Ciddiyet ilân etmek!
Son günlerde yakın tarihe ilgide bir yükseliş olduğu açıkça görülüyor. Resmî tarih topu atalı çok oldu, fakat gerçek yakın tarih yolunda da fazla mesafe alınamadı. Çünkü henüz, ortada bütün bir eser yok.
Kanuna göre, İnkılâp Tarihi merkezlerini, bütün üniversiteler kurmak zorunda. Bu demektir ki, Türkiye’nin üniversitelerinde binlerce eleman, bu merkezlerin görevlisi. Buna rağmen, inkılâp tarihinin alanına giren dönemle ilgili bu merkezlerin ortaya koyduğu elle tutulur bir şey yok!
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi “Millî Mücadele Tarihi” yayınlamaya başladı. Bu kitabın 2005’te yayınlanan 1. cildi elimizin altında. (Aradan 7 yıl geçmiş ama, ortada ikinci cilt yok!) Bu sahada adı bilinen beş profesör ve bir emekli albayın hazırladığı bu cilt konuya gerçek anlamda ne bir yenilik ne de ciddiyet getirebiliyor.
Hele kitabın “Önsöz”ündeki şu unvana bakın: “Millî Mücadele Bilim ve Uygulama Kolu Başkanı”!
Bu nasıl türkçe? Millî Mücadele’nin “bilimi” ve “uygulaması”! Her hâlde Millî Mücadele tarihini araştırma ve elde edilen verileri yayınlama, topluma sunma kast ediliyor olmalı!
Millî Mücadele’nin “bilim ve uygulama”cıları, temel kaynakları olan Nutuk’un orijinal 1927 baskısından yararlanamıyorlar! “Hiç olmazsa Latin harfli 1934 ve 1938 baskılarından faydalansınlar”, diyoruz. O da yok! Zeynep Korkmaz’ın hazırladığı Bugünün Diliyle Nutuk’u kaynak olarak gösteriyorlar! Daha fenası, öztürkçeleştirilmiş “Söylev”i kullananlar bile var!
Burada Sakallı Celal’in meşhur sözü hatıra gelmez mi? “Tanzimat ilân ettik olmadı, Meşrutiyet ilân ettik olmadı, Hürriyet ilân ettik olmadı, Cumhuriyet ilân ettik yine olmadı; artık ciddiyet ilân etmemiz lâzım.”
İnkılap tarihçilerini ciddiyete davet etmek yetmez, bütün tarafların ciddiyet ilânı şart!
Geçenlerde, “Avni Paşa”nın hatıraları yayınlandı. Kimdir bu zat? Büyük Nutuk’da adı geçmeyen bir şahsiyet.
Fakat Nutuk’un başında ifade edilen “1919 senesi mayısının 19. günü Samsun’a çıktım” cümlesinin arkaplanında yer alan isimlerden biri Ahmet Avni Paşa! Çünkü, o sıralar kendisi Bahriye Nazırı, kayınpederi de Harbiye Nazırı. M. Kemal Paşa ile ilişki kuran, evine giden, makamında evden sefertası ile getirilmiş yemeğini paylaşan ve meşhur Bandırma Vapuru’nu sefere hazırlayan o!
“Vahdetdin’in Sırdaşı Avni Paşa anlatıyor: Millî Mücadele ve Sürgün Yılları” bu zatın hatıralarını da ihtiva eden kitap. “İhtiva eden” diyoruz, çünkü başta 140 sayfalık “Avni Paşa ve ailesi, kimdi” ve “Nasıl seçilmişti bu vatan haini 150 kişi” bölümleri kitabın üçte birini teşkil ediyor. Elbette, bu giriş metinlerine ihtiyaç var. Ama bu ihtiyaca cevap verilecekken, uzun iktibaslarla kitap şişirilmiş tesiri uyanıyor. Hele de, Avni Paşa ile ilgili, en kapsamlı araştırmayı yapan İsmail Hacıfettahoğlu’nun yazısından hiç söz edilmiyor!
Asıl metnin Avni Paşa’nın hatıraları olduğundan da emin olamıyoruz. Çünkü metne çok müdahale edilmiş. En başta diline müdahale edilmiş.
“Avni Paşa’nın hatıratı üzerine” başlıklı “önsöz”ü okurken öyle şeylerle karşılaşıyorsunuz ki, bu kitabın hazırlayıcısı dışında bir naşiri, yani editörü olduğundan şüpheye düşüyorsunuz:
“Bir genel hususa değinmek isterim: Elbette hiçbir insanın tam anlamıyla kusursuz olması mümkün değildir. Kusursuz olan sadece Allah’tır ve kusursuzluk Allah’a mahsus bir üstünlüktür” cümlesi 15. sayfada yer alıyor. 17’de tekrarlanıyor!
Ya şu cümlede ne demek isteniyor? “İnkılaplarda tüm gösterilen itinalara rağmen, bilerek veya istenmeden yapılmış kusurlara, kişisel kayırmalara ve infazlara maruz örneklere rastlanır.”
Bu türkçe, bir orta mektep türkçe öğretmeninden geçmez!
Avni Paşa’nın torunun adı, “Semi Bakî, Sami Bakî, Semih Bakî” iki sayfa içinde üç çeşit yazılıyor, hangisi doğru acaba! Bu arada kitabı hazırlayan Osman Öndeş de, “ben çok sabırlı, dikkatli, en ufak ayrıntıları merakla irdeleyen, inceleyen bir kişiliğe sahibim” diyor!
Kitabın bu “çok dikkatli” hazırlayanı, son halife Abdülmecid’in cenazesinin “Harem-i Şerif”e defnedildiğini yazıyor!
Harem-i Şerif denilince, Mekke, Mekke’de Kâbe ve çevresi anlaşılır. Hadi diyelim ki, “Harem-i Nebevî” yerine böyle denildi. Harem-i Nebevî ise, Medine’de Peygamber Mescidi’dir. Abdülmecid, Medine’de Cennetülbâkî mezarlığına defnedilmiştir!
Kitabın hazırlayıcısı, Önsöz’de “editör”e teşekkürler ettiğine göre, bu editörsüz bir kitap değil! Kitabın 2. sayfasına bakınca da, genel yayın yönetmeni dışında bir proje editörü bir de “editör”ün isminin yer aldığını görüyoruz!
Ciddiyet ilân etmenin tam zamanı!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.