Muarızlarım
Kendilerince fikir sahibi olan bâzı muarızlarım şu sıralar yine bu fakirle uğraşıp duruyorlar. Müslüman kanaat önderlerinin fikirleriyle geliyorlar üstüme. İslâmı esas alan kıymetli dâva adamlarının sözlerinden birer ağır târiznâme yapıp gönderiyorlar.
Sağolsunlar, okuyorum ve bileyleniyorum. Fakat bu işte bir karışıklık var. Reddetmemin mümkünü olmayan kâmil insanların görüşlerinin muhatabı bu fakir midir? İşin karışık tarafı bu noktadadır.
Bir muarızım, sanki demokrasi taraftarıyım gibi, Peyami Safanın, Demokrasi ki birkaç büyük sanayi memleketinin geri kalan bütün dünya memleketlerinin sömürmesinden başka bir şey olamaz. Sanayi kapitalizminin hukuki bir ifadesidir ki istismarcı milletleri dünya tarihinde görülmemiş bir tarzda zengin etmiştir. Taşkın bir fertçiliğe dayanan bu hürriyetçi nizam, fertlerde kazanç hırsını o hâle getirdi ki, paradan başka Allahı tanımayan bencil ve menfaatçi bir bezirgan ahlâkı yarattı satırlarını üstüme çamur sıçratmak için göndermiş?
Bu fakir şedit bir demokrasi muhalifidir. Eş dost, ehl-i kalem ve kâriler bilirler ki, daha geçenlerde sömürgeci Batıının melek yüzlü şeytanı olan bu kaypak, hınzır ve bukalemun demokrasi hakkında demediğimi koymadım. İşte dediklerim: Demokrasi, İslâm milletlerinin en nihayetinde ahlâkını, evinin içini ve dışını, yani medeniyetini bozar. Demokrasi, laikçi rejimlerde yaşayan Müslüman toplumlar için hak ve hukuk elde edip merkezi gücü sağlayana kadar geçici bir siyasî strateji yoludur. O kadar.
Nasıl oluyor da, muarızım, Peyami Safanın zâhirde demokrasi karşıtı olan ve demokrasinin sömürgeci olduğunu tasvir eden cümlelerini gönderebiliyor? Fikirli muarız dediğin elini vicdanına koyar, söyleyip yazdıklarımızı enine boyuna okuduktan sonra hakkımızda ferman biçer. Ayrıca, sözlerini iktibas ettiği Peyami Safanın darbeli ve özürlü bir Türk milliyetçisi ve inkılâpçısı aydın olduğunu da muarızımın yeterince bilmediği ortada.
MUARIZIM, EVE DÖNMEMİN GEREKTİĞİNİ SÖYLÜYOR
Bu muarızımın algı ve psikolojisinde bir miktar romantik milliyetçilik olmalı ki, ellili, altmışlı yıllarda İslâmcıların temsil ettiği fikirleri söyleyen milliyetçilere vefa, merhamet ve insaf talep ediyor ve kapımız size her zaman açık olacak. Ağyar dursanız da, eve dönmek gerekir. Bekliyoruz efendim diyor.
Garabet taşıyan bu çağrıyı fakire yapmak abeslerin abesidir. Kâriler bıyık altında gülüyorlar herhalde? Kim kimi eve çağırıyor; Evde olan ve evin dışında kalan kim? Ev de olduğunu sanıp da evin aslî değerlerini Cumhuriyet inkılâplarıyla akraba yapan Türk milliyetçileri kimlerdir? Muarızımın bu noktada kafası karışık.
Bu târizlerinin arkasından hem duygulu, hem hakaretamiz bir mesaj atmış: Biz, sizi karşılıksız okuyup sevmiştik. Siz, bizim ibnülvaktimiz olarak her daim haykırmalıydınız. Siz, bizim hâmimiz, gönül ışığımız olmalıydınız. Vallahi şimdi ne yaptığınızı bilemiyoruz? Yaptığınız iş, Avro-Amerika siyasetinin kapı kulluğunu yapanların kabahatlerini örtmeye çalışmak...
Lâ havle velâ... Muarızım, başkalarının faturasını fakire kesiyor, âcizane yazılarımda her düşüncesinin anbean yer almasını talep ediyor. Eğer kafasındaki düşünceler nâçiz yazılarımda yer almamışsa şayet, kendi ifadesiyle İslâmcı geçinen hükümeti koruduğuma, kabahatlerini örttüğüme ve güçlerin yanında olduğuma... yoruyor. Muarızımın bir miktar komplocu düşünce ve şüphecilik psikozu içinde olduğu belli. Cümle âlem bilir ki bu fakir, meşrebi itibariyle hiçbir partiye ve hükümete meyletmemiş ve daima partilerüstü kalmıştır.
MUARIZIMA GÖRE: AMERİKAN ULEMASINDAN İCAZET ALIYORMUŞUM
Muarızımın dediklerine bakarsanız Amerikan ulemasından icazet alıyor, İslâmcılık adına Garbçı zorbalara müdara ve muvazaa yapıyormuşum.
Baldıran zehirinden daha çabuk öldürücü güce sahip Kaatil Amerika yazılarını bu ülkede kim yazmış acaba? Bu muarızım, fikri düzgün bir yazarın satırlarını muhatabı benmişim gibi ima yollu göndermiş:
Batı, Müslümanları kendi modellerinden feragat etmeye razı etti. İslâmcılık, bu feragatın teorik zemininde olduğu ölçüde yabancılarla birlikte görünmektedir. (...) İslâmcılık bu hâliyle birey felsefesidir. Müslüman gençler artık ev kuramıyorlar, kurulanlar dağılmayı yeğliyor. Ailenin yok oluşu otuz yıl sonra görülecektir. Müslümanlar kimsesizler yığını bir topluma dönüşecek ve İslâmlar bu süreci sorgulamıyorlar. Oysa toplum en küçük birimi hane görür. Bunun kanıtı şudur: Firavuna giderken, Musa (a.s)nın yanında ailesi vardı.
Muarızımın, sanki bu meseleleri dert edinmiyormuşum gibi bu satırları fakire göndermesinde bir tuhaflık yok mudur? Ardından, zamanımızın Hakka tapan millet önderleri içinde zikrettiğim mücahid dâva adamı Aliya İzzetbegoviçin, ülkesindeki nemelâzımcı Müslümanlar için söylediği Tevazudan çok şeref ve haysiyet, teslimiyetten çok cesaret istiyoruz... şeklindeki sözlerini üstüme göndermesi tuhafıma gitti. Aliyanın İslâmî devlet fikrinin Türkiyedeki ulusalcı milliyetçiler tarafından benimsenmediğini ve dikkate alınmadığını bu fakir yazmadı mı?
MUARIZIMLARIM İSLÂM ÖNDERLERİNİN FİKİRLERİYLE ÜSTÜME GELİYORLAR
Bir muarızım da, ülkeyi Batıya peşkeş çeken İslâmcı siyasetçiler ve hükümetler hakkında tek satır yazmadığımı ve İslâmcıların safında görünmeme rağmen duruşumun sıcak mücadeleden imtina eden Şeyh İdris Senusi ile Şeyh Ahmet Senusiye benzediğini söylemiş ve 1920li yılların Libya mücahidi Ömer Muhtarın Senusilere yazdığı mektubu âdeta kurşuna sararak yollamış. Hayret ki, hayret! Muarızım, kendi ifadesiyle fakirin İslâmî fikirciliğini az buluyor ve fazlasını istiyor:
Ömer Muhtarın Şeyh Ahmet Senusiye gönderdiği mektubu sizin gibi Amerikan ulemasının da belki yüreğinde bir his uyandırır umuduyla gönderiyorum: ...Biz vatanımızın acıklı ve ıstıraplı bir hayat yaşayan evlâtlarıyız. Vatan, istilâ kuvvetlerinin çizmeleri altında inliyorken, İdris es-Senusi çıkıp Mısıra gitti. Arkasından İtalyanlar, yapılan anlaşmaları iptal ettiler. İdris, bizi bırakıp Mısıra iltica etti. Biz ise, kendimizi dağınık bir vaziyette bulduk.
Sen de aynı şekilde bizi bırakıp Türkiyeye gitmeyi tercih ettin. Şunu bilin ki, vallahi, vallahi ve sümme vallahi sizi yakalarınızdan yakalayacağımız günler olacak. Süphanallah. Tatlı olduğu ve meyve verdiği günlerde vatanımıza sahip çıkıyordunuz da, acıklı günlerde nasıl da terk edip gidiyorsunuz?...
Evvel emirde belirteyim ki, bu fakirin aslâ haddi ve mertebesi olamaz amma, Senusilere benzemekten şeref duyarım. Yıllar var ki, etrafımdaki genç dimağlara kanaat önderlerini anlatırken, Ömer Muhtarı da çokça zikretmişimdir. İfade etmek edebe uygun değildir amma, muarızlarım hâle koymuyorlar. Birçok kimseler Ömer Muhtarın mücadelesini bilmek şurada dursun adını dahi bilmezken, bu fakir o şânlı şehidin dâva adamlığından vecd ile bahsederdi.
Muarızım daha da ileri giderek, İstiklâl Savaşının mücahid gâzilerinden Esad Hoca Efendinin Birinci Dünya Savaşında millet-i âliyi cihada davet ettiği konuşmalarından seçtiği cümleleri kalem alarak üstüme geliyor ve ardından o mübarek Hocanın, millet-i âliyi din-i İslâm üzere Millî Mücadeleye çağırdığı broşürlerinden satırlar alarak, istikâmetimin ne olması gerektiğini ima edercesine hatırlatıyor.
MUARIZLARIM DA İNSAFIN NÂMI KALMAMIŞ
Demek ki muarızlarımda insafın nâmı kalmamış. Bu fakir, Vatan-ı İslâm üzere millet-i beyzâyı topyekûn cihada davet eden şeyhler, müftüler, hocalar ve İslâm âlimlerinin Millî Mücadelenin esas kahramanları olduğunu, 1923den sonra millet-i hâkimeyi aldatan bâzı Kuvvacı paşaların ihanetlerini döne döne yazıp da başına ne işler aştığını cümle âlem bilir.
Bu muarızım bir târiznâme daha göndermiş. Bâzı İslâmcı kanaat önderlerinin niçin Amerikada ikâmet ettiği ve İslâmcı kimliği taşıyan bâzı hükümet erkânının Batıya, yani kâfire niçin karşı durmadığı hakkında yazı yazmadığımdan hareketle duruşumun ve safımın şaibe taşıyabileceğini ima ediyor ve İslâmcı önderlerin fikirlerini üstüme göndererek, güya fakiri dâvasından gevşemiş gibi gösteriyor.
19. Asrın sonlarında Müslümanları İngilizlere karşı şuurlu ve teşkilâtlı hâle getiren Somalinin Müslüman lideri Muhammed Abdullah Hocanın tebliğlerinden bölümlerle ve Allah İngilizlerden büyüktür... sözünü kinayeli bir şekilde yollamış.
Yolladığı mesajların muhatabının bu fakir olduğuna nasıl karar vermiş? Gerekçeli bir rapor gönderse iyi ederdi. İki dünyayı elime verseler dahi savunamayacağım liberal İslâmcılardan birine benzetiyor gâliba. Muarızlarımın, nâçizane yazılarımı tersinden okudukları apaçık? Aynı muarızım öylesine İslâmî Türk kesilmiş ki, bu fakiri dahi yavaş bulup, güya tavsiyelerde bulunuyor:
Bu dâva özüdür İslâmiyetin / Bu dâva güneşi mazlum milletin / Bu dâva her şeyden çetin / Bu yolda dert hüzün gurbet bizimdir. Rahmetli Arvasinin bu şiirini okuyunca vay iflah olmaz duygusal diye heyleneceksiniz, ancak duygu değil midir hayatı yeniden inşa ve ihya edebilecek kuvvet. Sizler gücün dayanılmaz ağırlığına karşı teslim olmuş olabilirsiniz, tamam da bizim de sizinle beraber esir olmayışımıza itirazınız neden?
Biz Türk milletinin, bu muazzam hayvanî gücün (Batının) karşısında durmasının bir din meselesi olduğuna inanıyoruz. Katledilen Müslümanların acısını tâ yüreğimizde hissediyor ve onların intikamını almak için durmak yok, yola devam diyoruz. Siz ne diyorsunuz? Biz inşaamerika dememek için inşallah diyoruz. Allahtan korunma istediğimiz zamanda maazaamerika demeden maazallah demeye devam edeceğiz. Biz Amerikanın hışmından korunmak için Allah dizlerimize derman verdiği sürece bütün mazlumlarla beraber olabilmek adına Türklük etrafında saf tutmaya ve Türk olmaya devam edeceğiz.
Bu muarızım fikirli, yürekli ve haysiyetli birine benziyor. Bir de neyi kime söyleyeceğini ve târizlerinin muhatabını bilse, yanıma alırdım. İtirazları oldum olası hoşuma gider ve kamçılanırım. Şu duygulu satırlarını hiç unutmam:
Sizler, yani öz hakiki münevverler yüreğimizi yangın yerine çevirdiniz. Gün geldi bahsettiğiniz mürai güç sahiplerinin nasırına basmamak için yüreklerinizden damıttığınız sözleri ayaklarımızın altından çekiverdiniz. Biz Türkleri cascavlak orta yerde bırakıverdiniz. Biz Türkler sizi karşılıksız sevdik. Kurduğunuz her cümlenin çehremizde acı bir çentik bırakması bundan
MUARIZLARIMA KENDİMİ BEĞENDİREMİYORUM
Bir muarızım daha var ki, laikliği, Kemalizmi ve Batıyı yerden yere çalmama rağmen İslâmcı geçinen hükümeti hiç eleştirmiyorsunuz diyerek, fakirden hâlâ şüphe ettiğini yazıyor. Bu muarızımın gözüne girmek için, Atatürkçülük hakkında gün görmemiş sözler söylüyorum, yine de kendimi beğendiremiyorum. Şu yazdıkları, fikirli bir muarıza yakışır mı? Kâriler karar versin:
Hep Kemalizm, laiklik vesaire konuları yazıyorsunuz. Ara sırada yediğiniz içtiğiniz şeylerden yazınız. Devamındaki ifadeleri lâ havle çektirecek kadar huylandırıcıdır: Hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz. Sürekli eleştiriyorsunuz. Eğer Atatürk bizi düşmanlardan kurtarmasaydı, siz bu yazıları yazabilir miydiniz?
Tabii ki, muarızlarımın derdini anlamaya başladım. Kaç yıllar önce, Türk milliyetçiliğinin İslâma doğru tekamül ettirilemediğini, posa hâlinde yerinde saydırıldığını, içindeki fikrî ve zâtî hır-hışın bir türlü temizlenemediğini söyleyerek, Allah lâyıkınızı versin deyip terk etmemden dolayı içlerinde erik kurusu var.
Hâsıl-i kelâm; her şeye rağmen muarızlarımdan memnunum. Hiç olmazsa bu fakirden kaptıkları fikir ve kelimelerle üstüme geliyorlar. Maazallah laiklik, Atatürkçülük, ulusalcılık, Garbçılık gibi tam düşmanım olan fikirlerle üstüme gelselerdi hâlim nice olurdu. Onun içindir ki muarızlarımın kıymetini biliyor ve seviyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.