Adnan, Yüksel ve Mutlu... Aydın, son Menderes!
Bugün ne Fransa’dan, ne de “soykırım”dan söz edeceğim... Pardon, bir “soykırım”dan söz edeceğim... Ama, bu “soykırım”ın adı ne “Kızılderili soykırımı”dır, ne “Cezayir soykırımı”dır, ne de “Ruanda soykırımı!”
Bugün, “Türk Derin Devleti”nin gerçekleştirdiği bir soykırımdan, evet “Menderes soykırımı”ndan söz etmek istiyorum...
Çünkü, önceki akşam “saat 21.00’e doğru” acı haber geldi.
“Aydın Menderes vefat etti!”
Üzüldüm... Hem de çok üzüldüm.
Cenab-ı Allah “taksirat”ını affetsin, mekânını cennet eylesin.
“Çileli bir hayat” yaşadı...
Elbette, her insan gibi onun da “siyasî hata”ları oldu ama “iman”ından şüphe edilemez...
Çünkü o;
“Bundan sonra; İslâm’ın neye uygun olduğu değil, neyin İslâm’a uygun olduğu tartışılacak” diyen bir adamdır.
Ne dersiniz, şöyle bir geriye uzanıp, Aydın Menderes’ten bugüne ne “iz”ler kalmış, bir bakalım mı?..
31 YAŞINDA MİLLETVEKİLİ
Türk siyasi hayatının “badireler atlatmış bir aile”sinden gelen Aydın Menderes, 1946 yılında Ankara’da doğdu... 1960 ihtilalinin ardından babası Adnan Menderes idam edildiğinde, henüz 14 yaşında bir çocuktu. Zorlu geçen yılların ardından Aydın Menderes, 5 Haziran 1977 seçimlerinde AP’den en genç milletvekili olarak Parlamento’ya girdi. “12 Eylül Askeri Darbesi”yle siyasi yasaklı hale gelen Menderes, siyasi yasakların kaldırılması referandumu için tekrar yollara düştü, Menderes’in, Süleyman Demirel’le olan beraberliği, 1987 seçimlerinde ayrıldı.
Menderes ismi bundan sonra sıkça “merkez sağın birleştirilmesi” çalışmalarında gündeme geldi. 1960 İhtilali ile kapatılan DP, 10 Eylül 1992’de tekrar açıldı. Aydın Menderes, “DP’nin bugünkü siyasi çekişmelerin içine sokularak hatırasının yıpratılması doğru değildir. Herkesin gönlünde taht kurmuş olan DP’nin ikinci defa açılması, asıl DP’yi getirmez” diyerek DP’nin açılmasına karşı çıktı.
Partinin açılışına katılmadı.
Kendini merkez sağı bir araya getirecek lider olarak gören Menderes; aradan bir yıl geçtikten sonra Büyük Değişim Partisi’ni (BDP) kurdu ve partisinin hedefini şöyle dile getirdi:
“Türkiye’de rahmetli babamın misyonunu taşıyan veya daha iyi yapan biri olsa, parti kurmaz, ona destek olurdum. Bu yüzden parti kurdum ve Türkiye değişecek.”
DP ve BDP arasında birleşme görüşmeleri bir süre devam etti. DP, 16 Ocak 1994’te olağanüstü kongre yapma kararı alırken, partide yumruklaşmalara varan tartışmalar yaşandı. DP’nin Genel Başkanı Hayrettin Erkmen Merkez Disiplin Kurulu tarafından ihraç edildi. BDP de, kendini feshederek DP’ye katıldı.
MEZARA KADAR REFAHLIYIM
1995 yılında seçim rüzgârları esmeye başladığında, DP, stratejisini yeniden belirledi. DP sürpriz bir kararla 24 Aralık 1995 seçimlerinde RP ile ittifak kararı aldı ve Menderes ile birlikte 6 DP’li Meclis’e taşındı.
Tarihler 23 Kasım 1995’i gösterdiğinde, Menderes, RP’ye katılım töreninde, şu tarihi sözleri dile getirecekti:
“Pazara kadar değil, mezara kadar Refahlıyım.”
Menderes’in DP ile gemileri yaktığını gösteren bu sözleri, DP’de iç kavgaların dozunu artırdı. RP ile devam kararı alan Menderes, 15 Mart 1996 tarihinde Afyon Sandıklı’da “esrarengiz bir trafik kazası” geçirerek, felçli bir hayata gözlerini açtı. Ayaş Rehabilitasyon Merkezi’nde uzun süren tedaviler cevap vermeyince Menderes, “tekerlekli sandalye”ye mahkûm oldu.
KAVAKÇI’YA TAVIR ALDI
RP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının ardından, diğer RP’li milletvekillerinin yaptığı gibi, Menderes de Fazilet Partisi’ne katıldı.
18 Nisan seçimlerinde liste başından İstanbul Milletvekili olarak tekrar Meclis’e girdi... İstanbul Milletvekili Merve Kavakçı’nın Meclis’e başörtüsü ile girmesi ile yaşanan gerginlikler üzerine, daha önce partisinden başörtülü aday göstermesini istemeyen Menderes, Kavakçı’nın Genel Kurul Salonu’na tekrar girmesini istemeyenler arasında yer aldı.
Cumhurbaşkanı Demirel’in konuşması üzerine, “askerleri” kastederek; “Onların topu, tüfeği var” uyarısında bulunan Menderes, parti ile yollarını ayırma kararı aldı.
5 Mayıs’ta Ankara Oteli’nde düzenlediği basın toplantısında istifa etmeyi planlayan Menderes, başörtüsüne karşı olduğu şeklinde değerlendirilmemesi için istifasını bir gün sonraya erteledi.
“Gemiyi ilk terk edenlerden” olması, o günlerde çok tartışıldı... Bir “uyarı ve tehdit” mi almıştı, yoksa “kendi iradesi” ile mi istifa etmişti, hâlâ meçhuldür!..
ERDOĞAN’IN ZİYARETİ
AK Parti’ye ve Başbakan Tayyip Erdoğan’a, büyük “sempati”si vardı...
Bunu da, 14 Eylül 2010 tarihinde Başbakan Erdoğan kendisini ziyaret ettiğinde göstermiş, eşi Ümran Hanım’la birlikte kapıya kadar uğurlamıştı.
Tabiî, Erdoğan’ın ziyareti de “anlam”lıydı... Çünkü, bu ziyaret; “12 Eylül’deki referandum”dan sadece 2 gün sonra gerçekleşmişti.
Erdoğan, ziyaretten sonra diyordu ki;
“Referandum, ileri demokrasi için önemli bir adımdır. Hukukun üstünlüğü için önemli bir adımdır... 27 Mayıs’la, 12 Eylül’le, 28 Şubat’la bir yüzleşmedir.”
ACILARLA DOLU BİR HAYAT
Takvimler 24 Kasım 2011’i gösterdiğinde, Ankara’dan şöyle bir haber geldi:
“Eski Başbakanlardan Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes yoğun bakıma alındı... Yüksek ateş ve solunum yetmezliği şikâyetiyle kaldırıldığı Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde akciğer iltihabı teşhisi konulan Menderes, hayatı boyunca dramatik olaylar yaşadı... Babasının idamının ardından ağabeyi Yüksel Menderes 1972’de intihar etti... Diğer kardeşi Mutlu Menderes’i ise 1978’de trafik kazasında kaybetti... Kendisi de 1996’da geçirdiği trafik kazasında tekerlekli sandalyeye mahkûm oldu.”
Gerçekten de, “Menderes Ailesi”nin hayatı, baştan sona “acı”larla doludur.
Ailenin ismi zikredilirken, yanına gelen kelimeler; “acı, dram, hüzün, kaza ve ölüm”den başka bir şey değildir... 10 yıl başbakanlık yapan Adnan Menderes uzun süren ve acılarla dolu yargılama ve mahpus hayatının sonunda idam edildi.
Ardından çocukları Yüksel intihar etti, Mutlu, trafik kazasında öldü. Aydın ise, 16 Mart 1996’da Afyon’da ağır bir trafik kazası geçirdi, “felç” oldu...
Bu “kaza” da; tıpkı Vali Recep Yazıcıoğlu, Bakan Adnan Kahveci, FP Milletvekili Bedri İncetahtacı ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun “kaza”(!)ları gibi, “Derin devlet” imzalı “şaibeli kaza”lardır.
SİYASETTEKİ SON MENDERES
Merhum Aydın Menderes’i, “kaza süsü verilmiş bir suikast”la ortadan kaldırmak isteyenlerin amacı, “Menderes sülâlesinin soyunu kurutmak”tı ki, bir daha “siyasî hayat”a dönemesinler...
Bunu, başardılar da!..
İşte, “Son Menderes” de öldü!..
Yüksel Menderes’i “intihar süsü cinayet”le, Mutlu Menderes’i de “şüpheli bir kaza” ile ortadan kaldıranlar, Aydın Menderes’i ise “kaza”(!) ile “felç” ettiler ve “siyaset”ten uzaklaştırdılar!..
Evet, “Son Menderes” öldü!..
Bundan böyle;
Siyasî hayatta, artık “Menderes” ismi olmayacak!..
Çünkü, “kök”lerini kuruttular!..
Biliyorum, şu anda bir “Adnan Menderes” var... Merhum Adnan Menderes’in adını taşıyan “Mutlu Menderes’in oğlu” bir “Adnan Menderes” var...
Şu anda 42 yaşında...
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde “doçent” olarak görev yapıyor.
Ne var ki;
“Siyaset”le ilgisi yok!..
“İşim cerrahlık” diyor, “Politikaya atılmak gibi bir düşüncem yok!.. Siyaseti, en başından beri hiç düşünmedim... Kaldı ki; vatana-millete hizmet etmenin tek yolu da politika değil... Öyle olsaydı, küçük yaşta o işlere girerdim.”
Bu da gösteriyor ki; Aydın Menderes, “siyasetteki son Menderes” olmuştur.
Ama, onu da kaybettik.
Allah rahmet eylesin...
Mekânın cennet olsun Aydın Bey...
Konservatuara, elektronikçi müdür!
Bazı insanlar, analarından “şanslı” mı doğuyor, yoksa dışkılarında “gök boncuk” mu var, bilemiyorum...
Çünkü, hep “dört ayak üzerine” düşüyorlar.
Meselâ, Prof. Dr. Sıddık Yarman... Bu zat, “Faruk Yarman’ın kardeşi”dir... Peki, Faruk Yarman kim?.. “Balyoz soruşturması”nda; “Darbeden sonra savunma sanayinde görev alacak isimler listesi”ni hazırlamakla suçlanıp, “tutuklanan” biri!.. Ve ayrıca; ASELSAN, HAVELSAN, TAİ ve TUSAŞ gibi hayati öneme haiz şirketlere, “emekli askerler ve yakınlarını dolduran” bir kişi!..
İşte “Balyoz tutuklusu” bu Faruk Yarman’ın kardeşi Sıddık Yarman, şimdi “İstanbul Üniversitesi Konservetuar Müdürlüğü”ne getirilmek isteniyormuş, iyi mi?..
Bu “ne iş”tir, anlayamadım... Çünkü, benim bildiğim Prof. Sıddık Yarman, bir “elektronik mühendisi”dir... Söyleyin Allah aşkına, bir “elektronik mühendisi”nin “konservatuar”da ne işi olabilir?..
Duyduğuma göre; İÜ Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet, birileri tarafından “ikna” edilmiş!.. Acaba bu iknada “Fevziye Mektepleri Vakfı”nın bir rolü oldu mu?.. Çünkü Prof. Sıddık Yarman; bu malûm vakıf tarafından temeli atılan ve Kasım 1996’da eğitime başlayan Işık Üniversitesi’nde “kurucu rektör” olarak görev almış, 15 Eylül 2010’da ise aynı üniversitenin “Mütevelli Heyeti Başkanı” olmuştu!..
“Elektronik Mühendisi” Prof. Yarman, bakalım “Konservatuar Müdürlüğü”ne getirilecek mi?.. Bekleyip, göreceğiz!..