Kafalar küçülüyor; ayaklar, mideler büyüyor!
Basın-yayın araçları ülkenin aynası sayılmalı.
Basın-yayın araçları insanı hedefler, onun ihtiyaçlarına -gerçek veya uyandırılmış- yönelir. Yönelmekle kalmaz, ihtiyaç uyandırır!
Büyük gazetelerimizin bir çoğu tersten okunduğunda, sekiz on sayfalık spor gazetesi mahiyetinde; daha doğrusu futbol gazeteleri görünümünde.
İnsanımızın bilhassa ayaklarına, sonra da ellerine ve pazularına vs. yönelik yayın çok geniş ve kapsayıcı. Televizyonların spor programları keza. (Yine alışkanlıkla “spor” dedik, “futbol” demeliydik.) Diğer sporlar ancak futboldan yer kalırsa sözkonusu ediliyor. Ya haftanın maçları üzerine dörtlü beşli “otorite”lerin ahkâm kestiği saatlerce süren programlar?
Elbette ayaklarımız önemli! Ayaklarımız bu kadar önemli olmasa, basın yayın araçları bu kadar zamanlarını bu uzuvlarımıza tahsis ederler miydi? Sırf ayaklarımız üzerine kurulmuş bir ekonomik dünya var!
Ayaktan yukarı doğru çıkarsak, başka “mühim” beden bölgelerimizi ve organlarımızı da keşfedebiliriz. Elhak gazetelerimiz bu bölgelere yönelik yayında da mahirdirler. Bu gazetelerde yer alan resimler, magazin haberi denilen uydurma metinler hep bu taraflarımızı hedef alır. İlk sayfa “bomba”sı, son sayfa güzeli, üçüncü sayfa dilberi… olmayan gazeteye “büyük gazete” denmez!
Zaten bir zamanlar neredeyse bütün büyük gazetelerimizin patronu olan zat, bu resimlerden duyduğu hoşnutluğu izhar etmemiş miydi?
Elbette televizyonlarda bu alanla ilgili haberler, programlar ve filmler azımsanmayacak miktardadır.
Erkeğin kalbine mideden gidilirmiş… Basın-yayın araçlarımıza bakılırsa, erkek kadın fark etmiyor, midemiz kalbimizin anahtarı…
Son yıllarda, muhtemelen refahın yaygınlaşmasıyla, gazetelerde yemek sütunları ve sayfaları, televizyonlarda da bitmek tükenmez, yemek ve mutfak programları ortaya çıktı.
Envaı çeşit yemek, dünyanın taamı, nevalesi ve damak zevki. Gurmeler, şikemperverler gırla gidiyor! Patlayıncaya, çatlayıncaya kadar yemenin tam zamanı!
Midemize seslenmeyi tercih eden medya, kalbimizi midemizin mütemmim cüzü saydığı için bu uzvumuza yönelik yayına ihtiyaç duymuyor.
Ya daha yukarılara çıkıyor mu? Elbette can boğazdan gelir ve midenin başlangıcı ağızdır!
Gözümüz gönlümüzün bayram etmesi için de her şey yapılıyor. Haksızlık etmeyelim!
Kaldı bir kafamız… Kafa dediysek, başımızın bir bölümü. Beynimiz…
Basın-yayın araçları beynimizi sadece diğer organların ihtiyaçlarını karşılayacak kapasitede kullanarak tasarruflu davranmak istiyor. Kendine çevrilmesine, düşünce üretmesine fırsat vermek istemiyor.
Zihnimizi, aklımızı, düşünme melekemizi, tefekkürümüzü, tahayyülümüzü, havsalamızı ilgilendiren yayın yok mesabesinde.
Hadi bazı televizyonlar, gazeteler bu organımızı gereksiz görüyorlar diyelim. Ya fikir üzerine müesses kurumlar olarak işe başlayan gazetelere, televizyonlara ne oldu?
Bir şey olduğu yok! Onlar da araziye uydular. Fikir, ideal, inanç bu araçları elde edene kadardı!
Onlar da artık ayaklarımıza, midemize yönelik yayın yapıyorlar. Ayak kaslarımız habire güçleniyor, midelerimiz büyüyor, vücutlarımızın çapı artıyor.
Ya kafamız? Gittikçe küçülüyor!
Sadece vücudumuzun bazı uzuvlarını işletmeye yönelik bir yayıncılık almış başını gidiyor. Kalbimiz, zihnimiz devreden çıkarılıyor.
Beyinlerimiz de bu robotun hareketlerini tanzim edecek kadar olsa yeter!
¥
Kitap hattı:
Fahri Celâl’in hikâyeciliği. A. Cüneyt Issı Cumhuriyetin ilân tarihi olan 1923’ten başlamak üzere 1973’e kadar 8 hikâye kitabı yayınlayan önemli bir hikâyecimizi hatırlatıyor bize. Fahri Celâl Göktulga, Meşrutiyet döneminde yazmaya başlayan memleketçi-gerçekçi hikâyecilerimizden. Asıl mesleği tabiplik olan Fahri Celâl, dil ve üslubu ile edebiyatımıza güzel hikâye örnekleri armağan etmiştir. Maalesef, diplomalı okur yazarlığımız tavan yaparken, okuma alışkanlığımız yerlerde süründüğü için o da unutulanlardan. (Roza Yayınevi, [email protected])
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.