Yüz Yıl Önceden İşaret Edilen İkazlar
“Yaz gardaşım, ‘Bismillah’ her şeyin başıdır. Biz dahi başta onunla başlarız.” Bediüzzaman Said Nursi.
Hafta sonu Kızılcahamam Asya Termal tesislerinde yüz yıl önce yapılan ikazların ele alındığı bir konferans vardı.
Kışın bütün güzelliğini yeryüzüne sergilediği bir ortamda geçen çalışma toplantısına, Türkiye’nin hemen her yerinden davetliler katılmıştı.
Konferansın özü şuydu:
Asrın imamı Bediüzzaman Said Nursi Hz.lerinin 1911 yılı Nisan ayında, Şam Emeviye Camii’nde yaklaşık 10 bin kişiye hitaben okuduğu hutbe çerçevesinde, yüz yıllık geçmişimiz ve geleceğimiz masaya yatırıldı.
“Hutbe-i Şamiye Ekseninde İslâm Birliği Ve Küresel Barış” konulu konferansın ev sahipliğini, merkezi Ankara’da bulunan Risale Akademi yaptı.
Risale Akademi Başkanı Prof. Dr. Gürbüz Aksoy’un açılış konuşmasını yaptığı çalışma toplantısının onur konuğu, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’di.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez; “Hutbe-i Şamiye” merkezli tarihi bir konuşma yaptı.
Şunu hemen söylemeliyim ki, Cumhuriyet tarihi boyunca diyanet teşkilatı ilk defa dört dörtlük bir başkan görmüştür.
.....................
Bediüzzaman Said Nursi’nin yüz yıl önce beyan ettiği barışı, yüz yıl sonra yeni yeni anlamaya başlamak büyük bir kayıp aslında.
“Din ile bilim bir arada olmaz” diye direnen sistem; ne yazık ki, “din ile bilimin et ve tırnak” gibi olduğunu kabullenemediği için; “tırnağı etten, eti tırnaktan ayrı tutarak” yeni bir sistem üretme ve yaşatma adına, memleketin ve milletin yüz yılını heba etti.
Kısaca yüz yıl önce Bediüzzaman Said Nursi’nin “Hutbe-i Şamiye’deki” ikazlarından bazılarına bakalım. Ve nasıl geri kalmışız görelim.
El Emel: Yani rahmeti ilahiyeye kuvvetli ümit beslememek. Doğrusu bu umudumuz yeni yeni yeşermeye başladı.
Yeis: En dehşetli bir hastalıktır ki, alemi İslâm’ın kalbine girmiş. İşte o yeistir ki bizi öldürmüştür. Ne yazık ki Müslümanlar olarak yüz yıldır bu hastalıktan kurtulamadık.
Sıdk ve Doğruluk: İslâmiyetin hayati iştimaiyesinde olmazsa olmaz bir noktadır ki, yine maalesef bu noktaya da pek itibaret etmedik.
Muhabbeti unuttuk, husumeti ise hiç unutmadık. Oysa Muhabbete en layık şey muhabbettir, husumete en layık şey ise husumettir.
Yani hayatı saadete sevk eden “muhabbet ve sevmek sıfatı,” en ziyade sevilmeye ve muhabbete layıktır.
Hayatı zirüzeber (yok eden) “husumet” ise nefret dolu muzır bir sıfattır.
Bir başka ve en önemli hasletlerimizden birisi de “meşveret” eksikliğidir.
Biz Müslümanların hayati iştimaiyeyi İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı meşverettir. “Aralarındaki işleri meşveret iledir” ayeti bu hakikati emretmesine rağmen, huzursuzluklarımızın, şikâyetlerimizin, ayrılıklarımızın sebebi meşveret eksikliği değil midir.
İşte yüz yıldır teşhis edilen bu hastalıklarımızı tedavi edemedik. Oysa tedavi 14 asırdır hep ikaz edilmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.