Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Hapishane Risâlesi -2-

Hapishane Risâlesi -2-

Fikirli ve inançlı insanlar için hapishaneye düşmek mesele değildir. Hapishanede nasıl yatılacağını ve vaktin nasıl “ibnülvakt” olarak geçirileceğini bilmek için, tarihten bugüne İslâm âlimlerinin, üstadların, fikir adamlarının ve ediplerin hapishane hayatlarını okuyup tâlim etmek ve onların hapishaneyi Medrese-i Yusufiye’ye nasıl çevirdiklerini öğrenmek gerek.

Mezhep imamımız İmam-ı Âzam Hz.leri, Abbasi Halifesi Mansur’un başkadılık teklifini kabul etmediği için işkence altında hapiste yattığını her beş vaktin ardından hatırlayıp O’na tâzimde bulunmalısın. İmam-ı Âzam, ikinci defa hapse girdiğinde günlerce ağır şekilde kırbaçlanıp zehirlenmiş ve hapishanede vefat etmiştir. Yetmez mi bu büyük misâl sana?

“Hicrî ikinci binin yenileyicisi” silsile-i hâcegandan İmam-ı Rabbânî Hz.leri, Hindistan Müslümanlarının dinî önderlerindendir. Devrin hükümdarı Sultan Selim Cihangir, Sünnilere yakın olsa da vezirleri ve halkının çoğu Şiî’dir. Tazyikler karşısında İmam-ı Rabbânî Hz.lerini tutuklatıp korkunç Guvalyer Kalesi’nin zindanına hapseder. İsyan çıkartabilecek güçte olan talebeleri onun zindana atılmasına çok üzülürler.

Fakat o büyük âlim, talebelerini rüyalarında ve uyanıkken bu isyandan men eder ve Sultan Cihangir’e dua etmelerini emreder. Sultanın Şiî vezirinin kardeşi de olmak üzere kalede hapis olan sayısız mahkûm onun kerameti ve irşadıyla tövbe edip ehl-i sünnet yolunu seçerler ve hâlis birer talebesi olurlar. Hapiste iki yıldan fazla kalan bu büyük müceddid, zulme ve mahrumiyetlere rağmen bulunduğu makamda daha üstün derecelere sahip olarak memleketine döner. Sultan Cihangir, ondan özür dileyerek yaptıklarından pişman olduğunu söyler.

ZORBA CUMHURİYETİN ÂLİM VE MÜBÂREK MAHPUSLARI

İstiklâl Mahkemesi’nin haksız yere idam ettirdiği mübârek âlim İskilipli Âtıf Hoca’nın hapisliğinin ulvi vakitlerle geçtiğini öğrenmeyen nesil eblehtir. Rüyasında gördüğü Efendimiz (s.a.v.), kendisini çağırdığı için, beraat edebileceği yığınla belge olmasına rağmen savunmasını yapmayan yirminci asrın en mazlum mahkûmuydu.

Necip Fazıl’ın ifadesiyle, “Mahkeme kararının: ‘Müderris İskilipli Âtıf Hoca’nın idamına” diye salonda çınlamasına rağmen Âtıf Hoca’da hiçbir şaşkınlık alâmeti yok. Gayet sakin ve âdeta vecd içinde rüyada gördüğü Allah Resûlünun mucizesi gerçekleşmiş. Ancak yanındaki Tahirül Mevlevî’nin duyabileceği bir sesle fısıldıyor: ‘Zâlim ve kaatillerle elbette mahşer gününde hesaplaşacağız.’

Hücre hayatını her an Allah ve Resûlüyle başbaşa, sabır ve tevekkül içinde geçiren, idamını “Allah’ım, senin ve Resûlünun aşkından ve emirlerini müdafaa etmekten gayrı muradı olmayan kuluna rahmet nasip eyle!” niyazıyla bekleyen, yakın tarihimizin en masum ve âlim mahkûmu İskilipli Âtıf Hoca’nın bir zerrecik şikayet ve keder etmediği hapisliğini hiçbir vakit aklından çıkarmamalısın.

Kemalist Cumhuriyetçilerin en çok hapis yatırdığı, zorba cumhuriyet hapishanelerinin celâdetli, hüzünlü ve muazzez mahpusu Said Nursî Hz.leri, gönüllü talebeleriyle Rus Harbi’ne katılır ve esir düşer. Rus kampında boş durmaz, talebelerine ve diğer Türkî Müslüman esirlere “imanî dersler” yapar. Said Nursî Hz.leri Afyon hapishanesinde yatarken, “Deli Mıstık” lakaplı bir mahkûma “benim talebem olur musun” der. O da “olurum hocam” diyerek, dersler almaya başlar. “Deli Mıstık” hapisten çıkıp köyüne döndüğünde, üstad hazretlerinin müridi olduğu duyulduğundan artık kimse ona “Deli Mıstık” demez ve aksine çevresinde hürmet görür.

HERYER HAPİSHANE, HER YER İSLÂM MÜCAHİDİ

1930’larda Menemen Hadisesi’nden dolayı devrin itibarlı şeyhlerinden Şeyh Şerâfeddin Dağıstânî Efendi müridleriyle birlikte Eskişehir Hapishanesi’ne atılırlar. Said Nursî Hz.leri de bu hapishanededir ve yeni gelen dindaşlarına şâkirtleriyle haber göndererek bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını öğrenmek ister. Şeyh Şerâfeddin Efendi, “Biz hiç’iz ve hiç’in hiçbir şeye ihtiyacı yoktur” diye haber gönderir ve “neden burada tutukluyuz?” diye de sormalarını ister. Said Nursî Hz.leri, bu suale “Biz Hz. Yusuf (a.s)’ın derecesi olan ‘suskunluk orucu’ makamına ermek üzere bu Medrese-i Yusufiye’deyiz’ diye cevap yollar.

Bir gün Said Nursî Hz.lerinin şâkirtlerinden biri, Şeyh Şerâfeddin Efendi’nin “sizin ve şeyhlerin hapishanede bulunuşunuzun sırrı nedir?” diye sorar. O da “ ben buraya sebepsiz yere tutuklanmış birçok kişiye mânevî sırlar iletmek üzere gönderildim. Mânevî ihtiyacı olan bu kişileri himmetle destekliyoruz. Allah, beni buraya bu destek için gönderdi. Çünkü bu kimseler buraya toplanmıştı. Ve hapishanede olmasalardı bir araya toplamam zor bir şeydi. Kısa bir süre sonra bu dünyadan göçeceğim. Tutuklu olmamız, gerçekte bizim için tutsaklık değildir. Çünkü daima ilahî varlıkta müstağrak hâldeyiz ve burada aslâ bir tutsak olarak etkilenmeyiz” der. Şeyh Şerâfeddin Efendi’nin sohbetlerinde faydalanan birçok gardiyan onun müridi olmuştur.

Said Nursî Hz.leri ile Denizli Hapishanesi’nde tanışan Süleyman Hünkâr adlı bir mahkûm, onun laikalarını okuyup talebesi olur. Bundan dolayı hapishane hayatı vecd ve iman içerisinde geçen Süleyman Hünkar’ın anlattıklarını aynen tâlim etmelisin:

“Üstad gelince hapishanenin mânevî havası değişir. Kumar ve çetecilik kalkar. Kur’an okunmaya başlanır. Herkes namaza başlar. Ezan, kamet veya tesbihat yapmak için o câni adamlar birbiriyle yarışır duruma gelirler. Hapishane âdeta bir ibadethaneye döner. Mahkûmlar, onun sohbeti ve Risale-i Nurlarla şekillenmeye başlar. Risalelerin çoğaltılması Denizli Hapishanesi’nde mahkûmların arasında başlatılır. Benim param ve gücüm vardı. Kağıt, mürekkep, kalem getirtmeye gardiyanları mecbur ediyordum. “Getireceksiniz bunları” diyordum, onlar da gizliden getiriyorlardı. Zamanla öyle oldu ki, okuması yazması olan bütün mahkûmları bu risaleleri ya okuyarak, ya yazarak hizmete iştirak ettiler. Tek kişi dahi şikayette bulunmadı. Hizmete hapishaneden dışarıya taşıdık.”

HAPİSHANEYİ MESCİDE VE DERGÂHA ÇEVİRENLER

Said Nursî Hz.lerinin “vekil-i mutlakı” olan Hüsrev Altınbaşak Hoca 1958’de, risale okumak ve okutmaktan dolayı altmış şâkirdiyle birlikte Afyon Hapishanesi’ne atılır. Hapislik çilelerinden yılmayan o İslâm mücahidini dinleyelim:

“Girer girmez câniler koğuşuna verdiler, burada öldürsünler diye. Selâm verdim alan olmadı. Üç gün betonun üzerinde yattım. Üç gün sonra, yüz elli yıl hüküm yemiş, koğuşun kralı geldi. Sertçe ‘hoca mısın sen?’ dedi. ‘İşte namaz kılarım’ dedim. ‘Bir sual sorsam bilir misin?’ dedi. ‘Bildiğimi söylerim’ dedim. ‘Ben şu kadar adam kestim, şu kadar ırza musallat oldum, ben cennete mi gideceğim, cehenneme mi?’ dedi. ‘kardeşim ‘sen nerelisin?’ dedim, ‘Karadenizliyim’ dedi. ‘Karadeniz’e bir damla su damlatılsa çoğaldığı belli olur mu? Hayır. Peki o denizden bir damla su alınsa eksilir mi? Yok. Kardeşim eğer sıdk ve sadakatle bir daha yapmamak niyetiyle tövbe etsen, beş vakit namazını kılsan, Cenab-ı Hakk’ın öyle rahmet ve umman denizleri var ki, senin istemiş olduğun bir damla bile gelmez O’na. Hakk’ın affetmediği bir şey yok. Ümit kesmek şirktir. Tövbe eder, namaz kılarsan cennetin ortasına gidersin’ dedim.

“Bu sözlerim üzerine azılı mahkûm ‘ha demek bana cennet var mı hocam?’ diyerek, koğuştakilere ‘kalkın lan deyyuslar, bana cennet olduktan sonra size haydi haydi vardır, herkes abdest alsın’ diye seslendi. İstersen alma. Hemen bir battaniyeyi çevirdiler. ‘Hocam, sen hocasın, biz cemaatız’ dedi Öğleni, ikindiyi, akşamı, yatsıyı kıldık.

“Sonra o mahkûm, koğuştakilere ‘kalkın lan şu yatakların hepsinin yığın bakalım şuraya’ diyerek, bana ‘hocam sen üç gün betonun üstünde yattın ya, şimdi üç gün biz betonun üstünde yatalım da sen yatakta yat’ dedi. İman nuru içeri girince nasıl inkişâf ediyor? Çoğu da mecburen kılıyor. Ben sıkılmasınlar diye ‘El Fâtiha’ diyor ve evradları sonra okuyordum.

“Bir gün o azılı mahkûm ‘hocam bir şeyler mırıldanıyorsun yahu, iyi şeylerse biz de edelim’ dedi. ‘Yapabilir misin?’ dedim. ‘Yazıver şunu’ dedi. Okumayı bilmeyen cahil mahkûmlar bile bağırarak ‘Yâ Cemil’i, Yâ Allah’ı, Yâ Karib’i’ diyerek koğuşu yıkıyorlar. Kimi yeleğini, kimi çarşafları serip namaz kılmaya başladılar. Bu sesleri müdür duymuş; isyan var sanmış. Gardiyanlar, ‘o hocanın arkasında namaz kılıyorlar’ deyince, ‘yapma yahu, orayı da mı zehirledi bu adam?’ demiş. Bir tekinin hakkında gelemeyenler, mahkûmlar namaza başlayınca zehir almış oluyorlar. Müdür, ‘o hocayı derhal oradan alın’ diyor. Gardiyanlar korkudan koğuşu giremiyorlar. Koğuşun kralı olan mahkûm, ‘hoca seni buradan kimse alamaz’ dedi ve orada kaldım.”

Bu mahkûmların bir kısmı hapisten çıktıktan sonra bu güzel adamı Isparta’da bulup müridi olurlar. Eskişehir Hapishanesi’nde de yatan Hüsrev Hoca yattığı süre içinde dahi yüz havlusundan yaptığı sarığını başından çıkarmamış bir dâva ehlidir.

HAPİSHANEDE “İMANÎ DERS” ALAN MAHKÛMLAR

Said Nursî Hz.lerinin “Sır katibi” Kastamonulu âlimlerden Mehmet Feyzi Efendi de mü’minliğin vasıf ve vecibelerinden taviz vermeden Kastamonu Hapishanesi’nde dokuz ay hapis yatar. Yine Said Nursî Hz.lerinin yakın şâkirtlerinden Mustafa Sungur, Karabük’te hapistir. Ziyaretine gelenlere söyledikleri, hapse düşenlere küpe olması gereken sözlerdir: “Perişanım, yandım, öldüm diyeceğimi düşünüyorsanız yanılırsınız.” O imanlı kişi, gelenlere “buradaki mahkûmlara bir ders yapın” der. Gelenler, idareden izin alarak içeridekilere “imanî ders” yaparlar. Tek Parti döneminin en şedit zamanında hapishanede “iman ders” yapmayı dâva edinmiş mahkûm bu ülkede kaç tane çıkar?

1940’lı yıllarda “Gönenli Hoca” olarak bilinen Gönenli Mehmet Efendi’nin, “irticaî faaliyetlere karıştığı” iddiasıyla baskın yapılan bir beldede ismi geçer ve Denizli Hapishanesi’ne atılır. Orada hapis olan Said Nursî Hz.leri ile karşılaştığını, onun sürekli Kur’an okuduğunu, kendisine de Kur’an okumasını söylediğini ve kısa hapishane hayatını mahkûmlara sürekli Kur’an okuyarak geçirdiğini anlatır.

Mehmet Kırkıncı Hoca, 1973’de arkadaşlarıyla risâle okurken tutuklanıp hapishaneye atılır. Hapis yatan herkes, bu âlim ve fâzıl zâtın hapishaneye bakışını örnek alması gerek: “Hapishanenin âdetiymiş, oraya girenlere, hapse niçin düştüklerini sorarlarmış. ‘Ben suçsuzum’ diyenlere de ‘yahu seni câmiden mi getirdiler?’ diye alay ederlermiş. Biz hapse girince, ‘şimdi hakikaten câmiden gelen tutukluları gördük’ dediler. Hapiste bulunduğumuz dört aylık sürede sürekli Risâle-yi Nur okuduk. Cemaat hâlinde namazlarımız kıldık. Hapishanede bir huzur havası oluştu ve tam mânasıyla bir Medrese-i Yusufiye hâline geldi. Bir gece Kader Risâlesi’ni okuyorduk. Bir yerinde şu cümleler geçiyordu. Meselâ; hâkim seni sirkatle (çalmak, hırsızlık) mahkûm edip hapsetti. Halbuki sen sanık değilsin. İşte kader-i ilahî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş. Fakat kader, o gizli katlin için mahkûm edip adâlet etmiş. Hâkim ise, sen ondan masum olduğun sirkate binaen mahkûm ettiği için zulmetmiştir.”

Şiirlerini çokça okuduğun Necip Fazıl’ın, mürşidi olan Abdülhâkim Arvasi Hz.leri 1930’da Menemen Hadisesi’nden dolayı kısa süre hapis yatar ve beraat eder. Bu mübarek yüzlü mürşid dahi hapishaneye girip çıkmışsa, hapse düşen kimsenin ağzını açmaması lâzım. Hapse girip çıkmak mü’minin “yol” çilelerinden olup, her fikir adamı az çok hapishane imtihanından şikayet etmeden geçmelidir.

Fethullah Gülen Hocaefendi, 1973’de solcuların, cânilerin koğuşunda altı buçuk ay hapis yatar. Yattığı koğuş hücre tipinde derin ve dar bir yerdir. Yemekler kapının altından verilmektedir. Güneşi öğle vakti ancak görebilmektedir. Üç ayları hapiste geçirir. Koğuşta diğer itikatlı mahkûmlarla namaz kılarlar, Kur’an okurlar. Azılı solcular yan koğuştan onların duvarına vurarak rûhen taciz ederler. Kendi ifadesiyle “yer yer tehdit edilmemize rağmen iyi geçinmeye çalışıyorduk. Abdestimiz, namazda dizlerimizi yere vurmamız hep tecavüz vesilesi yapılıyordu.”

HAPİSHANEYE DÜŞMEYİ İRŞAD VAZİFESİ SAYANLAR

1956’da “derin güçlerin” mizanseni olan Bursa’daki “Mehdi Hareketi”nden dolayı tutuklanan fakat namaz kılmasını bile bilmeyen kişilere, Süleyman Hilmi Tuna Efendi’nin adı azmettirici olarak zorla söylettirilir. O büyük âlim elli dokuz gün Kütahya Hapishanesi’nde yatar. Hapishanede Kur’an-ı Kerim’e hizmetten bir saat bile geri kalmayıp nice mahkûmlara Kur’an okumasını öğreterek hidayete ermelerine vesile olur. Hapisten çıkınca, “efendim, rahatsızsınız, biraz dinleniniz” diyenlere, “tekeri patlayan şoför, tamir bitince kaybettiği vakti kazanmak için daha hızlı gider. Biz de bu iki aylık kaybı daha fazla çalışıp kapatacağız” diye cevap verir.

Gavs-ı âzam İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Sivasî Efendi, ehl-i tasavvuf ve âlim bir zâttır. 1938’in şedit cumhuriyet yıllarında, engel çıkarıldığı için gidemedikleri kendi hac paralarıyla Sivas’taki bâzı câmilere su borusu almak üzere bir dostuyla İskenderun’a kamyonla seyr hâlindeyken, konuştuklarını siyasî bir mevzuu olarak anlayan şoför, onları “devlet ve hükümet aleyhinde konuşuyorlar” diyerek jandarmaya ihbar eder. Sivas Hapishanesi’ne atılır ve idam talebiyle yargılanır. 38 günlük sorgudan sonra beraat eder.

Hapisten çıkınca kamyon şoförünü bir takım elbise alarak ziyaret eder. Hanımı ve yakınları ona “efendi, bu adam seni ihbar edip hapis yatmana sebep oldu. Sen ona ikramda bulunuyorsun” derler. O mübârek zât, “canım hapishanede irşad ve ıslah olacak kimseler varmış. Biz orada bu vazifeyi ifa ettik” der.

İşte büyük âlimler ve imamlar böyle hapis yatıp çıkıyorlardı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi