‘Mâbet ve Millet’
“Mâbet ve Millet”, merhum Ahmet Kabaklı Hocanın kitabına isim olmuş yazısının başlığıdır. Hoca, 8 Şubat, 2001 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Dindar nesil tartışmaları bana Hocanın yazılarını hatırlattı. Bu vesileyle 11. ölüm yıldönümünde onu hayırlarla yad edelim istedim.
Kabaklı Hoca, o yazısında Kâbe’nin ilk Hazreti Adem tarafından inşa edilmesine gönderme yaparak, “İnsanlık bir mâbet sembolü etrafında var olmuştur. Dinler, siteler ve nihayet milletler, yine bir mâbet çevresinde maddî manevî hayatlarını sürdürmüşlerdir” diyordu. Yazının başka bir yerinde din ve millet ilişkisini, milletin devamlılığı şartlarından kabul ettiğini belirten şu cümlelere yer veriyordu, “Bir milleti meydana getiren maddî ve manevî temeller vardır. Tarihte hangi millet bu iki kuvvetin dengesini bulabilmişse kemâle ermiştir”. Fakat bu dengede yine de manevî olana ağırlık veriyordu. Örnek olarak da yakın tarihimizden Kurtuluş Savaşı’nı gösteriyordu ve ekliyordu, “Mâneviyata dayanmayan maddî güçler de vardır. Kuvvetten başka hak tanımayan, nice devletler, bünyede kamburlaşan urlar gibi, çağımızın bir hastalığı olmaya başladılar”.
Kültürel zeminimiz ayağımızın altından kaydığından beri, milletimiz kamburlaşan urların sıkıntısıyla uğraşıyor. Din ve dindarlık yeni bir konu değil, CHP’nin tersinden okuyarak siyasete soktuğu bir meseledir. Her kes sussa dağlar taşlar konuşur. Kitabelerin nasıl kazındığını, el yazması eserlerin nasıl denize döküldüğünü, bir kısmının rant konusu olarak nasıl yurtdışına kaçırıldığını, vakıf eserlerin nasıl hoyratça tahrif edildiğini, binlerce yıllık geçmişi yok etme adına nice gafletin, hıyanetin, dalâletin iç içe geçtiğini kendileri de (dışa vurmasalar da) artık biliyorlar. Çok değil otuz yıl kadar evvel duvarlardan Türk büyüklerinin resimlerini indiren bu zihniyet değil miydi? Ben çocukluğumda mum ışığında kapısını penceresini sıkı sıkı kapatarak korka korka Kur’an okuyanları dinledim, tıpkı İslâmiyet’in doğuş yıllarında müşriklerin zulmüne maruz kalmış gibi anlatırlardı.
CHP’nin, kültürümüze yabancılaşmış her şeyi bünyesinde barındıran geçmişini milletin hafızasından silmesi çok güç, ama imkânsız değil. CHP, öncelikle kendinden olmayanları yaftaladığı “gerici” sıfatının kendindeki yansımasını iyi tahlil etmelidir. Entelektüel diye yetiştirdikleri isimlerin kaçının milletimizin yerli kaynaklarından haberleri var, bir sorgulasınlar. Meselâ kaç tanesi bir divanı veya eski bir eseri orijinalinden okumuştur? Okuyamadıkları gibi okuyanların da önünü kesmişler. Avrupa Ortaçağ karanlığında yaşarken, düşünceleriyle dünyayı aydınlatan İslâm âlimlerinin kaçını yakından bilirler? İslâmî terimlerle alay eden ve gericilikle eş tutan bir zihniyetin kafasını saplandığı bataktan kaldırması için çok gayret sarf etmesi lazım.
Batı dünyası artık çıkmazlarının temelinde metafizik boşluğu görüyor. Evet din ve dindarlık meselesi siyasetin değil aydınların alanına girmeliydi. Ama ne yazık ki bir taraftan savaşlarda önemli sayıda okumuşlarımızı kaybettik. Diğer taraftan tek partinin bağnazlığına tefekkür ehli münevverlerimizi kurban verdik. O kesintilerin boşluğunun doldurulması ve yaraların sarılması için bir iki nesil daha geçmesi lazım. Mevlânâ Hazretlerinin dediği gibi, “gün geçicidir, hakikat kalıcı”. Dindarlık meselesine de bu açıdan bakmalıyız. Allah’ın dininin, bizim savunmalarımıza ihtiyacı yok. Güneş balçıkla sıvanmaz. Ama bizlerin faziletli insan olma ve gençlerimizi bu ahlâk anlayışıyla yetiştirme sorumluluğumuz vardır.
CHP, lafın peşine değil samimiyetle içeriğin peşine düşerse milletiyle barışma yolunda bir adım atmış olur. Bizim inancımızda günah çıkarmak marifet değildir, marifet tövbe etmektir. CHP’nin tövbesi yıktıklarının tamirine başlamasıyla olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.