Hakan Fidanın ifadesi... Ya da Başbakanın iradesi!
Atalarımız; Öfkeyle kalkan, zararla oturur demişler... Aynı atalarımız; öfkenin, baldan tatlı olduğunu da söylemişler ama, hemen ardından eklemişlerdir: Keskin sirke, küpüne zarar verir!
Evet; öfke, baldan tatlıdır ama, zararlarına katlanmak şartıyla!..
O halde ne yapılmalı?..
Uhuletle-suhuletle düşünülmeli, etrafı kırıp-dökmeden serinkanlılıkla hareket edilmeli.
Gelin, biz de öyle yapalım ve MİTe operasyon olayını, öfkeye kapılmadan serinkanlılıkla değerlendirelim.
SALI GÜNÜ NELER OLDU?
Tarih, 7 Şubat 2012, Salı...
Saatler 20.30u gösteriyor.
Hürriyetin internet sitesinde; MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski Müsteşar Emre Taner ve eski MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneşin, ifade vermek üzere özel yetkili savcılığa davet edildiğine dair bir haber yayınlanıyor...
Bu haber, elbette depreme yol açıyor ve herkes Neler oluyor diye sormaya başlıyor.
Saatler 21.00i gösterdiğinde;
Ankarada müthiş bir telâş başlıyor... Adalet Bakanının, böyle bir çağrıdan haberi yok!..
İşin tuhaf tarafı;
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı ve Başsavcı Yardımcısı Fikret Seçenin de haberi yok.
KCK Soruşturmasını yürüten özel yetkili savcılardan Bilal Bayraktar, o anda Kolombiyada, bir toplantıdadır... Yani, onun da bu çağrıdan haberi yoktur... Ama, diğer özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya, bu daveti yapmış ve MİTin tepe yönetimini, hem de şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırmıştır...
Üstelik, MİT Müsteşarını ifadeye çağırmak için, Başbakanlık izninin şart olduğunu bile bile!..
Saat 21.30 civarı...
Önce Habertürk, ardından Sabah gazetelerinin internet siteleri de bu haberi giriyor...
Son derece riskli olmasına rağmen, herkes haberi doğruymuş gibi veriyor.
Ankaradaki siyasi çevre haberi doğrulamıyor; ama İstanbulda Sağlam bir kaynak gazetecilere, Merak etmeyin, yürüyün diyor.
Demek ki;
İstanbulda, Ankaraya rağmen bir şeyler yapılıyor!..
Peki, kimin veya kimlerin ne işler çevirdiğinden Başbakan Tayyip Erdoğanın haberi yok mu?..
Bütün bunlar olup biterken;
Başbakan Tayyip Erdoğan, emekli vaiz İbrahim Subaşının cenaze töreni için geldiği İstanbuldan, Ana Uçağı ile Ankaraya dönmektedir.
O an, saat 20.00 civarıdır!..
Başbakan; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaşın da aralarında bulunduğu yöneticiler tarafından uğurlanmış ve Ankaraya doğru yola çıkmıştır.
Erdoğana, böyle bir bilginin ve hatta bir dosyanın verildiğine dair rivayetler olsa da, bunlar rivayet olarak kalmıştır.
ÇARŞAF ÇARŞAF OSLO!
Zaten, bu da önemli değil!..
Önemli olan;
Bu işin nasıl kotarıldığı!
Ve de;
Kimler tarafından kotarıldığı!
Bir önemli taraf da, şu:
Başsavcı ve vekilinin bilmediği davet yazısında; 3 MİTçinin, Oslo görüşmeleri dolayısıyla ifadeye çağrıldıklarının, gazeteciler tarafından biliniyor olması!.. Evet, başsavcının bile bilmediği çağrı muhtevasını gazeteciler nereden biliyordu?..
Malûm;
Oslo görüşmelerinde kimin nasıl tavır takındığı ve orada hangi tavizlerin verildiği, 8 Şubat tarihli yandaş(!) bir gazetede çarşaf çarşaf yayınlandı!..
Yandaş(!) gazetenin haberinde, MİTe ağır suçlamalar yapılıyordu!.. İyi ama; MİT Müsteşarı Hakan Fidan, bu görüşmeyi Başbakanın özel temsilcisi olarak yaptığını söylemişken, yandaş gazete, nasıl olur da MİTi ve dolayısıyla Başbakanı hedef alır?..
Bu, bilinçli bir tercih midir, yoksa mandepsiye mi bastılar?..
Hem sonra;
MİT yöneticilerine çağrı, madem ki Oslo görüşmelerinden dolayıdır, o halde ifade davetinde niye Emre Tanerin ismi vardır?.. Öyle ya; Oslo görüşmelerine Emre Taner katılmadı ki!..
Bu ayrıntı ortaya çıkınca, bu defa yeni bir açıklama yapılıp, denildi ki;
Davetin sebebi, Oslo görüşmeleri değil, KCK içine sızıp da suç işleyen MİTçilerdir!.. Çünkü, PKK ve MİT içine sızan MİTçiler, eylemlere bizzat katılmışlar, görev ve yetkilerini kötüye kullanmışlardır!
Yani, çevir kazı yanmasın!..
ONLAR, MİTİN PARALI ADAMLARI!
Farzedelim ki, bu iddia doğrudur...
İyi ama, Savcılar ve Emniyet mensupları bilmezler midir ki; PKK veya KCKnın içine sızan adamlar; MİTin kadrolu elemanı değillerdir!..
Yani, PKK veya KCKnın içine sızan adamlar; Takım elbiseli, kravatlı, sinekkaydı tıraş olmuş memurlar değildir!..
Onlar, zaten örgütün içindeki adamlardır... Ama, kimi; Bu yol, yol değil demekte, kimi de pişmanlık duymaktadır... İşte MİT, bu adamlara para veya imkân vererek örgütte kalmasını ama kendilerine de istihbarat vermesini sağlamaktadır.
Örgüte sızmak işte budur!..
Yani, o adamlar;
Zaten örgüt içindedir!..
Bu adamlara, para ve imkân versen de, vermesen de, onlar örgütte kalmaya mahkûmdur... En ufak bir açık verdiklerinde, anında infaz edilirler!..
Dolayısıyla, her eyleme katılmaya, her suçu işlemeye mecburdurlar!..
MİTin elemanı olmasalar da, bunları yapmaya elleri mecbur!..
IRANIN 2 NUMARASI AJANDI!
Bu tür elemanları kullanan tek istihbarat örgütü de MİT değildir... Taha Kıvanç, önceki günkü yazısında, İngiltereden, çarpıcı bir örnek anlatmıştı.
Yıl 2005... İngiltereye karşı mücadele eden IRA örgütünün efsane lideri Boby Sands, sonunda öleceği açlık grevini cezaevinde sürdürmektedir.
Fotoğraflarda, hemen yanıbaşında yer alan!.. Örgütün beyin takımından biri olarak bilinen!..
Aile boyu, aynı yolun yolcusu olarak görülen!.. Teröre bulaştığı için damadıyla birlikte yargılanan kişi, Denis Donaldsondan başkası değildir...
İşbu Denis Donaldson, IRAnın beyin takımından biri olarak bilinse ve Boby Sandsın sağ kolu olarak görülse de, aslında o, bir köstebektir!..
Yani; İngiliz devletinin köstebeği!
Ne var ki;
Denis Donaldsonun bir köstebek olduğu, 2005 yılının Aralık ayında deşifre edilir.
Hem de, savcılar tarafından!..
Nasıl mı?..
İngiliz devletine IRAdan bilgi sağlayan Donaldson, IRA tarafından damadıyla birlikte İngiliz istihbaratından belge çalmaya yollanmış ve yakalanmıştı.
Görülmekte olan dâvâ, üç sanığa en ağır cezaların verilmesi beklenen bir ortamda, anlaşılmaz bir biçimde, savcının isteğiyle kapatılıvermişti.
İngiliz basını Ne oluyoruz? diye sorgulamaya başlayınca kulaklara fısıldanan gerçek, gazetelerin manşetlerine taşınmıştı:
Donaldson köstebekmiş!
Köstebek olduğu ortaya çıkan Denis Donaldson, başta ailesi olmak üzere, herkes tarafından dışlanır... O da; sığındığı bir köy evinde inzivaya çekilir.
Ancak, IRA Donaldsonun peşindedir... Köye gider ve infaz eder onu!..
NİYE HAKAN FİDAN?
Demek ki, neymiş?..
Dünyanın her tarafında istihbarat örgütleri, ajan veya köstebek kullanır, onları örgütün tepe noktalarına getirir ve böylece örgütü yakından takip edermiş!..
Bugün, soruyoruz ya;
Neler oluyor?
İşte gördük...
Sadece bizde değil, dünyanın her tarafında böyle oluyor bu işler!..
Düşünebiliyor musunuz;
Denis Donaldson denilen adam, İngiliz istihbaratına çalıştığı halde, IRA tarafından İngiliz istihbaratından belge çalmakla görevlendiriliyor!..
Eli mecbur... Yapacak!..
Yoksa, deşifre olur!..
MİTin kullandığı ajanlar, casuslar ve köstebekler de öyle!..
Mümkün mü mırın-kırın etmek?..
Mümkün mü eyleme katılmamak?..
Adamı, anında infaz ederler!..
Velev ki, suç işlemiş olsunlar!..
İyi de, örgüte sızan elemanlar suç işledi diye, kalkıp da Hakan Fidanın, ya da Emre Taner ve Afet Güneşin yakasına yapışıp, onlardan mı hesap sormak gerekir?..
Ya da, MİTte bir kirlilik görüp, içindeki çürük elmaları temizlemek istiyorsan, buna Hakan Fidandan mı başlamak gerekir?..
Öyle ya, Hakan Fidan; MİTte, hesap sorulacak en son kişidir!..
Haa, eğer MİTin bu yöntemleri kullanmasını istemiyorsan, o zaman çıkarsın ortaya ve dersin ki, MİT lağvedilsin!
Tabiî, bunu demek; devletin gözü ve kulağını kesmek demek olur!..
O ADAMLAR OLMASAYDI...
Şunu da gözden ırak tutmamalıyız...
Malûm, dün 15 Şubattı!..
Yani, PKKnın başı Aponun Kenyada yakalanıp, Türkiyeye getirilişinin yıldönümü...
Yine malûm ki;
PKK ve KCKnın siyasi uzantısı olan BDP, teşkilâtlarına bir genelge göndererek, Kürt halkını sokak eylemleri yapıp, gerginlik çıkarmaya davet ediyordu!
Allaha şükürler olsun ki;
Dün, kayda değer bir eylem olmadı.
Peki, dünün kısmen huzurlu geçmesinde; Savcıların, Emniyetin, Jandarmanın ve MİTin hiç mi rolü yoktur?..
Örgütün içine sızan elemanların verdiği istihbaratlar olmasaydı; bomba yüklü araçlar yakalanabilir miydi?.. Onların verdikleri bilgiler olmasaydı, o kadar PKKlı öldürülür, o kadar KCKlı yakalanabilir miydi?..
Dünü; gerilimsiz geçirdiysek; bunu, biraz da casuslara, ajanlara, köstebeklere borçlu değil miyiz?..
Şimdi, sormak gerekmez mi;
Rahat mı batıyor bize?
Teröre karşı, elbirliği ile başarılı bir mücadele yürütürken, bu elbirliğinin içine nasıl bir el girdi, kimler parmak attı ki; MİT Müsteşarı Hakan Fidan hedefe konuldu?..
BU, İSRAİLE HİZMETTİR!
Tamam, Hakan Fidandan İsrail ve MOSSADın, çok büyük rahatsızlık duyduğunu, onu en başından beri istemediğini biliyoruz..
Niye istemediğini de biliyoruz.
Aynı İsrailin, Sırf İranı köşeye sıkıştırmak ve İranı terörist göstermek için, Hindistan ve Gürcistanda, İsrail elçiliklerine saldırdığının ve bu eylemleri İranın üzerine yıkmaya çalıştığının da farkındayız!..
İyi de, Türkiyede; menfaatleri İsrail ile örtüşen kişi veya kurumlar kimlerdir?..
Onlar kimlerdir ki;
Dün tu kaka dedikleri Ergenekoncuların omuzlarından, bugün Hakan Fidana ateş etmektedir?..
AKLIMIZI, BAŞIMIZA ALALIM!
Bütün bunları, uhuletle-suhuletle düşünmeli ve nifakçıları görmeye çalışmalıyız!..
Bilmeliyiz ki;
Hakan Fidanın, hem de şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınması demek, aynı zamanda Başbakan Tayyip Erdoğanın iradesinin de sorgulanması demektir!..
Evet, ifadeye çağırmanın altında, iradeyi sorgulama yatmaktadır!..
Hayır, böyle bir kasıt yok diyenlere cevabımız şudur: Olgu böyle değilse de, algı budur!..
Hele de, bu sancılı süreçte, herkes aklını başına almalı ve tuzaklardan uzak durmalıdır... Eğer güç gösterisine giren olursa, herhalde sonuçlarına da katlanacaktır.
Ben bunu bilir, bunu söylerim...
Fetih 1453e dikkat!
Herhalde biliyorsunuzdur...
Bugün veya yarın, Fetih 1453 adlı bir film girecek vizyona... Filmin yapımcısı Faruk Aksoy, bu film için, epey masraf yapmış!..
Faruk Aksoyu, bilenler bilir... Daha önce Recep İvedik 1-2-3ün yapımcısı... Yani, gençlere kötü örnek olan bir filmi yapıp, bundan epey para kazanan bir adam... Faruk Aksoy; aynı zamanda şarap ve viskiden geri kalmayan bir adam...
Bunları söylüyorum ki; Fetih 1453 filmine gitmeyi düşünürseniz, bir beklenti içine girmeyin!..
Çünkü bu film, zaten ilân edildiği gibi; bir savaş ve aşk filmidir...
Daha öz ifadesiyle, Kanuni Sultan Süleyman dönemini çarpıtan Muhteşem Yüzyılın bir sinema versiyonudur!..
Demek istiyorum ki; dinî veya tarihî bir film diye düşünüp de, hayal kırıklığına uğramayın!..
Sadece şu kadarını söyleyeyim:
Halen televizyonda oynatılan İffet filminde Cemil olarak rol alan ve otomobilin camına sıkıştırıp İffete tecavüz eden İbrahim Çelikkol, Fetih 1453 filminde Ulubatlı Hasan rolündedir, iyi mi?!?..
Haa, bütün bunlara rağmen, yine de filme giderseniz, seyrettikten sonra beni arayıp da; Bu ne rezalet demeyin!..
Ben söylüyorum işte, beklentiye girmeyin!..
Çünkü Faruk Aksoy, havayı iyi koklayan ve para getirecek filmlere imza atan bir adamdır... Benden söylemesi!..