Yargının Yarası Hakan Kılıç
Hatırlarsınız, Doğubeyazıt Cumhuriyet Savcısı merhum Hakan Kılıç, bu ayın başında bir cinayete kurban gitmişti. Hadiseyi gazetelerdeki haber sayfalarından okumuştuk. Ama köşelerimize taşımadık. Ekranlardaki tartışma programlarına da dahil etmedik. Cumhuriyetimizin savcısına, yani devlete eşkıyanın biri ulu orta silah çekti ve biz görmezden geldik.
Olayın görünen hikâyesine göre eski bir PKK’lı katil zanlısı Barış Batur, bir yıl önce gasp suçundan adliyelik olmuştu, soruşturma sonrası tutuksuz yargılanmış, on yıl hapis cezasına çarptırılmıştı, karar temyize gönderilmişti. Cani ruhlu eşkıya temyizin neticesini beklemeye gerek görmeden, suçla ilgili olarak sadece mütâlaasını bildiren savcıya silahını çevirdi. Bu olayda zihnime takılan pek çok soru olduğu hâlde yargıya ait olan bir meselede bilir bilmez ahkâm kesmek istemiyorum. Ancak yine de katilin ortalıktan sır olmasını aklım almıyor. En ufak fısıltımızın bile gizli kalmadığı bu çağda bir caniyi yakalamak o kadar da zor olmasa gerek. Neyse işin içinde belki bilmediğimiz başka şeyler vardır diyelim ve araştırmasını yargıya bırakalım.
Benim vurgulamak istediğim, bu habere kim kiminle, nerede ucuzluğundaki magazin dedikoduları kadar bile olsun ilgi duymadığımızdır. Kendilerini demokrasinin yılmaz bekçilerinden sanan kalemşörler ve ekran tartışmacıları nedense bu hadiseyi gündemlerine almadılar. Böylesine ciddi bir mesele sivil toplum kuruluşlarının zincirleme haber ağına takılmadı, kimse sokaklara dökülmedi, yürüyüşler yapmadı.
İtiraf edeyim, merhumun aile fotoğraflarını görmeseydim yazmak benim de aklıma gelmeyecekti. Çünkü uzaktan kaval sesi dinleyerek duygusal moda girmenin derde deva olamayacağını bilirim. Fakat gördüğüm o birkaç kare fotoğraf yargı dünyasının meselelerine ne kadar yabancı olduğumuzu fark ettirdi. Rahmetli Kılıç, o fotoğraflarda daima gülümseyen nurlu çehresiyle insanlığımızı sorgular gibi bakıyordu.
Hâkim ve savcıların yetişme şartları genellikle birbirine benzer. Çoğu emekli veya dar gelirli ailelerin evlatlarıdır. Anaların, babaların dişinden tırnağından artırdığıyla okutulmuşlardır. Kendilerine harcanan emeğin kıymetini bilirler. Hizmet ehli olduklarından diğer meslek alanlarına kıyasla daha idealisttirler ve hâllerinden fazla şikâyet etmezler. Bu yüzden yaşadıkları sıkıntılardan, nelerle yüz yüze geldiklerinden pek haberimiz olmaz. Bizleri hırlı hırsızla, sapıklarla, katillerle bire bir muhatap etmezken, şahsi hayatlarında kendileriyle en ufak meseleleri olmayan görünmez nice düşmanlar edinirler.
Onların, karşılarına gelen her hadisede ruhen neler yaşadıklarını düşünmeyiz. Babaları tarafından taciz edilen iki kız kardeşin davasını soruşturan bir savcının o çocukları kendi çocuklarının yerine koyarak nasıl acı duyduğuna yakinen şahit olmuştum. Yargı mensuplarının özel hayatları vazifelerinden soyutlanmış değildir. Nöbet zamanlarında çağrıldıklarında koşmak zorundadırlar. Ağır ceza hâkimi bir hanımefendi, nöbetçi olduğu zamanlarda, emanet edeceği kimse bulamazsa küçücük yavrusunu kendisiyle birlikte adliye koridorlarına taşıdığını anlatmıştı. Üstelik geceyi uykusuz bile geçirseler nöbetin ertesi günü işe tam mesai gelmek zorundadırlar, bunun için fazladan ücret de almazlar.
Günümüzde bilinçaltı edebiyatı revaçta olduğundan, neredeyse suçluları masumlaştıran sentetik bir duyarlılıkla adalet anlayışını gölgelediğimizi fark etmiyoruz. Empati diyoruz ya, kendimizi bir kere de yargı mensuplarının yerine koyarak meselelere baksak keşke. Gencecik eşinin, küçücük çocuğunun gözleri önünde şehit edilen Hakan Kılıç’ın davasına millet olarak sahip çıkmanın ne anlama geldiğini o zaman daha iyi kavrarız belki.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.