Kudüs bütün Peygamberlerin vatanıdır
Yazının başlığını okur okumaz muhalefet edecek dostlar için hemen söyleyeyim.
Efendimiz (s.a.v.) Mekkede dünyaya gelmiştir. İbrahim Peygamberimizin kabri Filistin El Halildedir ama orada doğmamıştır.
Sanırım mevzuya geçebilirim.
Kudüs, bütün Peygamberlerimizin vatanı derken, Kuran-ı Kerimde adı geçen ve İslam tarihinde isimleri zikredilen tüm Peygamberlerimizin yolu, bir şekilde Kudüse uğramış, bu kutsal beldeyi vatan edinmişlerdir.
Mesela Efendimiz (s.a.v.) Miraca doğum yerinden değil, Kudüsten intikal etmişlerdir. Böyle oluşunun elbet çok hikmetleri vardır.
Kudüs yine bütün Peygamberlerimizin şûra meclisidir.
Efendimiz (s.a.v.) Miraca çıkmadan önce burada görüşmesi gereken bütün Peygamberlerimizle konuşup, öyle huzura yükselmiş ve dönüşte de yine Peygamberlerimizle istişare ederek, insanlık tarihinin ilk meclisini oluşturmuştur.
....................
Kudüs, Halktan Hakka gidişin başlangıcı ve sonudur. Yine Peygamberlerimizin çoğu; Hakktan Halka burada gelmiş, Halktan Hakka buradan yürümüştür.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de Halktan Hakka buradan vasıl olmuş, Hakktan Halka getirdiği emanetlerle Kudüse dönmüştür.
Şimdi bu çerçeveden meseleye bakacak olursak, Efendimiz (s.a.v.)in Mekke ve Medineden sonra övdüğü Mescid-i Aksayı daha iyi anlamış oluruz.
Yer kürenin neresinde olursa olsun, yardıma muhtaç her Müslüman; Rızkın Allah tarafından verildiğine inanan ve iman eden Müslümanların omuzlarında bir yüktür.
Kudüs ve diğer şehirlerde yaşayan Filistinli Müslümanlar ise varlıklı varlıksız bütün dünya Müslümanlarının ilgisine, desteğine ve şefkatine, ziyaretine muhtaçtır.
Burada mevzuyu fazla uzatmadan sözü ehline bırakmalı. Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, meseleyi enine boyuna çok güzel özetlemişler. Söz Hocaefendinin.
.................
Müminler birbirlerini sevmekte, merhamet etmekte ve korumakta bir vücûda benzerler. Vücûdun bir uzvu hasta olduğunda, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar. (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)
Din kardeşinin derdiyle dertlenip ona bir çare aramak, Allahın rızasını kazandıran büyük bir ictimaî ibadettir.
Buna bîgâne kalmak ise bencilliktir. Bu bakımdan her mümin, din kardeşinin derdini sînesinde hissetmeye mecburdur.
Hak dostu Ebul-Hasan Harakânî Hazretleri, bu husustaki hissiyatını şöyle ifade buyurmuştur.
Türkistandan Şama kadar olan sahada bir din kardeşimin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır; onun ayağına çarpan taş, benim ayağıma çarpmıştır. Onun acısını ben duyarım. Bir kalpte hüzün varsa, o kalp benim kalbimdir.
İşte gerçek bir İslâm kardeşliğinde sahip olunması gereken gönül ufku...
Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, sırf kendini düşünüp din kardeşinin ıztırâbına duyarsız kalmanın İslam ahlâkıyla bağdaşmadığını bildirmişler ve: Komşusu açken tok yatan kimse mümin değildir. (Hâkim, II, 15)
Müminlerin dertleriyle dertlenmeyen, bizden değildir. (Bkz. Hâkim, IV, 352; Heysemî, I, 87) buyurmuşlardır.
Bu itibarla din kardeşinin acısına bîgâne kalmak, çok ağır bir cürümdür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.