Belkıs İbrahimhakkıoğlu

Belkıs İbrahimhakkıoğlu

Sokak esnafı

Sokak esnafı

Televizyon denilen alametin çiçeği burnunda dönemleriydi, ekranlar henüz renklenmemişti. İlk defa siyah beyaz filmlerle kara kutuların başına kenetlendik. 1949 yapımı, The Fountainhead filmi aklımda kalanlar arasında, demek ki etkilenmişim. Hayatın Kaynağı olarak tercüme edilmişti. Bizi cezbeden konudan önce filmin başoyuncusu olmuştu. Gary Cooper hâlâ Amerikan sinemasının önemli ismiydi. Filmde idealist bir mimarı canlandırıyordu. Doğru bildiği ve inandığı yolda taviz vermeden dimdik yürüyen genç bir mimarın mücadelesi anlatılıyordu. Sanırım filmin etkileyen tarafı da buydu. Yaşımız icabı idealizm her şeyden önce geliyordu.

Kültür emperyalizminin araçları arasında sinema başta gelir her halde. Değişimin bunca ivme kazanmadığı yıllardı. Amerika, filmlerdeki başoyunculara yüklediği idealist karakterle masumiyetini, iyilikseverliğini, medeniliğini v.s. zihinlerimize yerleştirmeye çalışıyordu. Meselâ romantik safari filmleriyle Afrika’nın neden canına okuduğunun meşru bir izahını dikteye çabalıyordu. Kahraman, yiğit, fedakâr beyaz adam(!), vahşi yerlilere(!) medeniyet dersi verirdi. Tabii onları nasıl sömürdükleri ve uyguladıkları işkenceler hep beyaz perdenin gerisinde tutulurdu.

Yukarıda bahsettiğim film de (her ne kadar kapitalizmi eleştiriyor gibi görünse de) aslında kapitalizmin beslendiği ve felsefeyle süslenmiş bireyciliğin müdafaasından başka bir şey değildi. Filmin senaristi Ayn Rand, Yahudi bir ailenin çocuğu. İyi eğitim görmüş, felsefe tahsil etmiş. Roman ve hikâyeler yazmış. Ama özellikle roman yazarlığı filozofluğu kadar önde değil.

Ayn Rand, Ekim 1917 ihtilâlini görmüş bir Rus kadındı. Belki bu yüzden, özgürlük adına dogmatik derecede bireyselliği ve rasyonelliği savunuyordu. Geleneğe karşıydı. Ama binlerce gerçeği olan insanı bütün yönleriyle kavrayamadı, bu yüzden hayranı olduğu Dostoyevski’nin baktığı yeri göremedi. Ve bu yüzden fikirleri, karşı da olsa en çok kapitalizme yaradı.

Şimdi bunun sokak esnaflarıyla ne ilgisi var, diyeceksiniz. Neden bilmem, Konya’da toplatılmaya çalışılan simitçilerin durumundan oralara uzandım. Artık gelişme adına gelenekleşmiş her şeyi yok etmeye başladık. Geleneklerin hangi ihtiyaç ve inanç kaynağına dayandığını düşünmüyoruz bile.

Pek çoğumuzun sokak esnafının seslerinin sıcaklığını hâlâ ararız. Erzurum’da, soğuk kış gecelerinde, her heceye vurgu yaparak, “go-du-da be-şe, go-du-da be-şe” diye sokağımızda mısır patlağı satanı akrabamız kadar yakın bulurdum. Erzurum’daki en çok hatırladıklarım arasında, “kestane kebap, yemesi sevap” diye satılan sıcak kestaneler, sımışka dediğimiz ayçiçeği ve kalaycılar. Kalaycılar açık bir alana alet edevatı yaydıktan sonra kapı kapı dolaşırlardı. Hayatları ilgimi çekerdi. Hem çok duru, hem çok renkli bulurdum.

İstanbul’a yerleştiğimizde sesler çeşitlenmişti. Silivri yoğurdu tepsilerde satılırdı, süt, boza güğümlerde. Keten helvacılarla macuncular ürünlerini camekânlarda taşırlardı. Kalaycılar aynı Erzurum’daki sistemle çalışırlardı. Kapıya gide gele birçoğuyla tanış olmuştuk. En yakın bulduğum ise “sıcak simit” sesiydi. Simitlerin sıcaklığı sanki evin içine yayılırdı.

Bu seslerin çoğu şartların değişimiyle boşluklarını bırakarak bizi terk ettiler. İnsanoğlu kaybettiklerinin anlamını, yerine koyduğunun o boşluğu dolduramadığını fark edince kavrıyor. O zaman da geçmiş ola. Geriye dönüşsüz şekilde tahribat başlamış oluyor.

Konya Belediye Başkanından ricamızdır. Çok zaruri değilse lütfen simit tezgâhlarına dokunmayın. Kaldırmayı aklınıza koymuşsanız, lütfen atalarınızı örnek alarak simitçilerin sıkıntılarını bizzat kendi ağızlarından dinleyin. İnanın binalar imar etmek insanlık için, gönül yapmanın yerini tutmaz. Üstelik siz gönlün manevi merkezlerinden olan bir şehrin emirisiniz.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Belkıs İbrahimhakkıoğlu Arşivi