bilgilerle dolu mektubun “[email protected]’dan takip edilmesi ve [email protected] (0533.642 6213 Tlf.’a ulaşarak fikrinin desteklendiğini belirtmek, geç kalınmış önemli bir meselenin ucundan tutmuş olmak anlamına gelecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.