İlâhî adalet
Emekli Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğun tutuklanması, Türkiyenin geldiği noktayı göstermesi bakımından dikkate şayan bir olaydır. Elbette ki, birilerinin tutuklanmasına sevinecek ve oh olsun diyecek değiliz. Yargılama bitmeden peşinen suçlu veya suçsuz da diyemeyiz.
Ancak 27 Mayıs 1960 ihtilâlinden beri, yarım asırlık darbeler tarihine baktığımızda; nereden nereye geldiğimizin sembolik göstergesi bu olayda, ilâhî adaletin tecellisini görürüz. İşin püf noktası şudur;
Cenab-ı Hakkın 99 Esma-i Hüsnasından (güzel isimlerinden) birisi (EL-ADL) ADALETTİR. Allah (c.c.) mutlak Âdildir. Mülkün (Kâinatın)temeli adalettir. Zerreden kürreye kadar tüm varlıklar; çok hassas, milimetrik bir denge üzerinde yaratılmış ve öylece devam etmektedir. Mevsimlerin gelip-gidişi, gündüzün geceyi takip edişi, dünyamızın ve diğer gezegenlerin yörüngesinde bir milim dahi şaşmadan hareket etmeleri, hepsi hassas dengeler üzerinde cereyan eden ilâhi adaletin eseridir.
Adaletin olmadığı yerde zulüm ve haksızlık vardır. Denge bozulmuş demektir. Denge bozulunca da ayakta durulamaz, yıkım olur. Bu sebeple, Hz.Peygamberimiz Cuma hutbesinde,Şüphesiz Allah adaleti,iyiliği ve yakınlara yardımı emreder. Fuhşu, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Tutasınız diye size (Allah) öğüt veriyor.mealindeki (Nahl 90.) ayeti okuyarak adaletin önemini izah etmiştir. Bu sünnet asırlardır İslam Aleminde her cuma hutbesinde devam etmektedir.
Buna istinaden Hz. Peygamberimiz Mülk küfürle devam edebilir. Ama zulümle asla ayakta kalamaz. buyurmuştur. Divan edebiyatımızdan şu güzel mısraları günümüz Türkçesiyle veriyorum:
Cümle eşya hâlikındır,kul eliyle işlenir,
Emr-i Barî olmadıkça sanma ki,bir çöp deprenir.
Hak kulundan intikamın,yine kul ile alır,
Bilmeyen ilm-i ledünnü anı kul etti sanır.
Ne kahrı desti-âdâdan(düşmanlar) ne lütfu âşinadan(dostlar)bil,
Umûrun(işlerini) hakka tefviz(havale) et,Cenab-ı Kibriyadan bil.
Şimdi yarım asır öncesine 27 mayıs 1960 darbesine bakalım: Demokratik yolla milletin ezici çoğunluğunun oylarıyla seçilmiş Menderes hükümeti, silahlı kuvvetlerce devriliyor, iktidar mensupları Yassı adada kurulan sözde Yüksek adalet divanında, ağır hakaretler altında yargılanıyor. Merhum Menderes ve iki bakan idam ediliyor. Genel Kurmay Başkanı Merhum Rüştü Erdelhun paşa idama mahkum ediliyor ve askerlerin hakaretlerine maruz kalıyordu.
Daha sonra,12 mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, uyarı, bildiri ve sair irtica teraneleriyle her 10 yılda bir milletin temsilcileri alaşağı ediliyor, değerleri çiğneniyordu.
Müslüman Türk milleti üzülüyor, bunalıyor, ama sabırla vakarını koruyor, sokağa dökülmüyor, işi Allaha havale ediyordu. En nihayet iktidara yürüyen, Sayın R.Tayyip Erdoğan, ders kitaplarında yer alan bir şiiri okuduğu için hapse atılıyordu. Hatta Başbakan iken partisi kapatılmaya ramak kalmıştı.
Asıl görevi vatan savunması olan TSK.nin bazı mensupları, hâlâ darbe planları yapıyor, kaos ve dehşet senaryoları hazırlıyorlardı.
İşte bütün bu olup biten haksızlık ve zulümler, naçiz kanaatime göre, gayretullaha dokundu. Burç döndü, İlâhî adalet tecelli etti. 9 yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz demokratik gelişme ve özgürlükler elde edildi. Tarafsız ve âdil yargı işbaşına geldi.
Adaletten söz etmişken, İslam adalet sisteminden ve Osmanlı adaletinden birer örnek sunmak istiyorum.
Übey-ibni Kab adındaki bir sahabi, Halife Hz.Ömer aleyhine bir dâva açar. Hakim Zeyd-ibni Sabit davetiye ile Hz. Ömeri duruşmaya çağırır. Mahkeme salonuna gelen Hz.Ömere hakim tarafından yakınında bir yer gösterilmesi üzerine, Ömer; Bu ne hal? der. Beni davacının yanında değil de kendi yakınında oturtman tarafgirliktir. Hakim Zeydin cevabı şudur: -Allaha ve âhiret gününe imanı tam olan bir hakimin taraf tutması imkansızdır. Benim hep uyguladığım usulümdür. Dâvalıyı en yakınıma alarak, ifade verirken, göz ucuyla mimiklerini, vücut dilini ve ruh halini de anlamaya çalışırım. Hz.Ömer teşekkür eder.Allaha hamd eder.
Osmanlı Devletinin altın yıllarında, Fatih Sultan Mehmet Han devrinde Konyalı bir tüccar, İtalyadan kumaş ithal etmek ister. Venedikten gemiye yüklenen kumaşlar İstanbula doğru yola çıkmış, fakat yolda gemi batmıştı. Parasını alamayan Venedikli tüccar, Konya kadısına başvurmuş: -Ben görevimi yaptım. Malları gemiye yükledim. Paramı isterim. Konyalı tüccar ise: -Sipariş ettiğim malları teslim almış değilim. Bedelini ödemem mümkün değildir. Derler
Konya kadısı Hârim efendinin hükmü şudur:
Venedikli tacir siparişi gemiye yüklemiştir. Geminin batması yüce Allahın takdiridir. Venedikli davacı malın bedelini alacaktır.
Beklemediği bu adalet karşısında hayran kalan İtalyan tüccar, Hıristiyanlıktan ayrılıp, Kelime-i Şehâdet getirerek Müslüman olur
HÜDÂYA EMANET OLUNUZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.