Karanlık eylemler... Başınıza Akit kadar taş düşsün!
Hani; “Başına saksı düşse benden bileceksin” diye bir söz vardır ya, bizim durumumuz da aynı... Adamın başına “saksı” düşse, Akit’ten bilecek!.. Bir başkasının ayağı taşa takılsa, tökezlese veya yere kapaklansa, diyecek ki, Akit yaptı!..
İşte bu yüzden, bugünkü manşetimizde, bu isyanımızı dile getirdik;
“Başınıza,
Akit kadar taş düşsün!”
Bunu dedik;
Çünkü Ankara büromuz muhabirlerinden Erol Metin’in gönderdiği bir haber, yaşadığımız diğer olayları da hatırlattı ve “Yeter” dedik; “Artık yeter!.. Çekin kirli ellerinizi Akit’in üzerinden!”
Öyle ya;
Ne zaman “faili meçhul bir cinayet” işleseler, ne zaman bir “tetikçi” bulup “karanlık bir eylem” gerçekleştirseler, onu “Akit’in veya Vakit’in üzerine yıkmak” için ellerinden gelen çabayı gösterdiler.
“Akit’i susturmak” ve hatta “linç” edebilmek için öyle “iftira”lar attılar, öyle “itibarsızlaştırma kampanyaları” yürüttüler ki, “demokratik yollar”dan başedemeyeceklerini anlayınca, “illegal yöntemler”e bile başvurdular.
TEZİÇ OLAYI TEZGÂH!
Erol Metin’in haberinden öğrendik ki, “Teziç olayı”na da “Akit’i bulaştırmak” istemişler... Önce Erol Metin’in haberine bir bakalım...
“2007’de, cumhurbaşkanlığı seçimlerine 2 gün kala eski YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’e yapılan saldırı girişimi yeniden gündemde. 27 Nisan Bildirisi’yle ilgili soruşturma başlatan Ankara Özel Yetkili Savcılığı’nın, bu bildiriye zemin hazırlayan önemli etkenlerden biri olan ve Teziç’i hedef aldığı öne sürülen silahlı saldırıyı da araştıracağı öğrenildi. Ayrıca Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada ifadesi alınan Teziç, saldırganlardan şikayetçi olmadığını söyledi...
Bu eyleme de; Danıştay saldırısında olduğu gibi “dini motif” katılarak, hükümetin zor durumda bırakılmaya çalışıldığı ortaya çıktı. Dönemin YÖK Başkanı Teziç’e suikast girişiminde bulunduğu ileri sürülen ve tutuksuz olarak yargılanması süren Nurullah İlgün, Akit’e çok çarpıcı açıklamalarda bulundu.
İlgün, eylemi protesto amacıyla gerçekleştirdiğini, Teziç’i öldürme kastının bulunmadığını savunarak, “Oraya Teziç’i vurma niyetiyle gitmedim. O şekilde adam vurulmaz. Sadece siyasetin içine çok giren Teziç’e tepkimi dile getirecektim” dedi.
Hükümet aleyhine kullanılan eylemi gerçekleştirerek yanlış yaptığını dile getiren İlgün, eski YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’in kendisinden şikayetçi olmamasını da “Büyüklük yapmıştır” şeklinde değerlendirdi.
Nurullah İlgün, olay sonrası yaşadıklarını ise şöyle anlatıyor:
YÖK binası önünde havaya ateş ettikten birkaç saat sonra yakalandım... Daha adımı-soyadımı sormadan, sordukları soru şu oldu:
“İmam Hatip, mezunu musun?..
Vakit okuyor musun?
Hangi cemaate mensupsun?
Namaz kılıyor musun?”
Anladım ki, yaptığım eyleme “dinî bir görüntü vermek” istiyorlar... Oysa ben, normal yaşantımda “vakit namazlarını bile kılmayan” bir adamım!..
Gözaltına alındıktan sonra, tuvalete giderken, bana refakat eden polis dedi ki;
“Ben de Aleviyim. Doğruyu söyle. Bu şerefsizler seni kullanmış. AK Parti seni kullanmış. Bu dincilerin seni nasıl kullandığını bir bir anlat.”
“Yalan ifade” konusunda babasına da baskı yapıldığını söyleyen İlgün, şöyle devam etmiş sözlerine: “Babam Ankara’ya geldiğinde ona ‘Oğlunu kurtarırız. İfadesini sağlam versin. AK Parti’liyim, onlara sempati duyuyorum falan desin’ demişler.”
O dönemde köylüsü İHH Başkanı Bülent Yıldırım’ın da olayla ilişkilendirilmeye çalışıldığına dikkat çeken İlgün, şunları söylemiş: “O zaman İHH’yı da gündeme getirdiler. Hatta bunun için kalkıp bizim köye kadar gitmişler. Sol bir partiden milletvekili olan bir avukat babama gidip ‘Nurullah, Bülent Yıldırım’ın ismini versin. O bizi azmettirdi desin. Oğlunu hapisten çıkartacağız. Para bile vereceğiz’ demiş.”
Görüyorsunuz ya;
Eyleme, “dinî bir görüntü” vermek için, ellerinden geleni yapmışlar!..
Oysa, ortada “suikast-muikast” yok!..
Olay, “tertip”ten başka bir şey değil... Nurullah İlgün’ün, bir “protesto” amacıyla gerçekleştirdiği eylemin nelere mâlolduğunu ve “nasıl kullanıldığını” biliyorsunuz.
367 İÇİN KULLANDILAR!
Malûm, 27 Nisan günü “Cumhurbaşkanlığı seçimi” yapılacaktı... Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu da Meclis’e gelecekler, oylamaya katılacaklardı.
25 Nisan günü, tam “karar”larını kamuoyuna açıklayacaklardı ki; “Teziç’e suikast”(!) haberi, telefonla bildirildi kendilerine... Ondan sonra, film koptu!..
Mehmet Ağar da gelmedi Meclis’e, Erkan Mumcu da!.. Ve böylece “367 krizi” patladı... Yani, Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ama daha sonra iptal edildi!..
Ki, o akşam da; Org. Yaşar Büyükanıt tarafından “TSK’nın internet sitesi”nde, meşhur “27 Nisan e-muhtırası” yayınlandı!.. Muhtırada, “Teziç’e suikast”(!) olayı da “Laiklik karşıtı eylem” olarak yer aldı!..
Sadece bunlar bile, Teziç olayının bir “tezgâh” olduğunu göstermeye yeterlidir!.. Demek oluyor ki; “367 ucubesi”nin mimarları; ya böyle bir olay tezgâhladılar, ya da bu olayı “amaç”ları için “kullandılar!”
Teziç’e suikast girişimi, Vakit’in o günlerde yazdığı gibi; tamamen bir “oyun”, tamamen bir “komedi” ve tamamen bir “senaryo” ve “tezgah”tı!..
Evet, “tezgâh”tı, çünkü “bir gün sonrası”nı Osman Özsoy adlı bir vatandaş, şöyle anlatıyordu:
“İlginçtir, YÖK’e silahlı saldırı yapıldığı haberi ertesi günü gazetelere düştüğünde, ben Ankara’dan İstanbul’a dönüyordum. Otobüste koridor kenarındaki koltukta gazetemi açmış okurken, aynı hizadaki koridora bakan koltukta oturan bir genç, gazetedeki bir haber ilgisini çekmişcesine, “Şu gazeteye bir bakabilir miyim abi” diyerek gazeteyi hızlıca elimden aldı ve şaşkınlıkla, “yok ya böyle bir şey...” dedi. “Ne yok, anlamadım” dedim. Meğer, kendisi YÖK’te güvenlikte çalışıyormuş.
Bunlara; “gidin, 15-20 gün kafa dinlendirin” diye apar topar izin vermişler.
Demek oluyor ki;
Nurullah İlgün’ü o gün içeri alanlar, “güvenlik görevlileri”ne de “izin” verip, Ankara’dan uzaklaştırmışlar ki; konuşmasınlar ve “tezgâh ortaya çıkmasın!”
Ama, çıktı işte!..
Olayın bir numaralı sanığı Nurullah İlgün 5 yıl sonra konuştu ve tezgâhı “deşifre” etti!..
Peki, ya; Nurullah İlgün bir “İHL’li” olsaydı, hele de “Vakit” okusaydı, acaba neler olurdu?..
Olacağı şuydu: Yine “kampanya”lar açarlar ve “Vakit hedef gösterdi” diyerek, bizi “linç” etmeye çalışırlardı.
Daha önce yaptıkları gibi!..
ŞEMDİN SAKIK’IN İFADESİ
Hatırlarsınız; 26 Nisan 1998 tarihli Hürriyet ve Sabah gazetelerinde, “Sakık’tan şok iddialar” başlığı ile “manşet”ten haberler verilmişti...
Haberlerin özü ve özeti şuydu:
“PKK’nın Apo’dan sonraki ikinci adamı Şemdin Sakık, deprem yaratan ifadesinde, örgüte destek veren, zaman zaman işbirliği yapan isimleri tek tek açıkladı.
Sakık; irtica yanlısı iki gazetenin Apo’ya, PKK aleyhine yazmama sözü verdiklerini söyledi. Sakık, Apo’nun Ermenistan ile ittifak ve Türkiye toprakları üzerine pazarlık yaptığını bildirdi. Milli Gazete ve Akit gazetesiyle PKK arasında gizli bir anlaşma olduğunu söyleyen Sakık, Apo’nun kendisine ‘Bunlarla bir nevi ortak düşmana karşı anlaşma yaptık’ dediğini belirtti.”
Malûm, biz bu haberlere, ertesi günkü Akit’te şöyle cevap vermiştik;
“Şerefsizler!”
Ancak, daha sonra, Şemdin Sakık; “Ben böyle bir ifade vermedim” demiş ve söz konusu ifadelerin düzmece olduğu ortaya çıkmıştı!..
Ordunun üst kademesindeki değişikliğin ardından Şemdin Sakık’a ait olduğu iddia edilen ifadelerin sahte olduğu, Çevik Bir ve Erol Özkasnak’ın talimatıyla basına verildiği ortaya çıkmıştı.
Ki, bu gerçeği; o dönemde Sabah gazetesi yönetiminde bulunan Can Ataklı, Öküz dergisine verdiği röportajda, şöyle açıklıyordu:
“O generalin emriyle, bir insanı siyaseten yok etme, yani linç kampanyası açıldı. Tüccar generaller var, geliyorlar. ‘Şöyle bir şey yazın da bu kadının kafasını koparalım’ diyorlardı... (...)
Ki, daha sonra aynı itirafı, Sabah’ın sahibi Dinç Bilgin de yaptı ve “Maalesef o haberi yapmak zorunda kaldık” dedi.
İyi hoş da;
O ifadeye Akit ve Milli Gazete’nin adı niye eklendi?.. Öyle ya, bu gazeteler “bir numaralı PKK ve Apo düşmanıdır”lar!..
Gözleri o kadar dönmüş ki, bunu bile görmemişler ve Akit’i “linç” etmek istemişler ki; bu kadarına pes!..
Hele söyleyin; “Başınıza Akit kadar taş düşsün” demekte haksız mıyız?..
KIŞLALI CİNAYETİ
Tabiî, bütün bu haberler ne “ilk”ti, ne de “son” olacaktı.
Akit veya Vakit’le ilgili “linç” kampanyasını, 1999’daki “Ahmet Taner Kışlalı cinayeti”nde de sürdürmüşlerdi.
“Arşiv” sayfamızda yayınladığımız bir “çarpı” işaretinden yola çıkıp, “Kışlalı’yı Akit hedef gösterdi” demişlerdi...
O günlerde demiştik ki;
Bir insanın üzerine “çarpı” işareti atmak, “onu öldürün” demekse; bu ülkede Adnan Menderes’in, “başörtülü kadınlar”ın, Tansu ve Özer Çiller ile Hasan Mezarcı’nın da üzerine “çarpı” işareti atıldı!.. Siz; o çarpı işaretiyle, “onları öldürün” mü demek istediniz?..
Bir insanın “fikirlerini onaylamamak” başka şeydir, “hedef göstermek” başka!.
Unutmayın ki;
Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Uğur Mumcu öldürüldüğünde, Vakit veya Akit diye bir gazete yoktu!..
Ne yani, onları da mı biz hedef gösterdik?.. Onları da mı biz öldürttük?
Ama, amaçları “üzüm yemek” değildi... Amaçları, “bağcıyı dövmek”ti!..
Kendilerinin de içinde bulundukları “derin devlet”in cinayetlerini “birilerinin üzerine yıkmak” istediler ki; “irticaî tehlike”yi tepe tepe kullansınlar!..
Hâlâ da kullanıyorlar!..
NE BADİRELER ATLATTIK!
Bunu, “Danıştay cinayeti”nde de kullandılar, “28 Şubat Süreci”nde de!..
“Hedef manşetten, kurşun avukattan” dediler ama, yine de Alparslan Arslan’ın “Ergenekon bağlantısı”nı örtbas edemediler.
Bu gazete, ne “badire”ler atlattı, ne “illegal eylem”lere maruz kaldı...
Gazetemizin merkez binasına sıkılan “Kaleşnikof kurşunu” da, maruz kaldığımız “gözaltı”lar da, “400 polis, 2 panzer ve keskin nişancılar”la “baskın”a uğramamız da, bizi “susturmak” içindi!..
Baktılar ki, susmadık; Cumhuriyet Çalışma Grubu adlı illegal bir grup kurup, hakkımızda “illegal saldırı plânları” hazırladılar!.. Yetmedi, “312 general” tarafından hakkımızda “linç” dâvâsı açıldı. Ama, yılmadık!..
Bugün, biz yolumuza devam ediyoruz ama, o “iftira”ları atanların, o “baskın”ları yapanların, o “plân”ları hazırlayanların çoğu Silivri’de tutuklu!..
Onun için diyoruz ki;
Artık “deşifre” oldunuz!..
Akit veya Vakit’i bulaştırmak istediğiniz “karanlık eylem”lerin hepsi, tek tek aydınlatıldı!..
Düşün yakamızdan!..
Çünkü biz, hiçbir “karanlık eylem”de yokuz... Biz, bir “gazete”yiz ve bu “memleket” ve bu “millet” için varız... Siz de, artık “irtica” aramaktan vazgeçin ve “millete teslim olun!”
Şunu da unutmayın;
“Akit, bu milletin sesidir!”
Haa, şunu da söyleyelim:
“Başınıza Akit kadar taş düşsün” dedik ya; mazallah başınıza “taş” filan düşerse, yine “Akit hedef göstermişti” demeyin sakın!..
“Taş” değil de,
Belki “çığ” düşebilir!..
Allah’ın işi... Düşer mi, düşer!..
Mehmet Sılay’a teşekkür
Kim, ne derse desin, bence Mehmet Sılay’a haksızlık, onun çabalarına ve emeklerine vefasızlık yapıldı.
Malûm, birkaç gündür; şehadetinin 86. yıldönümünde, merhum “İskilipli Atıf Hoca’yı anma törenleri” yapılıyor... Ben mi görmedim, yoksa dikkatimden mi kaçtı bilmiyorum ama, İstanbul, Ankara ve Kocaeli’deki törenlerde, Hatay eski milletvekili Mehmet Sılay’ı göremedim... Bir tek Çorum’daki konferansa davet edilmişti.
Ama, haberleri dikkatle takip etmeme rağmen; törenlerde yapılan konuşmalarda “Mehmet Sılay’a teşekkür” edildiğini de hiç duymadım...
Oysa, Mehmet Sılay; İstiklâl Mahkemeleri tarafından düzmece suçlamalarla “idam” edilen ve naaşı da, Ankara’da Şafaktepe Parkı’na gömülen İskilipli merhumun mezarını bulmak için, “tam 10 yıl uğraşan” adamdır!..
Mehmet Sılay’ın çabalarını çok iyi biliyorum... Çorum, Ankara, Konya ve İstanbul’dan “14-15 kişilik bir ekip”le çalıştı ve 2007 yılında ulaştı mezara... Mezarı gizlice kazdı ve bulduğu kemikleri de, DNA testi için, 6 ay boyunca “arabasında” taşıdı.
Sonra da, ayaklar altında çiğnenen kemiklerin İskilipli Atıf Hoca’ya ait olduğunu tesbit edince, İskilip’e götürdüler ve cenaze namazını kılarak defnettiler.
Mezarı bulmak için bu kadar uğraş veren bir adama, hiç olmazsa bir “teşekkür” edilmeli değil miydi?
Herkes unutsa da, ben Mehmet Sılay’a, huzurlarınızda bir defa daha teşekkür ediyorum.