Eşyalara bulaşan sevgi
İnsan yaşadığı evrende ihtiyaçları doğrultusunda, keşifler yapıyor, madenleri işliyor, eşyayı kendileştiriyor ve yaşamına zenginlik katıyor. Bütün bunları yaparken eşyayı sadece yaşam alanına katmakla kalmıyor onlarla gizil bir iletişim de kuruyor. Bu gizil iletişimi, insan ve kul olma çerçevesinde sürdürmediği sürece de eşyayla arasındaki dengeyi kuramadığında ise eşyayı kutsayabiliyor. Ama eşyaya eşya olarak baktığında, bu araçlara, yaşadığı olayların rengini ve döneme ait hatıralarını da bulaştırarak bir bağlantı kuruyor.
Kendimize ait olan eşyalara ya da mallarımıza ihtiyaçlarımızın dışında apayrı bir gözle bakarız öyle değil mi? Çünkü bunlar aracılığıyla bir yandan ihtiyaçlarımızı karşılarken öte yandan bu süreç içersinde yaşadığımız duygu ve hatıraları kullandığımız eşyalara da bulaştırır ve onlara apayrı bir anlam katarız.
Daha açık ifadeyle, eşya insanlararası iletişim ve etkileşimin aracı kültürel değerlerin ve yaşam tarzlarının taşıyıcısı psişik ve fiziksel yatırımlarımızın nesnesi yaşam dekorumuzun öğesidir ve kişi ve toplumların yaşam tarzı hakkında ip ucu verirler.
Eşya bir yerde insanın kendini ifade ettiği, ihtiyacını karşıladığı bir unsur olmanın yanında bir iletişim aracı, kendisiyle ve çevresiyle ilişkilerinde kullandığı bir köprüdür. Kişi gündelik hayatta kullandığı eşyalarla arasında bir bağ oluşturuyor ve bu bağı insani ilişkilerine taşıyor. Eşya hem bu yönden hem, kişinin kendini yansıtan nesnesi olması bakımından önem taşımaktadır.
Dolayısıyla eşyalardan yola çıkarak, insanın duygu düşünce, kültür gelenek ve yaşam tarzlarını anlamak mümkün olabilmektedir. Eşyanın nasıllığı, rengi, boyutu, tanımlanma biçimi ve insanların bunlar arasında yaptığı tercihler onların, yaşam tarzları, inançları ve genel mizaçlarıyla ilgili de bilgiler verebilir.
Küçüklüğümde, büyükannemin bir aşüre tenceresi vardı. Tencere bizim için, o muhteşem desenleri ve tarihi zenginliğinin dışında bambaşka bir anlam ifade ediyordu. Bu tencere her şeyden önce büyükannemin hatıralarını barındırıyordu. O bu tencereye kaç kere dokunmuş, kaç kere aşure pişirmiş, kaç kere yıkamış ve kaç kere rafa kaldırmıştı. Tencere Büyükannemin yaşadığı olayların ve o dönemin bir parçasıydı... Bu tencereye biçtiğimiz anlamsal derinliğin sebebi buydu.
Büyükannem öldükten sonra da, tencereyi evin bir köşesine koyup orada muhafaza etmeye başladık. Biliyorduk tencere babaanneme aitti hem onun hatıralarını hem de, onun yaşadığı döneme ait olayları yansıtıyordu...
Bu bir yere kadar normal bir davranış olarak görülür. Ancak, kişinin ölen yakınından kalan eşyaya biçtiği değer, sevdiği kişiden kalan bir hatıra olmanın ötesine geçmemelidir. Aksi takdirde, eşyalara bir tür kutsallık atfedilerek cahiliye döneminde olduğu gibi, batıl bir eylemi yaygınlaştırmış oluruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.