Mehmet Âkifle Nâzım Hikmet aynı kefeye konulabilir mi?
Bazıları var ki, Mehmet Âkifden söz etmek zorunda kaldığı zaman dahi Nâzım Hikmeti diline dolar.
Elbette bu iki şahsiyet 20. yüzyılda Türkiyede yaşayamamak gibi benzerlikleri olan iki şairdir. Fakat esasa girildiği zaman benzeyişlerin sadece görünüşte olduğu kolaylıkla anlaşılır.
İstiklâl Marşı, Millî Mücadelenin en zor zamanında Mehmed Âkifin ısrar üzerine yazdığı bir şiirdir. Yarışmaya rağmen Millî Marşı Mehmet Âkifin yazması arzu edilmiştir. Bu arzunun sadece zamanın Maarif Vekili Hamdullah Subhi ile sınırlı olduğunu düşünmek mümkün değildir. Yaşayan hiçbir şöhretli şair, Milli Şair Mehmet Emin (Yurdakul) dahil akla gelmemiş, İslâm Şairi sıfatıyla Ankaraya mücadelenin manevi cephesini tahkim maksadıyla dâvet edilen Mehmet Âkifde karar kılınmıştır.
Âkifin ne yazdığı bilindiği gibi, her halde ne yazacağı da tahmin edilmektedir. Mehmet Âkif, seçilme, beğenilme gibi bir psikolojik baskı içine düşmeden yazmak istediğini rahatlıkla yazmıştır.
Bundan sonra, Marşın kabul süreci vardır. Şiirin hem neredeyse kabulünden bir ay önce bir nevi resmî gazete olan Hakimiyet-i Milliyede, yayınlanması, hem de 1 martta yapılan oturumda Hamdullah Subhi tarafından reyimi açıklıyorum diye ihsas-ı reyde bulunulması, bu sürecin nasıl yönetildiğini gösterir. Neticede şiir TBMM tarafından ekseriyet-i azime ile (yani büyük oy çokluğu ile, 1 oy hariç) kabul edilmiştir.
O Mecliste Mehmet Âkifin şiirine oy verenlerin diyebiliriz ki büyük çoğunluğu, onun görüşünde değildir. Farklı görüşte olanlar içinde, onunla tamamen zıt kutupta olanlar, yani dine, İslâma soğuk bakanlar, hatta karşı olanlar da vardır. Nitekim bunlar, bu marşın yeni Türkiye devletini temsil etmediği düşüncesiyle daha kabülünün üzerinden beş yıl geçmeden Milli Marş yarışması açmışlardır.
Peki neden, 12 Mart 1921de bu farklı görüş sahipleri Mehmet Âkifin şiirine rey vermişlerdir? Bunun çeşitli sebepleri olabilir. Birincisi, Millî Mücadelenin liderinin bu metni desteklemesi olabilir. İkincisi ise Millî Mücadelenin en zor zamanında, bir taraftan iç çatışmalarla boğuşan, diğer taraftan da batı emperyalizminin ağır baskısı altında bulunan milletin hissiyatını ancak bu muhtevada bir şiirin ifade edilebileceğine inanılması olmalıdır.
İstiklâl Marşının muhtevası ile bağdaşmaz konumda olanlar şartlar değişince yeni şartlara göre yeni bir milli sembol oluşturulması için harekete geçmişlerdir. Maarif Vekaleti (Millî Eğitim Bakanlığı)nin bu teşebbüsü bir hayli katılım olmasına rağmen akim kalmıştır. 1930larda bir teşebbüs daha olduğu bilinmektedir. Hatta Necip Fazılın sonradan Büyük Doğu Marşına çevireceği şiiri bu vesileyle yazdığı anlaşılmaktadır.
İstiklâl Marşının muhtevası, yazıldığı zaman Milli Mücadelenin fikriyatını yansıtmaktaydı. Halbuki, daha sonra Millî Mücadelenin muhtevasının Cumhuriyet sonrası ideolojiye uydurulması girişimleri ortaya çıkmıştır. Bu durumda, yeni ideolojik muhtevaya uygun bir milli marş, olmazsa, bu dönemi anlatan güçlü şiirler yazılması istenmiştir.
Nazım Hikmetin de hapiste iken böyle bir taleple karşılaştığı anlaşılıyor. Nazımla akrabalık bağı olan Ali Fuat Cebesoyla ve o zamanın emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüerin teşviki ile yazıldığı belirtilen Kuva-yı Milliye Destanının ödülü şairin affı olacaktır. Böyle bir af olmamıştır ama, Nazımın böyle bir ödül düşünerek şiiri yazdığı şüphesizdir.
Şiirin bazı bölümleri, bu affın hayata geçirilmesini sağlayacak şekilde devletlilere hoş gelecek şekilde düzenlenmiş olmalıdır. Bu şiiri ısmarlayanların İstiklâl Marşının muhtevasından memnun olmadıkları tereddüt götürmez. Belki de bu yüzden Nazım Hikmet, şiirinin bir yerinde sözü İstiklâl Marşına getirir ve onda aksayan bir taraf olduğunu belirtir. Onu da kendince açıklar. Bu açıklamada şehidlik kavramına karşı çıkılarak, materyalist, pozitivist bir izah getirilmektedir.
O sıralar Türkiyede dine karşı pozitivist hüccetlerin kullanılması yaygın bir uygulamadır. Muhtemelen Nazım Hikmetin şiirinin bu bölümü de hoşa gitmiştir. Fakat Nazımın şiirinde sadece Mustafa Kemali yücelten veya Mehmet Âkifin şiirini eleştiren bölümler yoktur. O materyalist ve komünist dünya görüşünü de eserinde yansıtmaktan geri kalmamıştır.
Mehmet Âkif, hem dış etkenlerden (ödül, fayda, yöneticilerin zihniyeti), hem de ideolojik kalıplardan müstağni olarak tamamen kendi anlayışı çerçevesinde eserini yazmıştır. Nazım Hikmet ise hayatının bir döneminde zor durumdan (hapis) kurtulmak için sözkonusu şiiri kaleme almış, bu pragmatizm yanında ideolojik bağlılığını da eserine yansıtmıştır.
Mehmet Âkifle ilgili Türkiye Yazarlar Birliğinin son kitabı, Mehmet Akif ve Milli Mücadele yayınlandı. 10-12 Mart 2011 günlerinde yapılan bilgi şöleninin tebliğlerini ihtiva eden kitapta 33 bildiri yere alıyor. Mehmet Akifle ilgili gerçek bir kaynak olan kitapta, bu yazıda ele aldığımız hususlarla ilgili iki metni bilhassa zikretmek istiyorum: Bekir Şahin: İstiklâl Marşını değiştirme girişimleri ve belgeleri, 1925 ve Cafer Gariper: Kurtuluş Savaşının Varlık kazandırdığı iki metin: İstiklâl Marşı ve Kuvayı Milliye destanı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.