Eller yemek salonunda, bizler duruşma salonunda!
Dün, taklit günlerden birini daha yaşadık... Bilirsiniz, ben öteden beri taklit günlere karşıyımdır... Yok Anneler Günüymüş, yok Babalar Günüymüş, yok Sevgililer Günüymüş!.. Bunların hepsi taklit hepsi aşırma!...
Bu işler, bana ters gelir!..
Ne yani;
Anneyi, babayı ve sevgiliyi yılda bir gün mü hatırlayacaksın?..
Bir gün hatırla, geriye kalan 364 günde unut, öyle mi?.. Bu mudur evlâtlık, bu mudur sevgi ve aşk?
Merak ediyorum, yerli olan, bizim olan ne kaldı geriye?.. Ayağımızdaki don bile önce külotlaştı, sonra boxerlaştı... Pantolon bile yabancıydı, ama o bile jeanlaştı!.. Çarık ve kara lastikler; önce iskarpinleşti, sonra da botlaştı!.. Hem de; Caterpillerinden, Buldozerine kadar!..
Sırtımızdaki hırkalar; önce jaketleşti, sonra da montlaştı!..
Armeniasından FBIına kadar!..
Mintanların gömlekleştiği, çömleklerin düdüklüleştiği bir dönem yaşıyoruz!..
Hem de, en hızlısından!..
Yediğimiz muz Çikitalaştı, seyrettiğimiz dizi Nikitalaştı!..
Leyla Sayarlı tabelaların yerini Ceyarlı cafeler aldı... Ve tabiî, kahvenin yerini de Nescafeler!..
Eskiden, sadece şarkı ve türkü bilirdik... Şimdi pop ve heavy metal takılıyor gençlerimiz!.. Hafif müziklerin yerini bile slow parçalar aldı!..
Eskiden, Nereye? diye sorardık...
Şimdi, sorsan bile anlamayacakları için Q vadis diyorlar!..
Sahi, nereye böyle?..
Sabanlar traktörleşti, muallimler rektörleşti, en sonunda sevgi ve aşk bile metalaştı, sektörleşti!..
Sahi;
Yerli olarak ne kaldı geriye?..
Eskiden;
Yerli malı, Türkün malı, herkes onu kullanmalı der, bu ülkenin topraklarında yetişen ürünleri serdiğimiz masalarda, Yerli Malı Haftası kutlardık!..
Ya şimdi?..
Sanıyorum;
Tahtaların suntalaştığı, yönetimlerin cuntalaştığı günden bu yana, yerli olan ne tahta kaldı, ne hafta!..
Her şey lâfta!..
Şerbetlerin yerini Colalar, Mehmed Akiflerin, Necip Fazılların yerini Emile Zolalar aldı!..
En ağırıma giden de;
Leyla ile Mecnunların, Kerem ile Aslıların, Ferhat ile Şirinlerin, Yusuf ile Züleyhanın çektiği sevdaların yerini, gittikçe maddeleşen Sevgililer Gününün almış olması!..
HANİ BİZİM SEVDAMIZ?
Açık ve net söyleyeyim:
Ben; sevginin istismarına, onun ticarete alet edilmesine, turlaşmasına, otelleşmesine, restoranlaşmasına, mönüleşmesine karşıyım...
Ama, en çok da;
İthalleşmesine karşıyım!..
Sorarım size;
Leyla ile Mecnunların, Kerem ile Aslıların, Ferhat ile Şirinlerin köküne kıran mı girdi?..
Sevgi denilen bu kavram, illâ 1 güne hapsedilecekse, niye bizim aşıklarımızın doğum veya ölüm gününü değil de, kalkıp, bir Hıristiyan papaz olan Valentinein ölüm gününü kabul ediyoruz?..
Söyleyin hele;
Leyla ile Mecnun Günü demek, Aziz Valentin Günü demekten, çok daha sıcak ve çok daha yerli olmaz mı?..
İşin doğrusu, ne zaman 14 Şubat gelse, ne zaman Sevgililer Günü haberleri yayınlanmaya başlasa, hafakanlar basar beni!..
Çünkü ben;
Sevgi denilen o yüce duygunun 1 güne hapsedilmesine hele hele ticarete alet edilmesine şiddetle karşıyım!..
Ne yani?..
Para yoksa, aşk da mı yok?..
Banknotlar suyunu çektiğinde sevgi de mi gidiyor?.. En sonunda; sevgi ifade etmeyi bile, paralı otobana benzettiler ki, pes doğrusu!..
Bir gülücük, bir sıcak bakış, bir güzel söz değil midir sevgi?..
Ya da, kulağa bir fısıltı?..
Ama, her gün!.. Ama, yıllar boyu!..
Yılda, sadece 1 gün değil!..
HIRİSTİYAN KÖKENLİ BİR GÜN!
Ben size bir şey söyleyeyim mi?.. Sevgimizin, sevdamızın, aşkımızın kanına giren kim, biliyor musunuz?..
O, Papaz Valentine denilen adam var ya, işte o!.. Ve onun misyonunu yaşatan günümüz misyonerleri!..
Hele bir düşünün;
Daha düne kadar, Seni seviyorum derdi bizim gençlerimiz...
Ya bugün?..
Ulu-orta yapılan şu ilân-ı aşk(!)lara bakın;
Ya I Love You diyorlar, ya da Hello My Dearling!
Eee, kökeni Romaya dayanan bir günün, Türkçeyi komaya sokması da gayet normal değil midir?..
RUHSUZ ŞUH!
Neresinden bakarsanız bakın 14 Şubat; ithal bir gün, yabancı bir üründür!
Ama, yıllardır kutlanıyor!..
Kutlandıkça da maddeleşiyor!.. Sıcak bir sözün, sevgiyle bakan bir gözün hükmü yok artık!..
Artık, sevgiler;
Vicdanın özünde değil, cüzdanın gözünde!..
Ne ka para, o ka sevgi!!!
Eskiden;
Gözlerinde, tüm İstanbulu görüyorum derdi sevgililer!.. Şimdi, ruhunu yitirmiş şuh gözlerde ya rimel var, ya da maskara veya far!
İşin garibi, onlar da ithal!..
Zaten, yerli olarak, ne kaldı ki şu ülkede?!? Haftalar da ithal, kafalar da!..
Merhum Üstâd Necip Fazıl Kısakürek, sağlığında, İmanı da, inkârı da tenekeden bir nesilden şikâyetçiydi!..
Ya şimdi?..
Sevgisi bile Papaz Valentineden olan bir nesil var karşımızda!..
Yazık... Çok yazık!..
Heey gençler;
Nereye?
Pardon;
Where are you going?
14 ŞUBATTA SANIK SANDALYESİNDE!
Biliyorum, soracaksınız;
Peki, sen ne yaptın?
Dün, Sevgililer Günüydü ya... Birçokları, eşini, nişanlısını, sözlüsünü veya sevgilisini alıp, yemeğe veya eğlenmeye gitti ya, ben nereye gittim, biliyor musunuz?..
Bakırköy Adliyesine!..
Evet, evet;
Dün Bakırköy Adliyesindeydim!..
Kaç duruşmaya katıldım, kaç ifade verdim, inanın karıştırdım.
O da yetmedi, bir de ön soruşturma için savcıya gidip, ifadeler verdim...
Düşündüm de;
Dün, herkes sevgilisini bir yerlere davet etti ya; demek ki, ben de muarızlarımın sevgilisi olmuşum ki, Sevgililer Gününde davet ettiler beni!..
Ama, bir otelin yemek salonuna değil,
Mahkemenin duruşma salonuna!..
Hep söyledim, yine söylüyorum;
Çeşitli kişi ve kuruluşlar tarafından hakimler ve savcılar boş yere meşgul ediliyor ve mahkemelerin yükü boş yere artırılıyor!..
Düşünebiliyor musunuz;
Ben, İstanbul Barosunu eleştiren bir yazı yazmışım... Eğer suç duyurusu yapacaksa, onların yapması lâzım değil mi?.. Ama, hayır!.. Kalkmış, CHPnin bir kurmayı yapmış suç duyurusunu!.. İşin tuhafı; suç duyurusunda bulunan da, bir hukukçu iyi mi?!?..
Şu hâle bakın; ben Baroyu eleştirmişim, ses CHPden çıkıyor!.. Aralarında bir bağlantı mı var acaba?!?..
Söyleyin Allah aşkına;
Bir hukukçu bile lâfı tersinden anlıyorsa, sıradan vatandaş ne yapsın?..
Olan, hakim ve savcılara oluyor... Boş yere meşgul ediliyorlar!..
SEVGİLİLER GÜNÜNDE FAHİŞE MUHABBETİ!
Bir de, Ergenekon iddianamelerine giren fuhuş pazarlıkları var ki, muhabirimiz Kenan Kıran da, onların açtığı dâvâdan dolayı sanık sandalyesindeydi!..
Be adam; madem bir halt işlemişsin, madem fahişelerle yaptığın bu pazarlık telefon dinlemesine takılmış ve Kenan Kıran da bunun haberini yapmış, başını öne eğip otursana!..
Yoook, illâ dâvâ açacak!..
Açtın da ne oldu?..
İşlediğin rezaletler, bir defa daha geldi gündeme ve bir defa daha rezil oldun!
Ne ilginç değil mi;
Dün, herkes sevgilisiyle konuştu veya sevgilisini konuştu ama, duruşma salonunda, bizim Kenan, komutanın fahişelerini ve onlarla yapılan pazarlıkları anlattı!..
Hem de, belgeleriyle!..
Uzun lâfın kısası;
Dün, birçok insan; otellerin yemek salonlarında eğlenirken, bizler mahkemelerin duruşma salonlarındaydık!..
Sevgililer, birbirlerine gül verirlerken, bize düşen dikenleri oldu!..
Olsun... Yine de şikâyetçi değiliz.
Gün ithal olsa da; hiç olmazsa hakim ve savcılarımız yerliydi!..
Bu bile tesellidir!..
İngilterede basın özgürlüğü!!!
Ben de, Ergun Babahanın Stardaki yazısından öğrendim... Meğer; İngilterede Murdoch Grubuna bağlı Sun Gazetesinin 10 çalışanı daha tutuklanmış... Tutuklanan gazeteciler kamu görevlilerine rüşvet vermekle suçlanıyormuş... Daha önce aynı gruba ait gazete yöneticileri ve çalışanları da telefonları dinledikleri iddiasıyla tutuklanmışlar... Ergun Babahan; Bu tutuklamaya diyor; Ne İngilterede, ne Avrupa Birliğinde, ne de Amerika Birleşik Devletlerinde hiçbir kurum, sivil toplum örgütü, siyasi parti temsilcileri veya kanaat önderleri çıkıp Dünyanın en büyük basın kuruluşlarından birine yönelik bu operasyon basın özgürlüğünün açık ihlalidir iddiasında bulunmuyor.
Çünkü elde kesin bir hüküm olmamasına rağmen, News Corps gazetelerinin insanların özel hayatlarını ihlâl ettikleri, siyasilere baskı yaptıkları, polislere rüşvet verdikleri konusunda kesin bir kanaate sahipler...
Demek oluyor ki, elin oğlu; bir insan, gazetecidir diye, onun suç işleme özgürlüğünün olamayacağına inanıyor.
Peki, ya Türkiyede?.. Darbe için ortam hazırlamaya çalışmak, Silahlı Kuvvetler mensuplarını tahrik etmek amacıyla manşetler atmak, askerden farklı düşünenleri manşetlere çıkarıp karanlık çetelerin hedefi haline getirmek veya polis şefleriyle kitaplar yazıp yürümekte olan dâvâ ve soruşturmaları etkisiz hale getirmeye çalışmak, daha hafif bir suç mudur?..
Elbette daha hafif bir suç değildir... Ama, şu da bir gerçek: Ergenekon taifesi öyle bir gürültü çıkarıyor, öyle bir cayırtı koparıyor ki; zannedersiniz, Türkiyedeki gazeteci(!)lerin hepsi hapistedir!.. Bu gürültüden etkilenen Avrupa; Türkiye ile ilgili açıklamalar yaparken, niye İngiltereye çıt çıkarmıyor acaba?.. Ya, bizim Ergenekoncu Don Kişotlara ne demeli?.. Hadi, bir bildiri yayınlayıp, İngiltereyi de kınasanız ya!.. Sizi gidi ikiyüzlüler sizi!..