Kılıçdaroğlu, darbeci generallere “embesil” mi demek istedi?
Hani, bir “türkü” vardır... Tokat yöresine ait olan türkü; “Müdür beyin yeşil kürkü, yeni çıktı bu türkü” diye başlar ve “Müdür bey izin verdi, söylenecek bu türkü” diye devam eder gider.
Türkiye’nin “en karanlık” günlerinden biri olan, “demokrasi” tarihine “kapkara bir leke” olarak geçen “28 Şubat Darbesi”nin 15. yılında herkes bir şeyler söyledi, herkes “lânet” yağdırdı ya, birileri “yeni bir türkü” tutturmaya başladı.
Şöyle demeye başladılar:
“28 Şubat darbesi, bugünkü AK Parti iktidarını hazırlamak için yapılmıştır... AK Parti, bir projedir!.. Ortadoğu’da birtakım oyunlar oynamak isteyen küresel güçler için bir parti lâzımdı... O da, Refah’tan ayrılan AK Parti oldu!”
“Yeni türkü”yü böyle okuyanın kimliğini merak ediyorsanız, hemen söyleyeyim... Efendim, bu türküyü okuyan Demokrat Parti Genel Başkanı olan Namık Kemal Zeybek’ten başkası değildir...
Malûm; kendisi, aynı zamanda “28 Şubat süreci”nde “Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü” idi!..
DARBECİLER EMBESİL Mİ?
Düşünebiliyor musunuz;
Ortada “AK Parti” diye bir parti yokken, askerler “müneccim” olup, AK Parti diye bir partinin kurulacağını anlamışlar ve onu “iktidara hazırlamak” için de, “darbe” yapmışlar, iyi mi?..
O türkünün bir de “Kılıçdaroğlu versiyonu” var... O da, şöyle çığırıyor:
“Erdoğan 28 Şubat nedeniyle konuşup; mağdur olduklarını, mahvolduklarını, acılar çektiklerini söylüyor... Geç onları!.. 28 Şubat, seni Başbakan yapmak için yapılan bir manevraydı!..
28 Şubat’ta bedeli sen mi ödedin? Mağdur arayacaksan, yüzüne karşı postmodern bir darbe yapıldıysa onun mağduru rahmetli Erbakan’dır, yüzüne karşı yapıldı. Sen ne yaptın; gittin Erbakan’ı arkadan hançerledin. Sen, 28 Şubat ürünü bir başbakansın!!!”
Görüyorsunuz ya;
Bay Kemal Kılıçdaroğlu da, Namık Kemal Zeybek de, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “darbe mağduru” olmadığını, tam aksine; “Darbenin, Erdoğan’ın önünü açmak için yapılan bir manevra olduğunu” iddia ediyorlar.
Şimdi, gelin bu sözleri masaya yatıralım ve “siyasî gerçekler”le bağdaşıp bağdaşmadığına bir bakalım.
Bay Kemal Kılıçdaroğlu ve Namık Kemal Zeybek’e sormak gerekmez mi;
28 Şubat darbesini yapan “general”ler, birer “müneccim” miydi ki, AK Parti diye bir partinin kurulacağını “5 yıl önceden” bildiler?..
Eğer “müneccim”lerse; bu ne biçim “müneccimlik”tir, bu ne biçim “ileri görüşlülük”tür ki; generaller, “kurulmasına” zemin hazırladıkları partinin “kendilerine hesap soracağını” göremediler?!?..
Bay Kılıçdaroğlu ve Zeybek, bu sözleriyle generallere “hakaret” ettiklerinin farkında mıdırlar acaba?..
Öyle ya;
O “darbe”yi yapıp; “AK Parti’nin kurulmasına zemin hazırlayan ve Erdoğan’ın önünü açan” adamların bir kısmı, şu anda “hapiste”dir!..
Ne yani;
Bu adamlar, “sonlarının hapis olacağını” bile bile Erdoğan’ın önünü açacak kadar “embesil” midir?..
Elbette “embesil” değillerdi...
Çünkü o generaller, “iyi bir eğitim” almışlar, Amerika’larda okumuşlar, son derece “donanımlı” kişilerdir!..
Evet, buna rağmen bir “darbe” yapmışlardır ama, bu darbenin amacı, herhalde “Erdoğan’ı iktidara getirmek” değildi!
Tam aksine;
Erdoğan’ın sahip olduğu “görüş”ün, “düşünce”nin, “fikriyat”ın “kökünü kurutmak”tı!..
Bu tıynette, bu zihniyette olan adamların, “AK Parti iktidarını hazırlamak” için darbe yaptığını söyleyebilmek için, bir insanın; herhalde Kılıçdaroğlu veya Zeybek olması gerekir!..
Zira, böyle bir iddiaya, “karga”lar bile güler!.. Hem de, münasip yerleriyle!..
O SÜREÇTE NELER OLDU?
Gelelim, Tayyip Erdoğan’ın, “nasıl başbakan olduğu” meselesine...
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, dün Kanal 24’te katıldığı bir programda, o süreci özetle anlatıp, dedi ki;
“28 Şubat’a bakın; iktidarda Refah Partisi ile DYP koalisyon hükümeti var... Ona karşı atılmış adımlar, yürüyen tanklar, balans ayarları, hukukun ayaklar altına alındığı bir manzara var...
Medya talimatla manşetler atıyor. Milli Güvenlik Kurulu başka şeyler yapıyor ve bu sürece baktığınızda o zaman AK Parti diye bir parti yok... Kimsenin aklında da AK Parti diye bir parti kurma düşüncesi yok...
Medyada da yok, hiçbir yerde yok.
Sayın Başbakanımız da o zaman İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı... Baktığınızda; hükümet düşüyor, daha doğrusu düşürülüyor.
Yeni hükümet kurulması için toplanan imzalara Cumhurbaşkanı itibar etmiyor... Antidemokratik bir usülle adeta bir işbirliği dayanışması içerisinde başkalarına hükümeti kurma yetkisini, görevini veriyor.
Daha sonra parti ile ilgili kapatma davası ve Refah Partisi kapatılıyor.
Sayın Başbakanımızla ilgili birden bire Siirt’te okuduğu bir şiirle alakalı uyduruk bir mahkeme kararı ortaya çıkıyor ve Sayın Başbakanımıza hapis cezası veriliyor.
Ondan sonra Başbakanımız hapishaneye gidiyor... 1999’da bir şartlı salıverme yasası çıkarılıyor, daha sonra tekrar bunun ikinci ayağı yapılıyor.
Bu sürecin ardından, AK Parti kuruluyor... Bakıyorsunuz Sayın Başbakan’ın kurucu üyelikten çıkarılması için Anayasa Mahkemesi karar veriyor. Bu sefer Anayasa Mahkemesi’ne tam seçimin arifesinde kapatma davası açılıyor. Bir bakıyorsunuz milletvekili listesinden Sayın Başbakan’ın ismi siliniyor. Bunlar akıl alır işler değil.
O döneme bir de şöyle bakın:
Mesut Yılmaz alkışlıyor ayakta. Merhum Erbakan, parti liderlerini geziyor, ‘Birlikte tavır koyalım’ diye. Kimse yanaşmıyor. ANAP, DSP, CHP alkışlıyor.
Birileri tankları Sincan’dan yürütürken milletin iradesini, demokrasiyi koruması kollaması gerekenler, bunların karşısında ayağa kalkması gereken siyasi partiler onları alkışlayan, ‘Daha az yaptınız, şunları şunları yapmalıydınız’ diye adeta yol gösterenleri sormak lazım.
O zaman Sayın Kılıçdaroğlu’na sormak lazım; CHP, ANAP ve DSP de mi işbirliği yaptılar AK Parti’yi doğurmak için? Bunların değerlendirmesini yapmak akla ziyandır.
Bunlar sağlıklı bir akıl sahibinin yapacağı değerlendirmeler değildir.
O dönemi herkes ama herkes yaşadı. Sayın Başbakan’a ömür boyu siyaset yasağı konuldu. Daha sonra CHP ile anlaşarak, o yasağı kaldırdık. O zaman CHP de mi bunun bir parçası?.. Baktığınızda yasağın kalkmasında da CHP ile beraber anayasa değişikliği yaptık, 2002 yılında... O anayasa değişikliğinden sonra Sayın Başbakanımız 2003’ün Mart ayında milletvekili seçildi.”
BAYKAL, TEZGÂHIN PARÇASI MI?
Şimdi sormak lâzım Kılıçdaroğlu’na;
“AK Parti’yi doğurmak” için herkes “darbecilerle işbirliği” mi yaptı?..
Ya, Baykal’a ne demeli?..
O da mı “işbirlikçi”ydi?..
O da mı “Erdoğan” için çalıştı?..
O da mı “AK Parti iktidarı”nı hazırladı?
Öyle ya;
Eğer Deniz Baykal destek vermeseydi, “anayasa değişikliği” yapılamaz ve Erdoğan’ın “ömür boyu siyaset yasağı” kaldırılamazdı!
Demek oluyor ki;
Baykal da “tezgâh”(!)ın bir parçası, o da bir “Erdoğan yandaşı”dır!..
Ya Baykal kafayı yemiş, ya da bu iddiayı dillendiren adamlar!..
Şu hâle bakın;
“AK Parti iktidarı”nı hazırlamak ve Erdoğan’ın “Başbakan” olmasını sağlamak için, anlı-şanlı paşalar “28 Şubat darbesi”ni tezgâhlıyor, dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da, bu tezgâha çanak tutuyor!..
Hele söyleyin;
Bunu iddia etmek; “irtica ile mücadele” eden “anlı-şanlı paşalar”a ve tek sermayesi “laiklik” olan Deniz Baykal’a bir “hakaret” değil midir?..
Zeybek neyse de, Kılıçdaroğlu’nun yaptığı, “paşa”ları ve Baykal’ı “embesil” yerine koymak değil midir?..
ASIL BRÜTÜS, KILIÇDAROĞLU
Gelelim, şu “hançerleme” meselesine.
Ne diyordu Bay Kılıçdaroğlu;
“Erdoğan, kalkmış bana ahlâk dersi veriyor... Sen kendi liderini arkadan hançerleyen adamsın. Erbakan’dan helallik istedin mi, o sana hakkını helâl etti mi? Şimdi kalkmış ‘Ben 28 Şubat mağduru oldum...’
Geç onları. 28 Şubat seni başbakan yapmak için yapılan manevraydı. Biz onu bilmiyor muyuz? El bebek gül bebek, seni hazırladılar, getirdiler.”
Bay Kılıçdaroğlu’nun;
“Yeni CHP’li” olduğu için, “eski günleri” bilmemesi gayet normal!..
Kılıçdaroğlu, önce şunu bilmeli:
AK Parti, Fazilet Partisi’nden ayrılmış, kopmuş bir parti değil...
Fazilet Partisi, “Refah Partisi’nin devamı” olduğu iddiasıyla “kapattırıldıktan” sonra AK Parti kuruldu...
Yani, 14 Ağustos 2001’de!..
Ortada bir “hançerleme” yok!..
Kaldı ki;
Tayyip Erdoğan, o günden bu yana; hem de “tahrik”lere rağmen, “Erbakan Hoca” aleyhinde tek bir söz söylememiştir... Tam aksine “cenaze töreni”nde “tabutunu omuzlamış” ve ona olan “görev”ini yapmış, geçtiğimiz Salı günü de “rahmetle” anmıştır!..
Bay Kılıçdaroğlu, eğer bir “Brütüs”, eğer bir “hançerleyen” arıyorsa, kendine bakmalıdır!..
Hele söylesin bakalım;
Gerek Bay Baykal’ı ziyaretinde, gerek kamuoyuna yaptığı açıklamada “tam 4 defa aday olmayacağını” söyleyen kimdi?..
ZİNA KASETİ OLMASAYDI!
Baykal, ortaya çıkan “zina kasedi”nden sonra genel başkanlığı bırakınca; “Fırsat bu fırsat” deyip “Baykal’ın koltuğu”na oturan Kılıçdaroğlu değil mi?..
Bırakın “genel başkan” olmayı, “Baykal’ın izlerini” silen ve onun arkadaşlarını “tasfiye” eden Kılıçdaroğlu değil mi?.. “Arkadan hançerlemek” işte budur!..
Böyle bir adam;
Şimdi kalkmış, Tayyip Erdoğan için “28 Şubat ürünü” diyor!..
Kendisine sormak lâzım;
Siz “kimin ürünü”sünüz?..
Baykal’ın o “zina”sı olmasaydı, o zina “kaset”e alınıp da yayınlanmasaydı, acaba, bugün Kılıçdaroğlu diye bir adam olur muydu?!?..
Dua etsin o “zina”ya!.. Yoksa, Kılıçdaroğlu adlı bir “ürün” doğar mıydı?..
Herkesin “konuşma özgürlüğü” vardır... Ve yine, herkesin “saçmalama” özgürlüğü de vardır...
Ama, bir insan; “lafın ucu”nun nereye gittiğini ve “bumerang” gibi, geri dönüp kendisini vuracağını da hesap etmelidir!..
Yoksa, “Bak şu konuşana” derler!..
Merve Kavakçı’ya iade-i itibar
Bu “CHP kafası”nı anlamak mümkün değil... Güya “muhalefette”ler ama “her dediklerini” kabul ettiriyorlar...
Sonra da ortaya çıkıp, bir başkasına “hak” verilmek istendiğinde, ortalığı “velvele”ye veriyorlar.
Son gelişmeyi biliyorsunuz... Malûm; Meclis, “tutuklu milletvekillerine maaş ödenmesini” kabul etti... CHP’lilerin ağzı, kulaklarında... Gayet memnunlar!.. Ama, birileri de ortaya çıktı ve dedi ki; “Bu yapılan, bir nevi iade-i itibardır.. Madem tutuklu milletvekillerinin itibarları iade ediliyor, o halde Merve Kavakçı’nın da itibarı iade edilmelidir... Çünkü o da; halkın oylarıyla seçildiği halde yemin bile ettirilmeyen bir milletvekilidir!”
CHP’liler, mırın-kırın etmeye başladılar!..
AK Parti milletvekillerinden bazıları ise; “Niye olmasın” dediler; “Merve Kavakçı’nın da itibarı iade edilmelidir!”
Dün, Meclis’te, belki bu konu da görüşülecekti... Ama, BDP’li Altan Tan’ın; “İskilipli Atıf Hoca’yı idam ettiren Kemalist diktatörlerdir” sözleri üzerine ortalık karıştı... CHP’liler, “Kemalist diktatörlük yok, terörist diktatörlük var” deyince atışmalar, tartışmalar gırla gitti ve oturum 3 defa ertelendi... “Kemalist dikta” elbette tartışılır... Ama, bir “CHP diktası”nın olup olmadığını, Merve Kavakçı konusu gündeme geldiğinde göreceğiz...