Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Lanet mi, rahmet mi?

Lanet mi, rahmet mi?

Kaddafi’nin cincisi ve Libya’nın Rasputin’i olarak bilinen Yusuf Şakir, Arap Baharını lanete müstahak görürken ve karabasana benzetirken, Arap Baharının fitilini ateşleyen Tunuslu Muhammed Buazizi’nin ailesi ise devrimi veya Arap Baharını rahmete benziyor. Kaddafi’nin cincisi lanetin teker teker Arap ülkelerini dolaştığını ve gezdiğini ve en sonunda Suriye’nin üzerine çöreklendiğini anlatıyor.
Gerçekten de İkinci Arap Devrimi rahmet rüzgarları gibi bütün Arap dünyasının üzerinde dolaşıyor. Sonunda da Birinci Arap Devrimi olarak anılan Şerif Hüseyin’in isyanının dalgalandığı toprakları yeşertmeye başladı. İkincisi birincisine nazaran asimetrik bir devrim. Birincisinde Osmanlı’yı yolcu ediyorlardı ikincisinde ise kudümünden söz ediyorlar. Birinci Arap Devrimi Cemal Paşa’nın otoritesini ve komutanlığının bulunduğu toprakları hedef almış ve sarsmaya başlamıştı. Jön Arap olarak anılan Beşşar ve kardeşi Mahir Esat da Jön Türk olarak bilinen Cemal Paşa’nın izinden gidiyorlar. Cemal Paşa da Üsküdar günlerinden itibaren ‘irtica’ avındaydı. Baba Esat ve oğulları da 50 yıldan beri İslami hareketle mücadele ediyorlar. Hama ve Humus’u av sahası yaptılar. Ama galiba sonlarına geldiler. Mahir Esat bugün Suriye’de göstericilere karşı Dördüncü Orduyu komuta ediyor. Bütün tenkil hareketlerini seçkin Dördüncü Ordu deruhte ediyor. Hiç tesadüf mü ki, Cemal Paşa’nın Suriye’de komuta ettiği ordu da Dördüncü Ordu olarak anılsın! Demek ki tarih tekerrür ediyor. Ama asimetrik bir biçimde...

Kaddafi’nin üfürükçüsü Yusuf Şakir Arap Baharını bizdeki ulusalcılar gibi lanet olarak görse ve lanet okusa da Arap Baharının birinci şehidi Muhammed Buazizi’nin ailesi rahmet olarak görüyor. Esasında Bin Ali rejimini yıkan Buazizi’nin kendisini yakması değil kendi kabahatleri olmuştur. Haklı talepleri göz ardı ederek halkı kanla barutla bastırmak istemiştir. Buazizi kendini yakarken elbette ki aklında Bin Ali rejimini devirme gibi bir niyet bulunmuyordu. Onun ardından sokaklara dökülen halkın da böyle bir talebi yoktu. Tek dilekleri, rejimin kendisini ıslah etmesi ve kendilerine insan gibi muamele etmesiydi. Heyhat! Onun yerine baldırı çıplak olarak gördükleri halkın sopadan anlayacağını düşündükleri için bastırmak için talimat verdiler. Mısır halkı için söylendiği gibi Tunus halkı için de ‘davulla toplanır ve sopayla dağılır’ diye düşünüyorlardı. Halbuki Tunus halkı şairleri Şabi gibi düşündü. Kaderine ortak oldu. Bastırma hareketi geri döndü veya talimatlar püskürtüldü. Bin Ali ve ailesi talimatlarının altında kaldı. Halkın iradesi karşısında ezildiler. Kader halkın iradesine icabet etti. Şimdi Muhammed Buazizi devrimin ilk şehidi ve şahidi olarak gelişmeleri kabrinden izliyor olsa gerek. Zira devrime rahmet olarak bakan ailesi her gün onu rüyalarında görüyorlar. Bedenen olmasa da hayattakilerle birlikte ruhen dalga dalga yayılan devrimlere eşlik ediyor.

Muhammed Buazizi’nin ailesi geçtiğimiz günler Türkiye’yi ziyaret etti. Bu ziyaretle birlikte bilmediğimiz birçok sırra da muttali olduk. Tunus’un Sidi Bouzid kentinde 17 Aralık 2010’da belediye zabıtalarının tezgâhını almasına ve polisten yediği dayağa isyan edip kendini yakınca Arap Baharını tetikleyen 26 yaşındaki Tunuslu Muhammed Buazizin’nin annesi Mannoubia Buazizi ve kız kardeşi Leyla Buazizi, Mazlum-Der’in davetlisi olarak İstanbul’a geldi. Hürriyet gazetesine konuşan Leyla Buazizi, “Muhammed için üzgün Tunus için sevinçliyiz” diyor. Bir tekstil şirketinde kalite kontrol teknisyeni olarak çalışan Leyla Buzazi, kardeşlerinin ailenin rüyalarından çıkmadığını anlatıyor: “Muhammed hep rüyalarımızda. Annem çok sık görüyor, hep beyazlar içinde. İşlemeli, el yazmalı büyük bir Kur’an-ı Kerim açıyor. İçinden nur yükseliyor. Kız kardeşim Basma da geçenlerde Muhammed’i rüyasında görmüş. ‘Libya’daydım merak etmeyin, şimdi Suriye’ye gidiyorum. Sırada Suriye var’ demiş. İnşallah Suriye’de de halk zafere ulaşacak...”
Basma’nın rüyası işte böyle. Adeta şehidler gibi yaşayan ve rüyalara konuk olan Buazizi’nin karaltısı ve silüeti devrim meydanlarında geziniyor. Korkakların gözü uyku yüzü görmesin! ‘Burası Şam’ kasidesini yazan Şamlı şair Nizar Kabbani kasidelerinde ve mısralarında daime ve yılmadan Şamlı olduğunu vurguluyor ve bununla iftihar ediyor. Diğer bir kasidesinde üzerlerine toprak serpilmiş Arapların öldüğünün niye ilan edilmediğini soruyor. Arapların öldüğünü Nizar Kabbani ilan etti. Dirildiğini ilan eden ise 35’ine bile varmadan belki hayatın çeyreğinde vefat eden Ebu’l Kasım Şabi’nin muhallet veya la yemut şiirleri olmuştur. Devrimle birlikte bu şiirler de dirilmiştir. Buazizi de 26 yaşında yani hayatın çeyreğinde kendini feda etti. Lakin onun kendisini yakması Arap Baharını aydınlatan kandil oldu. Nizar Kabbani de lahit ve sandukalar içinde Halit Bin Velit gibi dirilerden ve mermer tahtlar içinde de Mübarek gibi yaşayan ölülerden bahsediyordu. Ve belki de onun için devrimin başkentinde (Humus) onun kabrine de iliştiler. Şairlerin kasideleri ve şehitlerin kanları bin yıllık müjde olan nevbaharı sulamaya devam ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi