Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Hapishane Risâlesi -3-

Hapishane Risâlesi -3-

Doğu Türkistan “Maarif Hareketinin” lideri şair ve İslâm âlimi Abdulhekim Mahsum Hacı 1959’da Çin hapishanelerinde müebbet hapse mahkûm edilir. Domuz bakıcılığı yaptırılır, azılı kaatil ve hırsızların koğuşuna atılarak dövdürülür. Günde 50 gramlık ekmekle hayatta kalmaya çalışır. Onun şu sözü her fikirli mahpusun kulağında küpe olmalıdır: “Bir gün yiyip, bir gün oruç tutmasaydım hayatta kalamazdım.”

Hapishanede bir vakti bile terk etmeden teyemmümle namazlarını eda eder. Ağır şartlarda dahi mahkûmlara İslâm’ı tebliğ ederek, sabır ve inançlarını korumaları için telkinde bulunur. Ziyaretine gelen talebelerine dinî eğitim faaliyetlerine devam etmeleri tembih eder. Onun sayesinde birçok mahkûm hapishanede ilim ve hizmet ehli olup çıkar.

Yine Doğu Türkistan’ın efsanevî İslâm önderlerinden Barat (Berat) Hacı 1960’larda ikinci hapisliğinde yirmi yıl “pantürkizm” suçlamasıyla Çin zindanlarına atılır. “Seksen santim eninde bir metre boyunda karanlık beton bir hücrede elleri ve ayakları prangalarla bağlı şekilde iki yıl kalır. Gün ışığını günde beş dakika görür, o da birinden su içip yemek yediği, diğerine abdest bozduğu iki toprak kaseyi cellatlarına uzatmak için.”

Bu yiğit insan “yirmi iki yıl boyunca geceleri Kur’an okuyup namaz kıldım, gündüzleri de idman yaptım. Allah beni sakladı” diyor. Abdülhakim Mahsum Hacı gibi bir gün yiyip bir gün oruç tutarak imanlı bir şekilde hayatta kalmaya çalışır ve hapisten otuz sekiz kiloya düşmüş olarak çıkar.

Kazakistanlı fikir ve edebiyat adamı Kacı Gumar (Hacı Ömer) Şabdanoğlu altı ciltlik “Suç” adlı romanını Urumçi Hapishanesi’nde yazmış ve Sovyet-Rusya’ya muhalifliğinden dolayı aralıklarla kırk yıla yakın hapishane hayatında sürekli okuyup yazmakla meşgul olmuştur.

HAPİSHANE ÇİLESİNE EYVALLAH ETMEYEN DÂVA ADAMLARI

Evlâd-ı fâtihan Bosna’nın Bilge Kralı Aliya İzzetbegoviç 1949-1954 yılları arasını ve 1983 yılını hapishanede geçirir. Mütevazı ve hikmet sahibi dâva adamı olarak hapishanede tahriklere karşı imanlı yüreğiyle dik durur. En tefekkürlü hâllerini hapishanede geçirerek, Bosna’nın millî dâvasını yazar ve etrafına tebliğ eder. “Hapis, insana son derece acı bir bilgi takdim ediyor. İnsan, yer eksikliği ve zaman çokluğu sıkıntısını çeker” diyen Aliya’nın “Özgürlüğe Kaçış” kitabı, zindanda tefekkür tâliminin nasıl yapıldığına dair muhakkak okunması gereken bir hapisnâme hüviyetindedir.

Kemalist rejimin zulümlerini yazan tarihçi Kadir Mısıroğlu iki kez hapis yatar. 27 Mayıs Darbesi sonrasında Harbiye Kışlası’nın hücrelerinde işkence görür ve 12 Mart 1971 Muhtırası’yla Eskişehir Hapishanesi’ne atılır. Hapis arkadaşı, Said Nursî Hazretlerinin baş şâkirtlerinden Hüsrev Altınbaşak hocadır.

Mısıroğlu gece bir rüya görür. Rüyasında ihtiyarlamış bir hâlde olan ve yanında köpek gezdiren M. Kemal’le uzun bir dehlizde karşılaşır. Selâmlaşıp el sıkışır. Bir şeyler konuşup ayrılır. Sonra bir dehlize daha girer ve o orada uyanır. “Hüsrev Abi”den rüyasını tâbir etmesini ister. O da “ikinci dehliz ne kadardı” diye sorar. “Birinciden iki üç kat uzundu” cevabını alan Hüsrev Abi, “içinden çıktığın dehliz birinci hapsindir. Sen bu hapisten çıkacaksın. Ancak ikinci kez hapis olacaksın. Bu hapiste birinci hapsin iki-üç katı olacak” der. Anlattığına göre bu tâbir aynen çıkar.

İslâmî ölçülere uygun “Türk-İslâm Ülküsü”nü yazan ilim ve irfan erbabı Seyit Ahmet Arvasi’nin, Mamak Zindanları’ndaki hayatını unuttun mu yoksa? O has fikir ehlinin “Mamak Günleri”ni okuduğunu sanıyorum. O güzel adam, “Hapishaneyi ne yapsan hapishane olmaktan kurtaramıyorsun. Namaz, oruç, Kur’an, sohbet hepsi var, fakat hapishane var” diyordu hüzünlü hâtıralarında. Resûlullah (s.av.)’ı örnek alan bir alperen gibi yaşayıp çıkmıştı hapishaneden. Kalp hastası olmasına rağmen hapishanedeki ülkücü gençleri irşad etmeye devam etmişti. Yaşadıkları ne denli yürekli, ne kadar hüzünlü ve hapishaneyi Medrese-i Yusufiye’ye çeviren sabırlı bir hapis hayatı idi öyle?

Ülkü adamlığını İslâm’la hâlhamur eden ve bu istikâmette siyaset yapan Muhsin Yazıcıoğlu’nun Mamak Zindanları’nda çarmıha gerildiğini, vücuduna elektrik verildiğini, tırnaklarının söküldüğünü, hapis hayatının yarısını hücrede geçirdiğini, şartları tutmasına rağmen hapishanedeki arkadaşlarının başsız ve fikir tâliminden geri kalacağı endişesiyle avukatına tahliye dilekçesinin verilmemesini söylediğini, “Kapıaltı” mazgallarından Allah’ın her günü gardiyanın ürkütücü bir sesle “uzat ellerini” deyişinden sonra iki elini dışarıya uzatarak yüzünü görmediği zindan zebanisinin copla her eline beşer cop vurduğunu, bu işkenceden sonra mâneviyatını kaybetmeden arkadaşlarına Müslüman Türklüğün dâvasını anlatmaya devam ettiğini, hapishane binbaşısının mahkûmların isteklerini sorduğunda, onun bir top kağıt ve kalem istediğini ve bu yolla diğer koğuşlardakilere fikirlerini yazarak yaydığını unutmadın inşallah.

HAPİSHANE ZULMÜNÜN EN DİRENÇLİ KADIN MAHPUSU

Şimdi de bir hanım mahpustan, dâvası için bir adım bile geri atmayan Yusufiye ehli Zeynep Gazâli’den bahsedeceğim. 1950 ve 60’lı yıllarda Mısır diktacılığına başkaldıran İslâmcı hareketin öncülerinden Hasan El Benna ve Seyyid Kutub’un hapishane hücrelerinde zulüm görmelerine rağmen dâvalarını tebliğ etmekten geri durmadıkları malûmdur. Bu âlimlerin şâkirdi olan Zeynep Gazâli de aynı şekilde ağır zulüm ve engellemelere rağmen altı yıllık hapishane hayatında namazını eda etmiş ve dâvasından tâviz vermemiştir.

Bu mücahide mahpusun anlattıklarını okurken tazim hâlinde olmalısın: “34 numaralı zindan, kabir gibi dar, karanlık ve korkunç bir yer, bir hücre. Yanıma iki köpek vererek kapıyı kilitlediler. Teyemmümle namaz kıldım. Kıblenin bile ne taraf olduğunu bilemiyordum. Bir namazı bitirip diğerine duruyordum. Allah’a, bu zâlimlerin elinden beni kurtarması için duâ ediyordum. Rükû’da, secdede köpekler üzerime tırmanıyor, başımı, el ve ayaklarımı, yüzümü tırmalıyorlardı. Öldürmeden önce acı çektirmek için eğitilmişlerdi. Bir saat sonra kapı açıldı ve köpekler çıkarıldı. Tutukluğum boyunca işkenceler devam etti. Bayılıncaya kadar kırbaçladılar. Belime kadar su içinde bekletildim, fakat yılmadım. Dâva arkadaşlarım hakkında ağzımdan tek bir suizan cümlesi çıkmadı.”

Şair Faruk Nafiz Çamlıbel, 27 Mayıs 1960 Darbesinde Yassıada’da hapis yatar ve “Zindan Duvarları” şiirlerini yazarak teselli bulur: “Gömdüler ruhumu yüz bin sene mahkum gibi / Cismim ayrılsa da ruhum kalacak zindanda.” Aynı darbede tarih profesörü mukaddesatçı Osman Turan Hoca da Yassıada’da on yedi ay hapis yatar. Menderes’in milletvekillerine ağır hakaret eden ve tokat atan cuntacı subaylar ona da hakaret edip el kaldırınca, ülkemizin en ciddî ilim adamı Turan Hoca, subayı bir tokatla yere devirir. Sonrası malûm; hücreye atılır. Var mı bugün böyle yiğit ve celadetli bir şekilde hapis yatacak üniversite profesörü?

YAZARLIĞINI HAPİSHANEDE KEMÂLE ERDİRENLER

Bir tarihçi diyor ki: “Namık Kemal’in Magosa’daki hapisliği (maaşlı sürgün demek doğrudur, çünkü Abdülhamid Han haksız muamelede bulunmamış, muhalefetiyle vereceği zarardan sakınmak için yollukla uzaklaştırmıştır) sırasında ailesinden ve mesleğinden uzak kalmasının dışında orada bol bulunan şey zaman olduğu için zamanını edebiyata ayırmıştır. Bu meşgâle hayırlı olmuş ve edebiyatçı N. Kemal ortaya çıkmış, dolayısıyla edebî eserlerini Magosa’da yazmıştır.”

Bu işler başından geçmiş biri olarak Amerikalı Zenci Müslüman Malcolm X ne diyor?: “Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa, gidebileceği en iyi yer üniversiteden sonra hapishanedir. Üniversiteyi Harlem sokaklarında tamamladım, doktora tezimi de hapishanede hazırladım.”

İspanyol romancı Servantes, ünlü romanı “Donkişot”u hapishane günlerinde yazdığını övünerek anlatıyor. Elin adamındaki bu azme hayran kalmaz mısın? Komünizm suçundan uzun yıllar hapishanede yatan Kemal Tahir, Kemalistlerin ikiyüzlülüklerini anlatan romanlarının müsveddelerini koğuşlarda okuyarak hazırlar ve haysiyetli bir Osmanlıcı-Marksist bir fikir adamı olarak çıkar.

Rusya yazarı Dostoyevski’nin Sibirya-Omsk Hapishanesi’ndeki dört yıllık hapisliğinde Hz. İsa’yı bulduğunu “Ölü Bir Evden Hâtıraları”nı okuyanlar bilir. Ona göre hapishane “Ölü Bir Ev”dir, fakat orada ıstıraplı düşünceler ve çileler sayesinde kendince gerçeği bulduğunu ve iç huzuruna kavuştuğunu anlatır. Öyle ki, şüpheci ve ateist olan Dostoyevski, hapishaneden çıktıktan sonra dindar bir dostuna yazdığı mektupta “eğer biri bana İsa’nın gerçek olmadığını kanıtlarsa ve gerçeğin İsa’da olmadığı doğru bir olguysa, ben gerçeğin değil, İsa’nın yanında olurum” diyor. En verimli eserlerini inançsız girdiği Omsk Hapishanesi’nde yazar ve “her şeyi pırıl pırıl ve kutsal yapan inanç işaretini, İsa’yı buldum...” der.

Demek ki hapishane ah ü vah edilecek, “kaderimin kurbanıyım” arabeskinin yaşandığı bir mekân değilmiş bilene.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi