Hapishane Risâlesi -2-
Fikirli ve inançlı insanlar için hapishaneye düşmek mesele değildir. Hapishanede nasıl yatılacağını ve vaktin nasıl ibnülvakt olarak geçirileceğini bilmek için, tarihten bugüne İslâm âlimlerinin, üstadların, fikir adamlarının ve ediplerin hapishane hayatlarını okuyup tâlim etmek ve onların hapishaneyi Medrese-i Yusufiyeye nasıl çevirdiklerini öğrenmek gerek.
Mezhep imamımız İmam-ı Âzam Hz.leri, Abbasi Halifesi Mansurun başkadılık teklifini kabul etmediği için işkence altında hapiste yattığını her beş vaktin ardından hatırlayıp Ona tâzimde bulunmalısın. İmam-ı Âzam, ikinci defa hapse girdiğinde günlerce ağır şekilde kırbaçlanıp zehirlenmiş ve hapishanede vefat etmiştir. Yetmez mi bu büyük misâl sana?
Hicrî ikinci binin yenileyicisi silsile-i hâcegandan İmam-ı Rabbânî Hz.leri, Hindistan Müslümanlarının dinî önderlerindendir. Devrin hükümdarı Sultan Selim Cihangir, Sünnilere yakın olsa da vezirleri ve halkının çoğu Şiîdir. Tazyikler karşısında İmam-ı Rabbânî Hz.lerini tutuklatıp korkunç Guvalyer Kalesinin zindanına hapseder. İsyan çıkartabilecek güçte olan talebeleri onun zindana atılmasına çok üzülürler.
Fakat o büyük âlim, talebelerini rüyalarında ve uyanıkken bu isyandan men eder ve Sultan Cihangire dua etmelerini emreder. Sultanın Şiî vezirinin kardeşi de olmak üzere kalede hapis olan sayısız mahkûm onun kerameti ve irşadıyla tövbe edip ehl-i sünnet yolunu seçerler ve hâlis birer talebesi olurlar. Hapiste iki yıldan fazla kalan bu büyük müceddid, zulme ve mahrumiyetlere rağmen bulunduğu makamda daha üstün derecelere sahip olarak memleketine döner. Sultan Cihangir, ondan özür dileyerek yaptıklarından pişman olduğunu söyler.
ZORBA CUMHURİYETİN ÂLİM VE MÜBÂREK MAHPUSLARI
İstiklâl Mahkemesinin haksız yere idam ettirdiği mübârek âlim İskilipli Âtıf Hocanın hapisliğinin ulvi vakitlerle geçtiğini öğrenmeyen nesil eblehtir. Rüyasında gördüğü Efendimiz (s.a.v.), kendisini çağırdığı için, beraat edebileceği yığınla belge olmasına rağmen savunmasını yapmayan yirminci asrın en mazlum mahkûmuydu.
Necip Fazılın ifadesiyle, Mahkeme kararının: Müderris İskilipli Âtıf Hocanın idamına diye salonda çınlamasına rağmen Âtıf Hocada hiçbir şaşkınlık alâmeti yok. Gayet sakin ve âdeta vecd içinde rüyada gördüğü Allah Resûlünun mucizesi gerçekleşmiş. Ancak yanındaki Tahirül Mevlevînin duyabileceği bir sesle fısıldıyor: Zâlim ve kaatillerle elbette mahşer gününde hesaplaşacağız.
Hücre hayatını her an Allah ve Resûlüyle başbaşa, sabır ve tevekkül içinde geçiren, idamını Allahım, senin ve Resûlünun aşkından ve emirlerini müdafaa etmekten gayrı muradı olmayan kuluna rahmet nasip eyle! niyazıyla bekleyen, yakın tarihimizin en masum ve âlim mahkûmu İskilipli Âtıf Hocanın bir zerrecik şikayet ve keder etmediği hapisliğini hiçbir vakit aklından çıkarmamalısın.
Kemalist Cumhuriyetçilerin en çok hapis yatırdığı, zorba cumhuriyet hapishanelerinin celâdetli, hüzünlü ve muazzez mahpusu Said Nursî Hz.leri, gönüllü talebeleriyle Rus Harbine katılır ve esir düşer. Rus kampında boş durmaz, talebelerine ve diğer Türkî Müslüman esirlere imanî dersler yapar. Said Nursî Hz.leri Afyon hapishanesinde yatarken, Deli Mıstık lakaplı bir mahkûma benim talebem olur musun der. O da olurum hocam diyerek, dersler almaya başlar. Deli Mıstık hapisten çıkıp köyüne döndüğünde, üstad hazretlerinin müridi olduğu duyulduğundan artık kimse ona Deli Mıstık demez ve aksine çevresinde hürmet görür.
HERYER HAPİSHANE, HER YER İSLÂM MÜCAHİDİ
1930larda Menemen Hadisesinden dolayı devrin itibarlı şeyhlerinden Şeyh Şerâfeddin Dağıstânî Efendi müridleriyle birlikte Eskişehir Hapishanesine atılırlar. Said Nursî Hz.leri de bu hapishanededir ve yeni gelen dindaşlarına şâkirtleriyle haber göndererek bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını öğrenmek ister. Şeyh Şerâfeddin Efendi, Biz hiçiz ve hiçin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur diye haber gönderir ve neden burada tutukluyuz? diye de sormalarını ister. Said Nursî Hz.leri, bu suale Biz Hz. Yusuf (a.s)ın derecesi olan suskunluk orucu makamına ermek üzere bu Medrese-i Yusufiyedeyiz diye cevap yollar.
Bir gün Said Nursî Hz.lerinin şâkirtlerinden biri, Şeyh Şerâfeddin Efendinin sizin ve şeyhlerin hapishanede bulunuşunuzun sırrı nedir? diye sorar. O da ben buraya sebepsiz yere tutuklanmış birçok kişiye mânevî sırlar iletmek üzere gönderildim. Mânevî ihtiyacı olan bu kişileri himmetle destekliyoruz. Allah, beni buraya bu destek için gönderdi. Çünkü bu kimseler buraya toplanmıştı. Ve hapishanede olmasalardı bir araya toplamam zor bir şeydi. Kısa bir süre sonra bu dünyadan göçeceğim. Tutuklu olmamız, gerçekte bizim için tutsaklık değildir. Çünkü daima ilahî varlıkta müstağrak hâldeyiz ve burada aslâ bir tutsak olarak etkilenmeyiz der. Şeyh Şerâfeddin Efendinin sohbetlerinde faydalanan birçok gardiyan onun müridi olmuştur.
Said Nursî Hz.leri ile Denizli Hapishanesinde tanışan Süleyman Hünkâr adlı bir mahkûm, onun laikalarını okuyup talebesi olur. Bundan dolayı hapishane hayatı vecd ve iman içerisinde geçen Süleyman Hünkarın anlattıklarını aynen tâlim etmelisin:
Üstad gelince hapishanenin mânevî havası değişir. Kumar ve çetecilik kalkar. Kuran okunmaya başlanır. Herkes namaza başlar. Ezan, kamet veya tesbihat yapmak için o câni adamlar birbiriyle yarışır duruma gelirler. Hapishane âdeta bir ibadethaneye döner. Mahkûmlar, onun sohbeti ve Risale-i Nurlarla şekillenmeye başlar. Risalelerin çoğaltılması Denizli Hapishanesinde mahkûmların arasında başlatılır. Benim param ve gücüm vardı. Kağıt, mürekkep, kalem getirtmeye gardiyanları mecbur ediyordum. Getireceksiniz bunları diyordum, onlar da gizliden getiriyorlardı. Zamanla öyle oldu ki, okuması yazması olan bütün mahkûmları bu risaleleri ya okuyarak, ya yazarak hizmete iştirak ettiler. Tek kişi dahi şikayette bulunmadı. Hizmete hapishaneden dışarıya taşıdık.
HAPİSHANEYİ MESCİDE VE DERGÂHA ÇEVİRENLER
Said Nursî Hz.lerinin vekil-i mutlakı olan Hüsrev Altınbaşak Hoca 1958de, risale okumak ve okutmaktan dolayı altmış şâkirdiyle birlikte Afyon Hapishanesine atılır. Hapislik çilelerinden yılmayan o İslâm mücahidini dinleyelim:
Girer girmez câniler koğuşuna verdiler, burada öldürsünler diye. Selâm verdim alan olmadı. Üç gün betonun üzerinde yattım. Üç gün sonra, yüz elli yıl hüküm yemiş, koğuşun kralı geldi. Sertçe hoca mısın sen? dedi. İşte namaz kılarım dedim. Bir sual sorsam bilir misin? dedi. Bildiğimi söylerim dedim. Ben şu kadar adam kestim, şu kadar ırza musallat oldum, ben cennete mi gideceğim, cehenneme mi? dedi. kardeşim sen nerelisin? dedim, Karadenizliyim dedi. Karadenize bir damla su damlatılsa çoğaldığı belli olur mu? Hayır. Peki o denizden bir damla su alınsa eksilir mi? Yok. Kardeşim eğer sıdk ve sadakatle bir daha yapmamak niyetiyle tövbe etsen, beş vakit namazını kılsan, Cenab-ı Hakkın öyle rahmet ve umman denizleri var ki, senin istemiş olduğun bir damla bile gelmez Ona. Hakkın affetmediği bir şey yok. Ümit kesmek şirktir. Tövbe eder, namaz kılarsan cennetin ortasına gidersin dedim.
Bu sözlerim üzerine azılı mahkûm ha demek bana cennet var mı hocam? diyerek, koğuştakilere kalkın lan deyyuslar, bana cennet olduktan sonra size haydi haydi vardır, herkes abdest alsın diye seslendi. İstersen alma. Hemen bir battaniyeyi çevirdiler. Hocam, sen hocasın, biz cemaatız dedi Öğleni, ikindiyi, akşamı, yatsıyı kıldık.
Sonra o mahkûm, koğuştakilere kalkın lan şu yatakların hepsinin yığın bakalım şuraya diyerek, bana hocam sen üç gün betonun üstünde yattın ya, şimdi üç gün biz betonun üstünde yatalım da sen yatakta yat dedi. İman nuru içeri girince nasıl inkişâf ediyor? Çoğu da mecburen kılıyor. Ben sıkılmasınlar diye El Fâtiha diyor ve evradları sonra okuyordum.
Bir gün o azılı mahkûm hocam bir şeyler mırıldanıyorsun yahu, iyi şeylerse biz de edelim dedi. Yapabilir misin? dedim. Yazıver şunu dedi. Okumayı bilmeyen cahil mahkûmlar bile bağırarak Yâ Cemili, Yâ Allahı, Yâ Karibi diyerek koğuşu yıkıyorlar. Kimi yeleğini, kimi çarşafları serip namaz kılmaya başladılar. Bu sesleri müdür duymuş; isyan var sanmış. Gardiyanlar, o hocanın arkasında namaz kılıyorlar deyince, yapma yahu, orayı da mı zehirledi bu adam? demiş. Bir tekinin hakkında gelemeyenler, mahkûmlar namaza başlayınca zehir almış oluyorlar. Müdür, o hocayı derhal oradan alın diyor. Gardiyanlar korkudan koğuşu giremiyorlar. Koğuşun kralı olan mahkûm, hoca seni buradan kimse alamaz dedi ve orada kaldım.
Bu mahkûmların bir kısmı hapisten çıktıktan sonra bu güzel adamı Ispartada bulup müridi olurlar. Eskişehir Hapishanesinde de yatan Hüsrev Hoca yattığı süre içinde dahi yüz havlusundan yaptığı sarığını başından çıkarmamış bir dâva ehlidir.
HAPİSHANEDE İMANÎ DERS ALAN MAHKÛMLAR
Said Nursî Hz.lerinin Sır katibi Kastamonulu âlimlerden Mehmet Feyzi Efendi de müminliğin vasıf ve vecibelerinden taviz vermeden Kastamonu Hapishanesinde dokuz ay hapis yatar. Yine Said Nursî Hz.lerinin yakın şâkirtlerinden Mustafa Sungur, Karabükte hapistir. Ziyaretine gelenlere söyledikleri, hapse düşenlere küpe olması gereken sözlerdir: Perişanım, yandım, öldüm diyeceğimi düşünüyorsanız yanılırsınız. O imanlı kişi, gelenlere buradaki mahkûmlara bir ders yapın der. Gelenler, idareden izin alarak içeridekilere imanî ders yaparlar. Tek Parti döneminin en şedit zamanında hapishanede iman ders yapmayı dâva edinmiş mahkûm bu ülkede kaç tane çıkar?
1940lı yıllarda Gönenli Hoca olarak bilinen Gönenli Mehmet Efendinin, irticaî faaliyetlere karıştığı iddiasıyla baskın yapılan bir beldede ismi geçer ve Denizli Hapishanesine atılır. Orada hapis olan Said Nursî Hz.leri ile karşılaştığını, onun sürekli Kuran okuduğunu, kendisine de Kuran okumasını söylediğini ve kısa hapishane hayatını mahkûmlara sürekli Kuran okuyarak geçirdiğini anlatır.
Mehmet Kırkıncı Hoca, 1973de arkadaşlarıyla risâle okurken tutuklanıp hapishaneye atılır. Hapis yatan herkes, bu âlim ve fâzıl zâtın hapishaneye bakışını örnek alması gerek: Hapishanenin âdetiymiş, oraya girenlere, hapse niçin düştüklerini sorarlarmış. Ben suçsuzum diyenlere de yahu seni câmiden mi getirdiler? diye alay ederlermiş. Biz hapse girince, şimdi hakikaten câmiden gelen tutukluları gördük dediler. Hapiste bulunduğumuz dört aylık sürede sürekli Risâle-yi Nur okuduk. Cemaat hâlinde namazlarımız kıldık. Hapishanede bir huzur havası oluştu ve tam mânasıyla bir Medrese-i Yusufiye hâline geldi. Bir gece Kader Risâlesini okuyorduk. Bir yerinde şu cümleler geçiyordu. Meselâ; hâkim seni sirkatle (çalmak, hırsızlık) mahkûm edip hapsetti. Halbuki sen sanık değilsin. İşte kader-i ilahî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş. Fakat kader, o gizli katlin için mahkûm edip adâlet etmiş. Hâkim ise, sen ondan masum olduğun sirkate binaen mahkûm ettiği için zulmetmiştir.
Şiirlerini çokça okuduğun Necip Fazılın, mürşidi olan Abdülhâkim Arvasi Hz.leri 1930da Menemen Hadisesinden dolayı kısa süre hapis yatar ve beraat eder. Bu mübarek yüzlü mürşid dahi hapishaneye girip çıkmışsa, hapse düşen kimsenin ağzını açmaması lâzım. Hapse girip çıkmak müminin yol çilelerinden olup, her fikir adamı az çok hapishane imtihanından şikayet etmeden geçmelidir.
Fethullah Gülen Hocaefendi, 1973de solcuların, cânilerin koğuşunda altı buçuk ay hapis yatar. Yattığı koğuş hücre tipinde derin ve dar bir yerdir. Yemekler kapının altından verilmektedir. Güneşi öğle vakti ancak görebilmektedir. Üç ayları hapiste geçirir. Koğuşta diğer itikatlı mahkûmlarla namaz kılarlar, Kuran okurlar. Azılı solcular yan koğuştan onların duvarına vurarak rûhen taciz ederler. Kendi ifadesiyle yer yer tehdit edilmemize rağmen iyi geçinmeye çalışıyorduk. Abdestimiz, namazda dizlerimizi yere vurmamız hep tecavüz vesilesi yapılıyordu.
HAPİSHANEYE DÜŞMEYİ İRŞAD VAZİFESİ SAYANLAR
1956da derin güçlerin mizanseni olan Bursadaki Mehdi Hareketinden dolayı tutuklanan fakat namaz kılmasını bile bilmeyen kişilere, Süleyman Hilmi Tuna Efendinin adı azmettirici olarak zorla söylettirilir. O büyük âlim elli dokuz gün Kütahya Hapishanesinde yatar. Hapishanede Kuran-ı Kerime hizmetten bir saat bile geri kalmayıp nice mahkûmlara Kuran okumasını öğreterek hidayete ermelerine vesile olur. Hapisten çıkınca, efendim, rahatsızsınız, biraz dinleniniz diyenlere, tekeri patlayan şoför, tamir bitince kaybettiği vakti kazanmak için daha hızlı gider. Biz de bu iki aylık kaybı daha fazla çalışıp kapatacağız diye cevap verir.
Gavs-ı âzam İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Sivasî Efendi, ehl-i tasavvuf ve âlim bir zâttır. 1938in şedit cumhuriyet yıllarında, engel çıkarıldığı için gidemedikleri kendi hac paralarıyla Sivastaki bâzı câmilere su borusu almak üzere bir dostuyla İskenderuna kamyonla seyr hâlindeyken, konuştuklarını siyasî bir mevzuu olarak anlayan şoför, onları devlet ve hükümet aleyhinde konuşuyorlar diyerek jandarmaya ihbar eder. Sivas Hapishanesine atılır ve idam talebiyle yargılanır. 38 günlük sorgudan sonra beraat eder.
Hapisten çıkınca kamyon şoförünü bir takım elbise alarak ziyaret eder. Hanımı ve yakınları ona efendi, bu adam seni ihbar edip hapis yatmana sebep oldu. Sen ona ikramda bulunuyorsun derler. O mübârek zât, canım hapishanede irşad ve ıslah olacak kimseler varmış. Biz orada bu vazifeyi ifa ettik der.
İşte büyük âlimler ve imamlar böyle hapis yatıp çıkıyorlardı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.