28 Şubat belgeseli ve bazı eski politikacılar
Mehmet Ali Birand’ın “28 Şubat Belgeseli” münasebetiyle, halkın hafızasından silinmek üzere olan bazı eski politikacılar ekrana geldi. O süreci kendi pencerelerinden anlattılar.
Ekrana gelenlerin arasında hemşehrim Mesut Yılmaz da vardı... Hemşehrisi olarak onu Başbakanlık döneminde yaptığı hizmetlerle hatırlamak isterdim, ancak ne hikmetse burnundaki tamponla hatırlıyorum!
Belki de bir Başbakan’ın burnunun “esrarlı” bir şekilde nasıl kırıldığını öğrenememiş olmaktan dolayıdır...
İzlerken hafızam geçmişe gitti...
Hatırladım ki, Mesut Bey hemşehrimin genel başkan seçildiği günlerde (15 Haziran 1991), oy oranı yüzde 36,3 olan ANAP, başında Mesut Yılmaz olduğu halde girdiği ilk seçimde 24,1 oy alabilmiştir.
24 Aralık 1995 seçimleri Mesut Bey’in genel başkan olarak girdiği ikinci seçim sınavıdır ve Mesut Bey maalesef bu sınavdan da çakmış, partisinin oyları bu kez 19,6’ya gerilemiştir.
Ve 1999 seçimleri: ANAP 13,22 oy oranıyla, can çekişme sürecine girdiğini göstermiştir...
Nihayet 2002 seçimleri: ANAP’ın ölüm fermanının imzalandığı tarih... Oy oranı sadece 5,12... Barajın altında ve Meclis’in dışında. Mesut Yılmaz’ın “başarılı” siyaseti koskoca partiyi öldürmüştür. Yılmaz ancak ondan sonra partisinin gerilediğini kabul etmiş ve çok önce yapması gerekeni yaparak fiili siyasetten çekilmiştir.
Aradan birkaç yıl geçti. Mesut Bey kimi zaman Yüce Divan’da yargılandı, kimi zaman Almanya’da bilmem hangi üniversitede “siyaset dersi” verdi. Ama siyasetten “ders” almasını bilmeyenin “ders” vermeye kalkışması bana hep ters geldi.
Nihayet onu ekranda gördüm, miting alanında dinledim. Başına geçmesiyle peyderpey 25 puan yitiren ANAP’ın, dönmesiyle birlikte en az “5-10 puan” kazanacağını söylüyordu...
Doğrusu buna çok şaşırdım. Anlaşılan Mesut Bey, “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” sözüne çok güveniyordu. Ne var ki arşiv unutmuyordu...
Her ne kadar, Refah Partisi ve DYP’nin oluşturduğu Refahyol iktidarı (Erbakan ve Çiller koalisyonu) döneminde, Sayın Yılmaz kendini “kurtarıcı” gibi görmüş olsa da gerçek çok farklıydı...
Siyasi yeteneği “kurtarıcı” rolü oynamaya yetmiyordu. Kendine kalsa belki bu işe hiç kalkışmayacaktı, ne var ki yem boruları kesilen Çiftetelli Medyası patronajı, onu bu işe kışkırtıyor, hatta Sabah Gazetesi, Mesut Bey’i manşetten “kurtarıcı”lığa çağırıyordu: “Koltuk uğruna laikliği satma.” (15 Şubat 1996).
O gün için Sayın Erbakan’la koalisyon kurmaması “kurtarıcı” olmasına yetecekti. O da kurmadı. Sonradan cumhurbaşkanlığına heveslendiği için her şeyi o plâna uygun olarak yaptığını düşündüren Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir (sahi bunlar ne zaman hesaba çcekilecek?) komutasında organize olan güçlerin brifinglerine karşı sivil bir insiyatif geliştiremedi. Hatta güdümüne girip, sivil yöneticilere tankları adres gösterdi: “Sincan’dan geçen tankları görmüyorlar mı?” Sivil iktidar tankları görse ne olacaktı ki? Onun millî irade dışında tanklı-uçaklı gücü mü vardı?..
Tabii belgeselde bunları söylemedi...
“28 Şubat süreci” denilen günlerde atılan manşetlerden (o manşetleri atan “silahsız kuvvetler” hâlâ ahkâm kesmiyor mu, kan beynime sıçrıyor) de hiç söz etmedi...
Belli ki aklından çıkmış!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.