Tekniği putlaştırıyor muyuz?
Son kırk yılın statü ifade eden fotoğraflarına bakalım. 1970’lerde büro malzemelerinde metal kullanılması yaygındı, metal kısımları görünen büyük bir masa, masanın üstünde telefon, arkada fon ve mutlaka bir yerlerde televizyon...
80’den sonra yavaş yavaş formika, derken ahşap kaplamaya geçilmeye başlandı. Yani büro aksesuarları kabuk değiştirdi. Televizyon da etkili mevkiini kaybetti. Yerini sabit bilgisayarlar aldı.
Her mevki sahibi zatın masasında telefondan başka bir bilgisayar mutlaka yer alıyordu.
Son on yılda, yine statü resimlerinde bilgisayar var, fakat masaüstünden dizüstüne geçildi! Tabii sabit telefonun yanında, muhtelif cep telefonları ve bir takım “-fon”lar, “-pod”lar...
Tekniğe, teknolojiye meclubiyetimiz tartışılmaz! Teknoloji üretiminde, teknolojik icatlarda çok fazla katkımız yok. Son üç yüz yıldır, teknoloji ithal ediyoruz; teknolojiyle birlikte neler aldığımızı bilmiyoruz, belki de bilmek istemiyoruz. Türkiye hâlâ teknoloji üreten bir ülke olmadığı için yeni teknolojilere ilgimizde bir eksilme olmuyor.
Temel meselelerin çözümünü sistemi değiştirmede değil, teknolojiyi yenilemede buluyoruz.
Türkiye’nin temel meselesi “maarif”... Fakat işin kötüsü bu güngörmüş, zengin çağrışımlı kelimeyi terk ettik. Onun yerine “eğitim” diyoruz!
“Maarif”le birlikte kullandığımız kelimeler, talim ve terbiye şimdi Bakanlığın bir biriminin adında geçiyor.
“Eğitim” maarif mi, talim mi, terbiye mi?
Anlam önemli değil, maksat yenilik olsun! Biz deriz olur biter!
Milli eğitim kendine has kelimelerini kaybetti, kelimelerle birlikte anlam dünyası sığlaştı. Bu sığlıktan çıkış için ne yapılması gerektiğini düşünmektense, eğitimi teknolojiyle parlatmak görüşü hakim oldu.
Milli eğitim akıllı tahta ve tablet devrine giriyor. İlk uygulamalar başladı. Kısa zamanda yaygınlaştırılması planlanıyor.
“Akıllı tahta” ve “tablet”le tanışan bir okul müdürü, zaten az sayıda kitap bulunan okul kütüphanesinin gereksizliğini yüksek sesle beyan etmiş. Kitaplardan kurtulunca, kütüphanenin yeri kimbilir ne kadar fayda işler için kullanılır!
Eğitimde temel unsurlar nelerdir?
Öğretmen ve öğrenci. Bu kelimeler de en az “eğitim” kadar ruhsuz! Muallim ve talebenin yanında anlam fukarası bu “sözcük”ler.
Dünya muazzam bir teknolojik dönüşüm yaşıyor. Bu dönüşümün her merhalesinde, bire bir temasın yerine yeni teknolojileri koymak düşünülüyor.
En seçme öğretmenleri bir stüdyoda masanın başına oturtursun, televizyondan öğrenciler bu kaliteli öğreticilerin dersini takip eder. Bundan âlâsı can sağlığı!
Televizyonun bir öğretim aracı olarak kullanılması elbette mümkündür. Fakat, televizyonu –en kaliteli, bilgili öğreticileri yansıtmak için kullansan bile- gerçek öğretmenin yerine koyamazsın.
Bilgisayar, internet şimdi aynı maksatla kullanılabilir mi? Hem de interaktif, yani etkileşimli bir cihaz sözkonusu. Televizyonun tek yönlülüğü böylece aşılabilir...
Gerçekten aşılabilir mi?
Şimdi Türkiye’de uygulanmaya çalışılan sistem bunun da ötesinde... Hoca akıllı tahtayı kullanarak ders verecek, talebe de tabletle ders takip edecek ve çalışacak...
Eğitim sistemimiz teknolojide çağ atlayacak.
Teknolojide çağ atlamak bizim eğitimde çağ atlamamızı sağlayacak mı? Bu tecrübenin sonucunu beklemeden söyleyelim: Eğitimin derdi, sıkıntısı teknoloji değil.
Ne yapmak istediğimiz önemli, neyle yapacağımız değil.
Gerçekten eğitimde bir atılım yapmak istiyor muyuz?
Bunu istiyorsak, teknoloji bu isteğimize hizmet edebilir. Ama o istediğimizi iyi bilmek, iyi konumlandırmak önemli. Yani önce muhteva! İşin ruhu bu.
Sonra öğretici meselesi. İster en yeni teknolojileri kullansın, isterse hiç teknolojiye başvurmasın gerçek mürebbi ve muallimlere ihtiyaç var. Hatta teknolojiye başvuracağına, böylece talebeleriyle arasına bir takım cihazlar sokacağına, olduğu gibi işini yapan daha makbul!
Onun akıllı tahtası var, fakat ruhu yok!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.