“Atatürk’ü Koruma Kanunu” da kaldırılacak mı?
Nihayet, “sanığın idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine...” gibi absürd kararlarıyla tarihe mal olan “İstiklal Mahkemeleri”nin zabıtları gün ışığına çıkarılacak. Yakın tarihin tanınması, Cumhuriyet’in neler üzerine ve nasıl kurulduğunun görülmesi, devrimlerin neye mal olduğunun bilinmesi bakımından bu zabıtların arşivlerden çıkarılması çok önemli. Bilinen az sayıdaki kararlarının bile ürperti vermeye yettiği “portatif mahkemeler”den söz ediyoruz. Mezardaki ölüyü bile çıkarıp “aleme ibret olsun” diye idam ipine çektiren mahkemelerden...
Ya da şapka kanununa muhalefet etti diye bir kadıncağızı bile astıran mahkemelerden...
İşte, adeta “idam mangası” işlevi görmüş olan bu “portatif mahkemeler(!)”in TBMM’de gizli tutulan zabıtları açıklanacakmış. Ancak henüz araştırmacıların incelemesine kapalı. Şimdilik TBMM tarafından inceleniyor. Basında yer aldığı kadarıyla, bu kapsamda 1471 dosyanın günümüz Türkçesine çevrilmesine başlanmış. Eğer Başkanı onay verirse, yapılan çeviriler dijital ortama aktarılıp TBMM’nin internet sitesinde yayımlanacakmış. Bekliyoruz...
Bekliyoruz da, zabıtların açıklanmasının yeterli olmayacağını da biliyoruz. Çünkü, eğer sadece içeriğini görüp de üzerinde yorum yapamayacaksak, failler hakkında kanaat belirtemeyeceksek, bu kararları veren mahkemeleri kuranları, üyelerini atayanları, kararlar karşısında sessiz kalarak durumun aynı minval üzere devam etmesini zımnen onaylayanları gündeme getirip tarih mahkemesine çıkaramayacaksak... zabıtların açıklanmasının ne önemi olabilir ki? Ha açıklanmış, ha açıklanmamış ne fark edecek?
Biliyorsunuz, İstiklal Mahkemeleri döneminde devletin başında M.Kemal vardı. Peki, zabıtlar açıldığında, yapılacak yorumların ucu, kendi zamanında izni ve bilgisi dışında hiçbir şey yapılamayan M.Kemal’e değmeyecek mi? Haliyle değecek. Bu durumda mahkemeler, 5816 Sayılı yasaya istinaden yorum sahibinin yakasına yapışmayacak mı? Haliyle yapışacak. Öyleyse, zabıtların açıklanmasıyla gizli kalması arasında ne fark olacak?
Niye mi bu soruları soruyorum? Hadi biraz daha müşahhaslaştırayım. Biliyorsunuz, bu ülkede “Atatürkü Koruma Kanunu” adıyla nam salmış bir kanun var. Kanunun asıl adı, “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun.” 5816 Sayılı bu kanun Menderes zamanında, 31.7.1951 tarihli ve 7872 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giriyor. Yürürlüğe girdiği günden bu yana da pek çok insanın canını yakıyor. Bu yasa kapsamında bir fiil işlenirse, şikayete bağlı olmaksızın Cumhuriyet savcılıklarınca re’sen takibat yapılıyor.
Yasanın ilk maddesi şöyle: “Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Yukarki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.”
Yasanın ikinci maddesi, bu birinci maddedeki “suç”ların nasıl işlenirse ne kadar artırılacağına ilişkin hükümleri ihtiva ediyor.
Geçenlerde Cumhurbaşkanı Gül, şike sanıklarına adeta af getiren yasal düzenlemeyi Meclis’e geri gönderirken, “kişiye özel yasa olmaz” demişti. Ancak el’an mer’i bulunan bu 5816 sayılı yasadan daha kişiye özel bir yasa da yok ve bu durum, ülke için çok büyük bir ayıp, hukuk adına da çok büyük bir kayıp değil mi? Ancak burada, “kişiye özel yasa” meselesi üzerinde durmayacağım, daha başka bir zaviyeden yaklaşmak istiyorum konuya.
Bu yasanın anlamı açıkça şudur: “Atatürk asla hata yapmamıştır, ne yaptıysa mutlak doğrudur. Sorulamaz, sorgulanamaz, eleştirilemez, reddedilemez. Hatta, böyle de yorumlanabilecek bir tavırda bulunulamaz. Aksi halde, ihlal edenin canına okunur.”
Peki, o zaman bu yasa, açıkça M.Kemal’i “monark” ya da daha ileri bir tabirle “ilah” konumuna getirmiş olmuyor mu? Sadece soruyoruz ve geçiyoruz. Falih Rıfkı Atay da ünlü Çankaya adlı kitabında “Atatürk diktatör müydü?” diye soruyor. Ancak o sorup geçmiyor, hemen ardından cevabını kendisi veriyor: “Rejimine bakarsanız, evet.” Gerçi bundan sonra, bu diktatörlüğün ne kadar gerekli olduğuna dair kendince bir dizi izahatta bulunuyor; ama bir kişinin “kurucu” olmasının, her ne sebeple ya da niyetle olursa olsun, halkı üzerinde -kendi tabiriyle- “diktatörlük” kurması hakkını ona verip vermeyeceğini açıklamıyor. Tabiî bu arada, M.Kemal’in en yakınındaki birinin onu “diktatör” olarak tanımlaması ayrı bir fasıl.
Peki, madem M.Kemal kendi arkadaşları tarafından da “diktatör” olarak tanımlanıyor, öyleyse kendi devrindeki her türlü icraattan sorumlu olan birinci kişi olmaz mı? Ya da ne yapıldıysa, bir şekilde gelip M.Kemal’e dayanmaz mı? Bu durumda İstiklal Mahkemeleri’nin kararlarının M.Kemal ile doğrudan ya da dolaylı bir bağlantısına dair bir şüphe ortaya çıkarsa, bu şüphenin peşine düşülmesi halinde, “koruma yasası” buna engel teşkil etmeyecek mi? Bir araştırmacı, İstiklal Mahkemelerinde yaşanan mezalimin M.Kemal’e dayanan herhangi bir bağlantısını keşfederse, bunu kamuoyunun bilgisine açıklayabilecek mi, açıklayamayacak mı? Hadi açıkladı diyelim, o zaman 5816 tonluk bir yasa yükünün altında ezilmeyeceğini kim garanti edebilir?
Böyle bir garanti, ancak “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun”un kaldırılması ile olur, öyle değil mi? Öyle ya, “kişiye özel kanun olamaz”dı hani?... İşte başlıkta sorduğumuz soru bu yüzdendi.
Şimdi, Sayın TBMM Başkanı’na soruyorum: Tamam, İstiklal Mahkemeleri zabıtları açıklanacak da, bunun bir anlam ifade etmesi bakımından “Atatürk’ü Koruma Kanunu” da kaldırılacak mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.