Şırnak olayı 2. Muğlalı Vakası olamaz, çünkü!
Hani, hep defterini dürmekten söz ederiz ya, bu deyimin anlamı; hesabını görmek, ortadan kaldırmak yani; öldürmek veya işine son vermektir... Kısacası, işini bitirmektir.
Dürülmeyen defterler, hep açık kalır ve insanın başına sürekli dert açar!..
O halde ne yapmak lâzım;
Hiçbir işi yarım bırakmamak, bitirmek ve defteri de depoya kaldırmak lâzım.
Peki, biz ne yapıyoruz?..
Her bir işi yarım bıraktığımız için, hâlâ eski defterlerle uğraşmak zorunda kalıyoruz.
Oysa; kestirip atsan; ne başın ağrır, ne de sürekli uğraşmak zorunda kalırsın!..
Bir olayın, bir insanın veya herhangi bir meselenin defterini dürmek için, elbette önce hesaplaşmak gerekir.
Ya hesap soracaksın!
Ya da hesap vereceksin!
Bunu yapmadığın takdirde, o defter hiç kapanmaz ve sürekli önüne getirilir.
Tıpkı, Muğlalı Vakası gibi!..
CHPDEN, BDP AĞZI
Olayı biliyorsunuz... Şırnak Uluderede; bir kasıtla değil ama, büyük bir yanlışlıkla 35 kişinin öldürülmesi olayı tartışma gündeminde... Bu yanlışlık ve ihmalin hesabı sorulmazsa, daha uzun yıllar tartışılır.
O halde, derhal sorumlular ortaya çıkarılmalı ve 35 canın hesabı sorulmalıdır.
Ki, bu defter kapansın!
Dedim ya;
Bu olay, hararetle tartışılıyor.
Bir yanda BDPliler, bir yanda CHPliler, sürekli bu konuyu kaşıyorlar.
Meselâ, BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder demiş ki; Şırnak Uludere olayı 68 yıl sonra bu devletin 33 kurşun vakası, ikinci Muğlalı Vakasıdır!
Oysa, ilgisi yok!..
Çünkü, 1943 yılında Van Özalpte meydana gelen Mustafa Muğlalı Vakasında köylüler yakalanmış, yani kontrol sağlanmış, yani ortada herhangi bir çatışma tehlikesi yok!..
Buna rağmen, general Mustafa Muğlalı askerlere emir veriyor;
Ateeşş!
33 köylü oracakta ölüyor!..
Bunun adı cinayettir!..
Bunun adı katliamdır!..
Çünkü, öldürülen 33 insanın bir suçu yoktur, kurşuna dizilmeyi hakedecek bir suç işlememişlerdir, masumdurlar!..
Muğlalı, keyfi cinayet işlemiştir.
Ama, Uluderede böyle değil ki!..
Tekrar söylüyorum;
Uluderede bir kasıt yoktur...
Evet, ihmal vardır, hata vardır ama kasıt yoktur!..
Dolayısıyla, bu olayı Muğlalı Vakası ile kıyaslamak tam bir art niyet göstergesidir!..
Benim asıl garibime giden;
BDPli Sırrı Süreyya Önderin söylemine, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlunun da balıklama atlaması oldu.
Kılıçdaroğlu da demiş ki;
Terörle mücadelede hükümetin nasıl bir politika izlediğini doğrusunu isterseniz henüz anlamış değiliz. Bu konuda bize herhangi bir bilgi de verilmiş değil. Ama bizim bu konudaki düşüncemiz çok net, açık. 35 yurttaşımızın yaşamını yitirmesini 33 kurşun olarak telakki edebilir miyiz? Bu benzetme olabilir mi? Olur tabii, AKPnin 33 kurşununun 2011 versiyonudur bu. Orada da kaçakçılar öldürülmüştü, burada da kaçakçılar öldürüldü. Orada silahla, burada da silahla, uçakla. Onun için 2011 versiyonu dedim... İçişleri ve Milli Savunma bakanları istifa ederler mi? Hayır efendim nereden çıktı bu. Tam tersine koltuklarına daha da sağlam bir şekilde yapışırlar. Türkiyede bakanlar açısından olumsuzluklar arttıkça, onların koltuklarında kalış süresi uzuyor maalesef.
Bu sözler de gösteriyor ki;
İstismarın partisi yok!..
Al BDPyi, vur CHPye!..
Al CHPyi, vur BDPye!..
Hadi diyelim ki;
BDPlı Sırrı Süreyya Önder, öyle konuşmak zorundadır!.. Peki, Kılıçdaroğluna ne oluyor ki, BDP ile söylem beraberliğine giriyor!..
Bana öyle geliyor ki;
Bay Kılıçdaroğlu, 1943 yılındaki kuyruk acısını dindirmeye çalışıyor!..
Malûm, 33 köylünün hunharca katledildiği 1943 yılında, iktidarda CHP vardı...
Bu katliamı gerçekleştiren Muğlalıyı da korudular!..
CHP, o günden beridir ki, bir eziklik içindedir...
Muğlalı Vakası, 1943ten beri, sırtında bir kamburdur, bir kuyruk acısıdır!..
Bay Kılıçdaroğlu, Uluderedeki olaya da İkinci Muğlalı Vakası diyor ki, Birinci Muğlalı Vakasından dolayı CHPnin maruz kaldığı suçlamaların dozajı azalsın!..
Kısaca, demek istiyor ki;
CHP iktidarında katliam oluyor da, AK Parti iktidarında olmuyor mu?.. 1943te bizim yaptığımızı, 2011de de siz yaptınız!.. Artık bizim üzerimize gelemezsiniz!
Tabiî, yanılıyor Bay Kılıçdaroğlu...
İki sebepten yanılıyor!..
¥ Bir: Muğlalı tarafından öldürülen 33 köylünün tamamı masumdu, bilerek ve göz göre göre öldürüldüler... Uluderedeki olayda ise; ihmal vardı, hata vardı ama kasıt yoktu!..
¥ İki: Bay Kılıçdaroğlu, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaza çağrıda bulunup, İstifa edin diyor!..
Adama sorarlar;
Muğlalı Vakasından sonra dönemin CHPli İçişleri Bakanı istifa etmiş miydi ki, İdris Naim Şahin ve İsmet Yılmaz da istifa etsinler?!?..
Dedim ya;
Bay Kılıçdaroğlunun bir kuyruk acısı var ve bu acıdan dolayı da ne söylediğinin farkında değil!..
MUĞLALI VAKASI NEDİR?
Olayın bugünkü boyutunu ortaya koyduğumuza göre, şimdi de geçmiş boyutuna bir bakalım...
Sahi, 1943 yılında Vanın Özalp ilçesinde ne oldu?..
33 köylü niye kurşuna dizildi?.. Emri veren Mustafa Muğlalı bir ceza aldı mı?..
Gelin, 30 Temmuz 1943 günü akşamüstüne gidelim ve o gün neler olduğuna bir bakalım.
33 Kürt köylüsü, birkaç gün önce gözaltına alınmışlar ve karakolda tutulmaktadır... Suçları; Sınırı izinsiz geçerek hayvan ticareti yapmaktır!..
Daha sonraki yıllarda TBMM Soruşturma Komisyonunun da tespit edeceği gibi; evet bu köylüler kaçakçılık yapmaktadır ama, kaçakçılıktan pay alan bir de devlet çetesi vardır!..
Anlaşıldığına göre deniliyor TBMM tarafından hazırlanan raporda; İranlı çapulculara misilleme yapmak için sorumluluğu olmayan çeteler kurma fikri şu üç kişinin kafasından çıkmış bulunmaktadır: Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Jandarma Kumandanı Yüzbaşı Vasfi Bayraktar ve Hudut Tabur Kumandanı Binbaşı Şükrü Tüter. Bu üç resmi memur söz ve fiil birliği halinde çeteyi kullanmakta ve İran hudutları içerisine sokarak hayvan talan ettirmektedirler.
Bu talan operasyonlarından birinde askerler İran sınırından içeri girip Mehmedi Mısto isimli aşiret reisinin hayvanlarını gasp ettiklerinde, Mısto, önce güzellikle hayvanlarını geri ister.
Aldığı cevap;
Gelir karını da alırız olur.
Bu defa harekete geçen Mısto, sınırdan içeri girer ve hayvanlarını geri alır.
Böylece aslında o gün katliam kararı alınmıştır bile. Önce olay, Rus askerleri sınırı geçti diye sağa sola abartılarak bildirilir. Sonra operasyon başlar ve Mısto ile birlikte 40 köylü gözaltına alınır.
Ancak Özalp Sulh Mahkemesi sanıkları suçsuz bulur ve serbest bırakır.
Tabii iş bu kadarla kalmaz... Artık olaya 3. Ordu Müfettişi Mustafa Muğlalı da karışmıştır. Muğlalı, 24 Temmuz günü Vana ulaşır ve daha orada generallerle yaptıkları toplantıda bu köylülerin yeniden gözaltına alınıp öldürülmeleri kararı alınır.
25 Temmuzda biri kadın, biri 11 yaşında çocuk, biri kıtasından izinli gelmiş muvazzaf çavuş ve biri de hava değişimli er olmak üzere 33 kişi yakalanıp Özalp Polis Karakoluna konulur.
Bu arada, İçişleri Bakanlığı Müfettişi Avni Doğan, bu kadar açık bir cinayet kararından biraz rahatsız olur ve Muğlalı ile görüşmek ister... Ancak general, bu talepleri reddeder. Daha doğrusu yine komisyon raporuna göre, Muğlalı, Memleketin çıkarı için babamı bile asarım, Avni Doğan bu işe karışmasın, onu kırbaçlarım gibi bir cevap verir.
Özalpte tutukluları görmeye giden Avni Doğandan gözaltındaki köylüler yardım istediklerinde, Şükrü Tüter; Efendim, bunlar casusturlar, ordunun durumunu düşmana bildiriyorlar, Harp Divanına verileceklerdir diye müdahale eder... Bu cevap karşısında müfettiş; işin büyüdüğünü anlar ve geri çekilir.
Artık, karar kesindir.
Ertesi gün; Muğlalı, Özalptan ayrılır ve geride bir yazılı emir bırakır. Emir aynen şöyledir:
Van Mıntıka Komutanlığına
1- Özalp mıntıkasındaki teftişlerimde Özalp hudut mıntıkasını çok iyi tanıyan ve sık sık memleketimiz içlerinde çapulculuk yapan aşiretler hakkında çok iyi bilgi sahibi oldukları anlaşılan ilişik listede isimleri yazılı kişilerin çeşitli gruplar halinde, subay ve erlerin beraberliğinde hudut mıntıkasına götürülerek kendilerinden esaslı bilgi alınmasını ve İran hududunun gizli ve çapulcuların görünmeden gelmesine elverişli yol ve patikaların öğrenilmesini çok faydalı buluyorum.
2- Bu adamların her ne kadar görevi yerine getireceklerine söz vermelerine rağmen sözlerinden dönmeleri ve fırsat bulurlarsa kaçmaları her an muhtemel bulunduğundan müfrezelerin çok uyanık bulunmaları gereğinin müfreze komutanlığına bildirilmesini, şayet bu hale cüret edenler ve erlerin silahlarını almak amacıyla üzerlerine saldıranlar bulunduğu taktirde derhal silah kullanılmasının hiçbir zaman unutulmamasını önemle rica ederim.
Bu; kesin bir öldürme emridir... Gerçekten de 33 Kürt köylüsü karakoldan alınıp Çilli Gediği denilen bölgeye getirildiklerinde karar uygulanır ve biri dışında tümü kurşuna dizilir.
Görüldüğü gibi, burada bir ihmal veya kusur yok... Tam aksine taammüden cinayet var!..
MUĞLALI, KAFAYI NİYE YEDİ?
Peki sonra neler oluyor?..
33 kişinin öldürüldüğü olay sonrasında Demokrat Parti, Mecliste bu konuyu gündeme getirip Orgeneral Mustafa Muğlalının yargılanmasını sağlıyor. Muğlalı, olayın tüm sorumluluğunu üstüne alıyor...
Öne sürülen iddia şu:
Çatışma sırasında öldüğü iddia edilen 33 insan masumdu ve kurşuna dizildiler.
Kıyamet kopuyor...
Muhalefet milletvekilleri bu olaydan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Milli Savunma Bakanı Ali Rıza Artunkal ile İçişleri Bakanı Hilmi Uranı sorumlu tutuyorlar.
CHP iktidarı ise Demokrat Partinin derdinin 33 masum vatandaşın öldürülmesi değil, İnönü iktidarını yıpratmak ve oy toplamak olduğunu iddia ediyor.
Aylarca süren tartışmalardan sonra 1943 yılındaki bu olay hakkında dâvâ açılıyor ve 1947 yılında emekli olan Org. Mustafa Muğlalı yargı önüne çıkarılıyor.
Muğlalı, yargılama boyunca bütün sorumluluğu üzerine alıyor ve zamanın hükümetini hiçbir şekilde suçlamıyor.
Sonuç dramatik oluyor:
Muğlalı önce ölüme mahkûm ediliyor, sonra cezası 20 yıl hapse çevriliyor.
Askeri Yargıtay kararı bozuyor.
İkinci dâvâ sürerken cezaevine kapatılan Muğlalı, akli dengesini yitiriyor!..
Kısa bir süre sonra da;
1951de 70 yaşında ölüyor!..
Olay, özetle budur efendim...
Ancak, olayın bir tarafı muallâkta kalmış ve cevabı hâlâ merak edilmektedir. Muğlalı; kapatıldığı cezaevinde niçin akli dengesini kaybetmiştir?..
33 köylüyü kurşuna dizdirdiğinden dolayı yargılandığı için kahrından mı akli dengesini kaybetmiştir, yoksa vicdan azabı mı duymuştur?..
Şu konu da, hâlâ merak edilir;
Mustafa Muğlalı, 1943 yılında, Vanın Özalp ilçesinde 33 köylüyü kurşuna dizdirme emrini vermeden yıllar önce de, Menemen Olaylarına karıştığı iddia edilen 31 kişiden 28inin idamına karar veren mahkemenin başkanıydı!..
O halde sormak gerekmez mi;
Muğlalı, yargılandığı için kahrından mı akli dengesini kaybetti, yoksa Menemen ve Özalpte toplam 61 kişinin ölüm kararını verdiği için, vicdan azabından mı kafayı oynattı?..
Şimdi de, gelelim bugüne...
Yazının başında da ifade ettiğim gibi; defterler dürülmez de açık kalırlarsa, başa dert açmaya devam ederler.
AK Parti iktidarı, Muğlalı defterini kapatmak için, hiç olmazsa onun adını kışladan kaldırttı ve böylece o olayı sahiplenmediğini gösterdi.
Aynı şekilde, Şırnak Uluderede öldürülen 35 kişi için de, olayın aydınlatılması maksadıyla derhal soruşturma emri verdi... Ve ayrıca, devlet tarafından başsağlığı mesajı yayınlanarak da, olayın kabul edilemez olduğu vurgulandı.
Hiç kuşkunuz olmasın ki;
Uludere olayının yargılaması, 1943te cereyan eden Özalp olayı gibi 1947lere bırakılmayacak, en kısa zamanda yargılama yapılacak ve suç görülürse, sorumlular cezalandırılacaklardır!..
ASKERDEN NİYE KAÇTILAR?
Yalnız, kafamı kemiren bir soruyu da sizlerle paylaşmak istiyorum.
Soru şudur:
Öldürülen köylülerin kaçakçılık yaptığı askerler tarafından yıllardır biliniyor... Köylüler Iraka geçip, mazot ve sigara getiriyorlar.. Askerler, bunların kimler olduğunu da biliyor ve göz yumuyor!
İyi, hoş da;
Operasyonlar devam ederken, köylülerin sınırı geçmesine kim ve nasıl izin verdi?.. Ya da, şöyle soralım: Köylüleri, bir yönlendiren oldu mu?..
Hadi, sınırı geçtiler ve alacaklarını alıp, dönüşe geçtiler... Peki, gidişlerinden haberdar olan askerler, dönüşte niye önlerine çıkıp, yollarını kesti?..
Ve köylüler, askerleri görünce niye yeniden sınır ötesine kaçmaya başladılar?..
Öyle ya;
Ortada, bir al gülüm, ver gülüm durumu varken, askerleri görünce niye kaçmaya başlıyorsun?.. Askerden kaçan insanların, yukarıdaki F-16lar tarafından terörist zannedileceğini nasıl düşünemezler?
Hele de, şu kritik günlerde!..
Hele de, gecenin 21.37sinde!..
Evet, soruşturma başladı... Öyle inanıyorum ki; bu ve benzeri sorular sorulacak ve olay aydınlığa kavuşturulacaktır!.. Suçu olan da, hakettiği cezaya çarptırılacaktır!..
Sadece bu yönü bile; olayın İkinci Muğlalı Vakası olmadığını, ona benzemediğini ve benzemeyeceğini görmeye yeterlidir!
Çünkü bu olayda kasıt yok... Hele hele, taammüden cinayet hiç yok!.. Cinayet kastı varsa da, onların defterleri dürülür!
Sadece bunu söylemek istedim...
İnce ince Yasemince!
Yapma be Muharrem İnce?.. Önce ortalığa gaz verip, sonradan caz yapma!.. Dün, kameraların önüne geçip, dobra dobra konuşmak yerine, her nedense yazılı açıklama yapmışsın!..
Soru sorarlar da, açık veririm diye mi korktun?..
Demişsin ki; Milletvekillerinin maaşlarına zam yapılmasına dair tek bir cümle kullanmadım, imada dahi bulunmadım.
Oysa, 9 Aralık tarihli Meclis tutanakları tam aksini söylüyor...
AK Parti Grup Başkanvekili Ayşenur Bahçekapılı, size diyor ki; İmzalayalım Muharrem İnce, imzalayalım!
Siz de diyorsunuz ki; Hepsini birlikte getirin, imzalayalım!.. Tutuklu milletvekillerimizle ilgili de getirin, emekliler için de getirin, hepsini getirin, imzalayalım.
O anda, CHP sıralarında bir alkış tufanı kopuyor!..
Evet, sizi alkışlıyorlar Muharrem Bey, sizi!..
Şimdi kalkmış, imada bile bulunmadım diyorsunuz... Allah aşkına yapmayın Muharrem Bey!.. Sizin iki tane gazeteci yazacak diye mi korkacağız? sözlerinizle verdiğiniz gazdan sonra bu konu Mecliste oylandı, CHP Grup Başkanvekilinin de onayı ile yasa Meclisten geçti... Bereket ki, Cumhurbaşkanı veto etti de, yeniden oylama istedi!..
Haa sahi, Başbakan Tayyip Erdoğan da, dün; Elimizde görüşmelerin ses bantları var dedi...
O bantlar açıklanınca, bakalım ne diyeceksiniz?..
Derim ki; önce gaz verip, sonradan caz yapmayın!..