Yaşanan hadiseleri Kur’an ışığında yorumlamak
12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 tarihlerinde yapılan darbeleri, geçici sokak olayları gibi ele alamayız. Halka açılan topyekûn savaş ve bu savaş için biçilen zaman dilimi: 1000 sene. Anneler Günü, Babalar Günü, Sakatlar Haftası, Yeşilay Haftası gibi senede bir defa kullanıma açılan gün ve haftalar gibi de anlamayız 12 Eylül ve 28 Şubat’ı.
Bir defa kullanıp atılan eşya gibi tüketim ekonomisindeki israfla da bir ilgisi yoktur 12 Eylül’ün veya 28 Şubat’ın. Peki, nasıl bakmalı ve nasıl ele almalıyız bu iki darbeyi? Şöyle:
Kur’an-ı Kerim der ki: Firavun: “Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim. Rabbine dua etsin de kendisini kurtarsın. Ben, onun, sizin inançlarınızı, rejiminizi değiştireceğinden, ülkede, yeryüzünde karışıklık çıkarılmasından, fesat çıkaracağından korkuyorum, dedi.” (Mümin Suresi/26)
Mevlana der ki: Musa da, Firavun da senin benliğinde, onları başka yerde arama.
Merhum Arif Nihat Asya da şöyle der: Ebu Cehil öldü diyorlar Ya Muhammed. Ebu Leheb ölmedi kıtalar dolaşıyor.
Bir zamanların parti başkanlığı yapmış ve Eskişehir milletvekilli olmuş kişi, şöyle diyordu: İmamlarımız mübarek insanlardır. Onların ellerini öperiz. Ama ellerini mihraptan, minberden dışarı çıkardıklarında, ellerini kırarız.
Emevi Devletinin sultanı halifesi de minberde hutbe okuyor ve şöyle diyordu: Namazlarınızı kılınız. Zekâtlarınızı veriniz. Hacca gidiniz. Ama şu binaya karışmayınız. (binadan maksat hükümet konağıydı)
Meclis’te konuşma yapan Tunceli milletvekili ise: Allah göklere karışsın, biz yeri idare ederiz, demekten kendini alamıyordu. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama sütunumuz müsait değil.
Tüm bu ithamların, gerçek dışı sözlerin birleştiği nokta vardır. Bu birleşen noktaya tarihi süreçte “Firavun Mantığı” denilmiştir. Yani inanan insanların camide, namazda, hacda, kurbanda vazifelerini yapmaları, ancak siyasi, hukuki, sosyal olaylara karışmamalarının acı gerçeği... Bu iğrenç mantık uğruna gün gelmiş Müslümanlar idam edilmiş, gün gelmiş hapislerde çürütülmüş, sürgün edilmiş, mağdur edilmiş v.s...
Yakın zamanın 28 Şubat’ının yüzüne tükürmeyen kimse kalmadı. 12 Eylül desen, sanık sandalyesine taşındı. 12 Eylül’de cezaevinde iken anarşik eylemlere katılmış olduğu iddia edilen, Kağızman’dan getirilmiş Zafer isimli öğretmen, işkencenin neticesinde son nefesini veriyordu. Aldatılmış komünist gençler yanıma geldi ve: Zafer ölüyor, dua eder misin, okur musun onu, dediler. Gittim yanına. Öğretmen Zafer’in ağzından çıkan sözler belliydi: Ben yapmadım... Ben etmedim... Son nefesini bu cümlelerde verdi. Binlerce örnekten çok küçük bir karedir bunlar.
Çağın dışına atılması istenen İslam fıkhı der ki: Kuduz bir köpeğe işkence yaparak öldürmek caiz değildir. Bırakınız insanı, kuduz bir köpeğe işkence bile yapamazsınız. Ama 12 Eylül mantığı yapar, 28 Şubat mantığı yapar. Bunun için ölümünün üzerinden üç bin sene geçse de Firavun yaşıyor fikirleriyle. Eli kuruyasıca Ebu Leheb’in ölümünün üzerinden 1500 sene geçmiş de olsa yaşıyor, yaşatılıyor zalim ve gaddar insanların fikirleri.
Bir Müslüman olarak ne 12 Eylül’ü ne de 28 Şubat’ı tarihin çöp tenekesine atamıyorum. Fikirleri, devletlere rejim olmuş, sistem olmuş, uğruna Engizisyon ve İstiklal Mahkemeleri kurulmuş, gün gelmiş darbe olmuş, urgan olmuş, kurşun ve bomba olmuş tarihler, sürekli yaşayacaklardır. Bazen Küba’da, bazen Mısır’da, bazen Suriye’de ve bazen de ülkemizde. Buna karşı ülkesini ve milletini seven vicdan sahipleri de Firavun mantığını tribünlerde izleyenlerden değil, mindere inenlerden olup, sahte ve gerçeğin ayırt edilmesinde gerçekler safında yer alarak mücadelesine devam etmelidir.
Unutmayalım, Firavun mantığı pencerelerimizden içeriye giren güneş ışığı gibi, mutfağımıza, okulumuza, işyerimize, hayat tarzımıza, kılık kıyafetimize girebilecektir. Nöbetimizi iyi tutmalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.