Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Yeni bir soğuk savaş mı?

Yeni bir soğuk savaş mı?

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Londra’ya giderken İngiliz basınına bölgede yeni bir soğuk savaş ihtimalinden veya mayalanmasından bahsetmiş ve buna karşı Batı’yı uyarmıştır. İran’da çoklu bir yapı bulunduğunu söylemiş ve yekpare bir bütünlük arz etmediğini ve gücünü abartmamak gerektiğini ifade etmiştir.

Ahmet Davudoğlu da İran ziyareti öncesi veya sonrasında aynen Abdullah Gül gibi yeni bir soğuk savaş ikliminden bahsetmiş ve Türkiye’nin bunun dışında olduğunu söylemiştir. Öncelikle tespit edilmesi gereken husus şudur. Bölgede gerçekten de bir soğuk savaş ortamı var mıdır? Varsa kimler arasındadır? Öncelikli olarak Araplar, Türkiye’den farklı olarak bu isimlendirmeyi kullanmıyorlar.

Bir bloklaşmadan veya kutuplaşmadan ziyade bu bloklaşmanın aracına işaret ediyorlar ve onlar soğuk savaş yerine taifiyye (eksen, çekişme veya politika) terimini kullanıyorlar. Dolayısıyla Araplar soğuk savaş tabirini kullanmıyorlar. Bunun yerine 2003 yılından beri taifiyye deyimini kullanıyorlar. Araplar, 1990’lı yıllara kadar İran’ın devrim ihraç etmesi gayretlerinden şikayet ederlerdi. Lakin bu tanım oğul Bush’un Yeni Haçlı Seferi’yle birlikte yeni bir aşamaya geçmiştir. Bush ve valisi Pul Bremer işgalden sonra Irak’ta, İngilizlerin bile tenezzül etmediği farklı bir politikayı devreye sokmuştur.

Mezhepçiliğe ve ırkçılığa dayalı siyasi bir sistem kurmuştur. Şiilerin ve Kürtlerin yardımıyla bu siyasi yapı (muhasasa) işlerlik kazanmıştır. Arap gözlemciler gelirken ve ayrılırken nasıl ki Şam’da kundaklama veya bombalar patlamışsa Irak’ta da işgal ordusu gelirken de giderken de taifi mücadele kızışmıştır. Çünkü taifiyye böl-yönet siyasetinin araçlarından biridir.

¥

Peki! Soğuk savaş varsa kiminle kimin arasındadır? ABD ile İran arasında mı yoksa, sünni kökenli Körfez ülkeleriyle İran arasında mı caridir? Yoksa iç içe geçmiş daireler halinde midir? Öncelikli olarak ABD ne Sünni’dir ne Şii’dir. Onu bu mesele, taktik ve pragmatik düzeyde ilgilendirmektedir. O bu bağlamda meseleye, araç ve denge meselesi olarak bakar.

Bundan dolayı ABD, 2003 yılında Irak’ta Şiileştirme politikaları izlerken Lübnan’da farklı bir ekseni desteklemektedir. Ya da öyle sanılır. Zira Velit Canbulat bile ABD’nin gazına gelerek Lübnan’da bir ara Suriye’ye muhalefet etmiş ve ardından ABD’nin ciddiyetsizliğini görünce ortada kalmıştır. Bundan dolayı ABD’nin taifi meseleye bakışı taktik düzeyindedir. İngilizler gibi ABD açısından da taifi politika böl yönet politikasının bir uzantısı veya aracıdır. Peki! İran bu soğuk savaşın veya Arapların deyimiyle taifi mücadelenin neresindedir? İran da çok katmanlı bir siyaset izlemektedir. Nüfuz politikalarının malzemeleri vardır.

Bu kah Şiilik ve kah direniş veya kah düşmanımın düşmanı dostumdur şeklindeki pragmatik politikalar olmaktadır. En azından Sünnilerin geneline göre İran Körfez’de ve Suriye ve Irak’ta mezhep politikaları yani taifi bir politika izlemektedir. Lübnan ve Filistin de ise, direniş politikası izlemekte ve bu politika ile İslam dünyasının gözüne girmektedir. Ermenistan-Azerbaycan ekseninde ise en azından uluslararası siyaset bağlamında ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ siyaseti izlemekte ve mezhep kimliğine rağmen Azerbaycan yerine Ermenistan’a daha yakın durmaktadır. Buna mukabil ahali arasında elbette ki kendisine göre Şii eksenli ‘bilinçlendirme politikaları’ takip etmektedir.

¥

Buna mukabil Türkiye eksen veya bloklaşma politikaları noktasında nerede durmaktadır? Türkiye esasen sıfır sorun politikasıyla bölgede yapıcı bir politika izlemektedir. Ve eksen politikalarından uzak durmaktadır. İyi günlerinde Beşşar Esat Türkiye’ye dörtlü bir eksen teklifinde bulunmuştur. İran da Davudoğlu’na yine böyle telkinlerde bulunmuştur. İran, Suriye, Irak ve Türkiye Ekseni. Bu eksende elbette Türkiye eritilecek ve pasif bir uydu mesabesine indirilecektir. Buna mukabil, Türkiye’nin bağımsız politika izlemesi Suriye ve müttefiklerinin işine gelmemiştir.

Suriye’de halk ayaklanmasıyla birlikte bu politika gerçekle test edilmiş ve geçersiz duruma düşmüştür. Bunun üzerine hem İran, hem de Irak ve Suriye yönetimleri Türkiye’yi zımni olarak yeni Osmanlıcılık yapmakla suçlamaya başlamışlar ve koro halinde bunu terennüm etmişlerdir. Buna mukabil, körfez ülkeleri de İran’a karşı Türkiye’yi yanlarında ve eksenlerinde görmeyi murat etmektedirler. Türkiye buna da yanaşmamaktadır. Eksen veya bloklaşma dışı politika sıfır sorun politikasının tabii akislerinden biri olarak görünmektedir. Türkiye adeta bu yaklaşımıyla Bağlantısızlar hareketini hatırlatıyor.

Lakin buna mukabil Türkiye bloklaşma sürecinde yalnız taraf durumuna düşmektedir. En azından Körfez-İran ekseni noktasında. Zira İran ekseni açıkça Türkiye’yi Yeni Osmanlıcılık politikası gütmekle suçluyor. Lakin Körfez ülkeleri İran’la ipleri koparmayan hatta gevşetmeyen bir Türkiye’den de şüphe ediyorlar. Bu şüphe doğru mudur yanlış mıdır ayrı bir bahis konusu. Lakin en azından acaba Türkiye arkamızdan bir dolap mı çeviriyor ve İran’a anlaşarak bölgede nüfuz alanları mı kurmak istiyor diye soruyorlar.

Bence bu algı yersiz ama sonuçta Türkiye ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabiliyor! Siyaseten parçalanmış bölge vakıasında Türkiye bütüncül politikalar izlemek istiyor. Galiba bu yüzden iki cepheye de yaranamıyor ve gerçekleri pas geçmekle suçlanıyor. 180 derecelik politikalar karşısında Türkiye 360 derecelik politika izliyor. Mesele bunun doğruluğu veya yanlışlığında değil uygulanır olup olmadığındadır. Herhalde bunun sağlaması gelecek zamanlarda saklı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi